Milliyetçi gelenek nasıl yalan oldu?

Abone Ol
Milliyetçilik bu memlekette tabiatı gereği gelenek ile modern arasındaki makuliyeti temsil ediyordu. Geleneğin İslamcılık tarafından, modernin Kemalistler tarafından istismarını engelliyordu. Adı konmamış bir merkez potansiyeli taşıyordu. Türk modernleşme sürecinin sosyal dokuda bir yarılmaya sebep olduğu artık herkesin malumu haline geldi. Bu yarılma en kaba tanımla sosyal hayatta gelenek ve modern; siyasal hayatta ise gelenekçilik ve modernistlik olarak dışa vurdu. Tüm ideolojiler ve siyasi temsilleri bu hattın içinde mecburen bir tarafta pozisyon aldı. Cumhuriyet’in yaşadığı bu kriz gelenek tarafında İslamcılıkla, modern tarafta ise Kemalizm ile temsil edildi. Siyasi hesaplaşma bu polarizasyonla şekillendi; kamu iktisadi kaynakları bu marjinal pozisyonlara göre dağıtıldı. Devletin siyasi ve iktisadi tüm birikimi bir sarkaç misali bu taraflar arasında heba oldu durdu. Bir türlü siyasi ve iktisadi kamusal menfaat en geniş mutabakatla temsil edilemedi, milletin tamamını gözetemedi. Milliyetçilik ve milliyetçi gelenek bu memlekette tabiatı gereği gelenek ile modern arasındaki makuliyeti temsil ediyordu. Muhafazakâr milliyetçiliğin entelektüel neşriyatını takip edenler bunu bilir. Ziya Gökalp, Peyami Safa, Mümtaz Turhan ve Erol Güngör bu silsilenin başlıca örneklerindendir. Bu milliyetçi hermenötik ve entelektüel gelenek aslında gelenek ile modern arasında bir uzlaşma zemini, bir geçiş güzergâhıydı. Milliyetçi hermenötik, geleneğin İslamcılık tarafından, modernin Kemalistler tarafından istismarını da büyük ölçüde engelliyordu. Bu anlamda milliyetçi gelenek adı konmamış bir merkezi zaten potansiyel olarak taşıyordu. Bu, geleneği ve moderni hem eleştirebilen hem savunabilen yegâne bir merkezdi. Devleti ve milleti, halk ile hayatı beraber kotarmanın yoluydu. Milliyetçi ortalamanın entelektüel geleneği, Kemalist devrimlerin modern hayata ve devlete dair zaruri olan evrensel ve insani taraflarını destekliyor; hayatı keyfi biçimde şekillendiren ve hayatla savaşan otoriter ve sembolik taraflarını eleştiriyordu. Yine aynı milliyetçi ortalama entelektüel yorum, geleneğin hurafi ve çağ dışı kalmış taraflarını ayıklıyor; evrimsel süreçte milletin kamusal faydasına kullanılabilecek kümülatif mirası da rasyonelleştirmeye çalışıyordu. Geleneğin hayatı yeni dönemde zorlaştıran ve devletin yenileşmesine mani olan mutaassıp taraflarına neşter vuruyor; geleneğin geleceğe açılan jeo-stratejik ve siyasal varoluş sebeplerini de güncellemeye çalışıyordu. Tanzimat döneminden beri milliyetçi hermenötik, dini ve örfi olanı muasırlaştırmaya çabalıyor; direnç noktalarını ayıklıyor, potansiyel noktaları gün yüzüne çıkarıyordu. Dünden bugüne çok tartışılan malum modernleşme meselesinde; tekil modernleşme yerine alternatif bir çoğul modernleşme arzuluyordu. Bir anlamda kendi kalarak yenileşmenin ve modernleşmenin geniş bir mutabakatla imkânını arıyordu. Bu anlamda aslında memleketin yüksek düşünceye talip olmuş ilim sahibi alimlerini de büyük ölçüde çatısı altında