Muhafazakâr kadın, muhafazakâr erkek çatışması nasıl başladı?

Abone Ol
Türkiye’deki totaliter “modernleştirici” akıl, kadınları başörtülerini çıkarttırarak dönüştüreceğini zannetti ama asıl dönüştürücü olan, onların tam da oldukları gibi kamusal hayatta rol alabilmeleriydi. Devletin vatandaşlarına bir kıyafet kodu dayatması totaliter bir yaklaşımdır. Bu hâlde, en iyisini, en doğrusunu bilen devlet bütün vatandaşların da bu mutlak doğruya göre hareket etmesini ister. İran rejimi kadınların başörtüsü takması gereğini, tartışılması bile mümkün olmayan bir hakikat olarak kabul ediyor ve bunu bütün kadınlara dayatıyor. Karşılaştığı olağanüstü başkaldırıyla bir nebze olsun yumuşadı, ama dayatmacı mantığında değişen bir şey yok. 90’lar Türkiye’sinde de kadınlara başörtülerini çıkarmaları dayatılıyordu. O zamanlar güçleri ve düzen içindeki yerleri sorgulanamaz olan askerler böyle buyurmuşlardı. 28 Şubat post modern askeri darbesinin en bilindik sonuçlarından birisiydi üniversitelerde uygulanan başörtüsü yasağı. Tabii hiç kimse bir gecede “irşad” olamayacağı için üniversitelerdeki bu kıyafet yasağı, kadınları değişik yollara itti. Kimi kadın öğrenciler başlarına peruk taktılar. Kimileri bone. Bazıları da bu baskılara yenik düştü ve istemeye istemeye de olsa başörtülerini çıkarmak zorunda kaldılar. Üniversiteye girerken başörtüsünü çıkarıp, ayrılırken takanlar vardı. Aile baskısı nedeniyle başörtüsü takan küçük bir kadın gurubu için üniversitedeki başörtüsü yasağı, özgürleştirici bir etki yaratmış olabilir. Ama büyük çoğunluk için, oldukça acı bir tecrübeydi bu. Eğitim almak için kapısına gittikleri üniversite, onları içeri kabul etmek için kıyafetlerini değiştirmelerini istiyordu. Üniversitelerin girişlerinde “ikna odaları” bile kurulmuştu. Buralarda kadınlara başörtüsü takmanın “yanlışlığı” anlatılıyordu. Bilmiyorum, bugünlerden geriye bakınca, o gün o uygulamaları haklı bulup, bugün yanlış olduğunu düşünenler var mı? Yoksa herkes kendi pozisyonlarını mı savunuyor? Ben o gün de devletin bu tür müdahalelerini fevkalade yanlış buluyordum bugün de öyle. Bu uygulama, temel insan haklarına aykırı olduğu gibi, ayrımcı ve hedeflediği amacın tam tersine hizmet eden faşizan bir dayatmaydı. Bu uygulamaların insanların inanç özgürlüğünü hedef alması ve görünür “simge” nedeniyle sadece mütedeyyin kadınları hedef alması nedeniyle, ayrımcı olmasını bir kenara bırakıyorum. Neden hizmet ettiğini söylediği amacın tam tersi istikamette hareket ettiğini açıklamak isterim. Bu dayatmaları yapanlar, başörtülerini çıkarmaya zorlayarak kadınları özgürlüğe davet ettiklerini sanıyorlardı.
Parlamentoda aldığı bazı tutumları, haklı olarak beğenmeyebilirsiniz ama AKP milletvekili Özlem Zengin’in Kadına karşı şiddetle ilgili yasayı kastederek “6284 Kırmızı çizgimizdir,” çıkışı, bu bağlamda çok önemli bir dönüm noktasına işaret ediyor.
