Muhafazakarların ‘AK Partililik’ sınavı
Önümüzdeki dönemde ve ilk seçimde AK Partililerin de içinde olduğu muhafazakârları sadece siyasi değil daha temelde ahlaki bir sınav bekliyor.
Dünden bu yana her yerde ekonomi konuşuluyor, tartışılıyor.
Halkın gündemi yoksulluk, zamlar ve enflasyon. Buna karşın iktidarın gündemi ihracattaki rekor.
Peki muhafazakârların gündemi hangisi?
Evet, muhafazakârlık ve muhafazakârlar üzerine yazılmaya ve konuşulmaya başlandı. Bunu bazen bizatihi muhafazakârlar bazen de laik/seküler kesimden akademisyen, yazarlar yapıyor.
Henüz derinleşmiş bir tartışma olmasa da önemli.
Şunu kabul ederek başlayalım. Türkiye’de muhafazakâr kesim tıpkı Kürtler ve Aleviler gibi bu devletin “yasaklı çocuğu” idi. Bu yüzden kurdukları partilerden yayın organlarına kadar kurdukları tüm kurumlar çok sıkı denetlendi ve çizilen sınırı aşanlar da kapatıldı. Bu kesimler sürekli devletin gözetimi altında kaldı.
Her ne kadar muhafazakârlar 1970’lerden 80’lerin başına kadar devletin sola ve Kürtlere karşı ideolojik olarak kullandığı “araç” olduysa da, yasaklı çocuk olma hali devam etti.
1960’ların sonu ve 1970’lerle başlayan tartışmalar ile yükselen kimlik politikaları Türkiye’de de etkili oldu. Muhafazakârlar, Kürtler, Aleviler ve diğer toplumsal kesimler bu kimlikleri ile kamusal alanda daha görünür olmaya, görünür oldukça da siyasallaşmaya başladılar. Bunlar içinde özellikle muhafazakâr ve Kürtler siyaseten birer özene olmayı başardılar.
SEKÜLER KUŞAĞIN SİYASALLAŞAMASI
Muhafazakâr kesimin kamusal alana çıkarak açık bir siyasallaşma yaşaması, özellikle de başörtüsü üzerinden yaşanan tartışma, muhafazakâr “kadın”ın bir siyasal özneye dönüşmesinin yolunu açtı.
Bu dönüşüm sadece kadın ile sınırlı kalmadı. Bu süreçte muhafazakâr kesimde genç eğitimli bir kuşak yetişti. Bu kuşağın en temel özelliği, dünyaya daha açık, bireysel tercihlerde daha özgür, muhafazakâr değerleriyle Batılı değerleri sentezleyerek bir tür “sekülerleşme” yaşamasıdır. Bu kaçınılmaz olarak siyasete de yansıdı.
28 Şubat sürecinde muhafazakâr kesim içinde yaşanan iç gerilim, büyük ölçüde bu sekülerleşme ile başlayan siyasallaşmanın kendini siyasal aktöre dönüştürme süreci oldu.
İşte AK Parti iktidarı büyük ölçüde bu kamusallaşmanın ve sekülerleşmenin sonucu ortaya çıktı.
Bu süreç, siyaseten toplumsal taleplerin kamusal alana yansıması, kamusal alanda farklılıklara eşit duran bir devlet talebi olarak da kendini hissettirdi.
Bu açıdan 2010’lu yıllara kadar muhafazakâr kesim hem kendi içinde hem de farklı kesimlerle bir koalisyondu. Sonraki yıllarda yaşadığımız süreç; muhafazakârlar içindeki devleti ele geçirme mücadelesi ve galip gelenin AK Parti olması oldu.
LÜMPEN PARTİCİLİK
AK Parti’nin devleti ele geçirme süreci adım adım onu devlete eklemleştirdi.
Bu sürecin muhafazakâr tabandaki yansıması ise sekülerleşen muhafazakâr kesiminin lümpen bir AK Partililiğe dönüşümü oldu.
Partiden devlete terfi eden AK Parti, kendini dünyalılaştıran bir kimliği değil, kendisine meşruiyet sağlayan bir kimliği inşa etmeye soyundu. AK Parti, bu kimlikle hem kendini daha güçlü hem de Orta Doğu lideri hissetti. Dünyaya nizam veren oyun kuran bir ülke olma hayali gerçeklikten bağın kopmasına yol açtı.
AK Parti’nin devlete eklemlenmesi zihinlerindeki şu gerçeği dışarı vurdu: “Otoriter de olsa özünde devlet iyidir. Devleti bugüne kadar ehil olmayan inşalar yönetti. Biz ehil insanlar olarak bu devleti daha iyi yönetiriz”. Nitekim son yıllarda devlet kurumlarına ve devletin kendisindeki değişme baktığımızda; demokratikleşen, küçülen değil tersine tüm kurumları ile genişleyen, özel hayatımıza kadar sızan bir parti devletine dönüşmesini görürüz.
AK PARTİLİLER VE ÖTEKİLER
Bugün AK Parti, toplumsal talepleri siyasete taşıyan, onları çözen bir parti değildir. AK Parti kendi meşruiyetini sağlamak için bir AK Partili bir kimlik yaratmaya soyunmuş ve devlet imkanlarını buna seferber etmiştir. Toplumsal talepleri çözen değil, toplumu dönüştürmeyi hedefine koymuş bir partidir. Bunu da plebisiter bir çoğunlukla sürdürme arzusunda olan AK Partililerin partisidir.
Bunun için önümüzdeki dönemde ve ilk seçimde AK Partililerin de içinde olduğu muhafazakârları sadece siyasi değil daha temelde ahlaki bir sınav bekliyor.
Hangi dinsel cemaate bağlı olursa olsun, hangi siyasal görüşe yakın olursa olsun muhafazakârlar bu sınavı verecek. Muhafazakârların sınavı kamusal alanda seküler dünyanın parçası mı olacaklar yoksa AK Parti ve devletinin dönüştürdüğü topluma, devletten aldıkları yardımların karşılığında itaat mi edecekler?
Muhafazakârların tercihinin bir ucunda samimi olarak inanan ve inandıklarını sekülerleşerek kamusal alanda yaşamak isteyen, Müslüman birey/cemaat olmak var. Diğer ucunda İslami bir kimlik ve pratik içinde tüm varlığını parti/devlete bağlamış, eleştirel aklı kaybetmiş, onun çizdiği sınırlar içinde yaşamayı ideolojik olarak tercih etmiş lümpen AK Partililik var.
Kısaca muhafazakârlar bugün, AK Partililik ile Müslüman birey olma arasında bir tercih yapacaklar.