Ama asıl yaptıkları şey, eğitim hakkından mahrum bırakarak, kadınları kamusal hayatta rol almaktan menetmekti. “Modernleştireceğiz!” derken, kadını ataerkil ilişkilerin hüküm sürdüğü evde ve kapalı kapıların ardında yaşamaya mahkûm ediyorlardı. Hâlbuki modernleşme dediğimiz şey tam da o ataerkil yapının dönüşüme uğramasıydı. Sosyolog Gordon Marshâll’ın anlatımıyla modernleşme, pek çok farklı yolla başlatılabilen bir süreçti ve o sürecin sonucunda “geleneksel toplumun basit yapıları modern toplumların karmaşık yapılarına dönüşüyor”du. Nilüfer Göle, “İslam’ın Yeni Kamusal Yüzleri” (Metis Yayınları, 2013) isimli çalışmasında, bundan tam on yıl önce, bugün çok daha net bir şekilde görünür olan, muhafazakâr kadının dönüşümünü fevkalade veciz bir şekilde anlatır. Nilüfer Göle’ye göre, muhafazakâr kadınların toplumsal hayata dahil olmaları, memur ve vatandaş olarak şehre ait mekanlarda artan görünürlükleri, erkeklerle sosyalleşmiş ilişki biçimleri, dinin belirlediği toplumsal düzen, cinsiyet ilişkileri ve rollerinden belirgin bir kopuşa işaret eder. Kadınlar iç mekânlardan dış mekânlara taşındıkça, yeni edindikleri kamusal rolleriyle, modern bireyin oluşmasına katkıda bulunurlar. Başörtülü kadınlar söz konusu olduğunda bu “modern bireyin” oluşmasına en büyük katkıyı AKP hükümetinin sağladığına hiç şüphe yok. Muhafazakâr kadınlar, üniversitede, iş yerinde, her yerde özgürce başörtülerini takabiliyorlar. Onlar evlerine ekmek götüren bireyler artık. Ve işte tam da bu dönüşüm, geleneksel ataerkil ilişkilere en büyük tehdidi oluşturuyor. Parlamentoda aldığı bazı tutumları, haklı olarak beğenmeyebilirsiniz ama AKP milletvekili Özlem Zengin’in Kadına karşı şiddetle ilgili yasayı kastederek “6284 Kırmızı çizgimizdir,” çıkışı, bu bağlamda çok önemli bir dönüm noktasına işaret ediyor.
Muhafazakâr kadınların bu özgürleşme mücadelesine herkes destek vermeli. Bu bağlamda, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasasıyla ilgili mesajında doğrudan muhafazakâr genç kadınları muhatap alması, onlara özgürlüklerinin ellerinden alınmak istendiğini hatırlatması çok kıymetliydi.
Kadınların evde gördükleri şiddetten, devletin yardımıyla kurtulabilmelerini temin eden bu yasa sadece “seküler” kadınlar için değil, mütedeyyin ve muhafazakâr kadınlar için de önemli bir teminat oluşturuyor ve onlar da bunu çok iyi biliyorlar. Zengin’in bu net ve kararlı çıkışının, muhafazakâr erkekleri de şaşırttığını söylemeliyim. Özlem hanım çok sayıda hakaret ve tehdit mesajı aldığını açıkladı. Bana kalırsa, Özlem Zengin’in bu çıkışı (ataerkil) “muhafazakâr erkekler” ve (modernleşen) “muhafazakâr kadınlar” arasındaki ayrışmanın ilk kamusal görünümlerinden birisini ortaya koyuyor. Türkiye’deki totaliter “modernleştirici” akıl, kadınları başörtülerini çıkarttırarak dönüştüreceğini zannetti ama asıl dönüştürücü olan, onların tam da oldukları gibi kamusal hayatta rol alabilmeleriydi. Bu dönüşüm hâlen devam ediyor ve önümüzdeki zamanda başörtülü kadınların, ataerkil ilişkilerin tahakkümünden kurtulmak için verdikleri mücadelenin, ataerkil erkek zihniyetiyle çatışmalarının daha da derinleştiğine tanık olacağız. Muhafazakâr kadınların bu özgürleşme mücadelesine herkes destek vermeli. Bu bağlamda, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasasıyla ilgili mesajında doğrudan muhafazakâr genç kadınları muhatap alması, onlara özgürlüklerinin ellerinden alınmak istendiğini hatırlatması çok kıymetliydi. İster açık ister örtülü olsunlar, kadınların özgürlük mücadelesi çok kıymetlidir ve Türkiye’nin özgürleşmesine en büyük katkı da buradan gelecektir.