toplayabiliyordu. Geleneği temsil edenler de moderni savunanlar da burada kendine yer bulabiliyor; bu makul pozisyon bir anlamda İslamcılığın ve Kemalizm’in ideolojik istismarından entelektüelleri bir şemsiye gibi muhafaza edebiliyordu. Tüm bunlar aktüel siyasette de aslında bir nebze karşılık buluyor, doksanların sonuna doğru milliyetçi gelenek iktidara ortak olacak makuliyeti ve merkezi, adeta yoktan var olmuş bir hareketle büyük ölçüde yakalayabiliyordu. Bu aktüel siyasi temsil, Cumhuriyet ve kurucu değerlerle büyük ölçüde barışık ve sistemin yanında konumlanıyor; geleneğin örfi ve dini kısmında rasyonel olana dair geniş bir uzlaşma alanını temsil ediyordu. Bu vaziyet, bir elin parmağını geçmeyen çocuklarla çıktıkları yolda onları iki binli yılların başında iktidar ortağı bile yapabilmişti. GELENEKÇİLER MERKEZE TALİP OLURKEN MİLLİYETÇİLER… Bir süre sonra Kemalistler ile İslamcılar arasındaki uzun soluklu çatışma ve makulü tahrip eden marjinal zemin, gelenekçilerin popülist ve fakat demokrat bir dille yenilenerek siyasetin merkezini kurmaya talip olmasına yol açtı. Hatta öyle ki bu siyasi yeni merkez arayışında gelenekçiler içinde konumlanan İslamcılara en büyük entelektüel destek de yine makul milliyetçi entelektüellerden geliyordu. Milliyetçi gelenek ve entelektüelleri iktidar değişimiyle birlikte artık kendi siyasetine inancını büyük ölçüde kaybetmiş ve ortadan ikiye bölünmeye başlamıştı. İslamcı demokratların yeni merkezine destek verenler ile Kemalist zeminde atıl bir demokrat pozisyonu destekleyenler artık iki ayrı ucun makuliyet zeminiydi. Zaman geçtikçe ülkede makuliyet zemini kalmadı, popülizm ve marjinal siyaset kutuplaşmayı derinleştirdi. Milliyetçiler de seçtikleri taraf her ne olursa olsun makuliyetlerini konjonktürle beraber yitiriyordu. Milliyetçi hermenötik bir süre sonra bu memlekette gri zemini taşıma iddiasını kaybetti. Herkes bir taraf seçmek mecburiyetinde kaldı; taraf seçmek çift kutuplu istismarın bir ucundan tutmayı gerektirdi. Bu ülkede geleneği İslamcılara, moderni Kemalistlere bırakmayacak bir uzlaşma zemini, makul bir ara ton vardı ve fakat aktüel olarak da entelektüel olarak da bugün yok, maalesef bittiler. Cumhuriyet, Kemalistlerle İslamcılar arasında krize girdiğinde; makul milliyetçi hermenötik aktüel siyasete yeni bir merkez iddiasıyla taşınabilseydi, bu ülke bunca şeyi hiç yaşamadan reform ve restorasyonla yola devam edecekti. Oysa milliyetçi gelenek başkalarınca kurulan merkezlerin makul parçası, türlü temsillerde demokratların oyuncağı oldu. Kriz giderek büyüdü. Bu elbette sadece onların suçu değil. Aktüel milliyetçi parti temsili de zaten biteviye makul ve merkeze dair tüm yolları milliyetçilere tıkıyor, sürekli marjinali yeniden üretmeye çalışıyordu. Belki esas sebep de bu milliyetçilikle milliyetçilerin arasındaki makulü tıkayan parti temsilidir. Milliyetçiliğin modern tarafta Kemalistlerin, gelenekçi tarafta İslamcıların içinde erimesinin ve istismarının başka türlü bir açıklaması olamaz. Onları yatağına kırgın ırmaklar gibi başka havzalara yönlendiren en büyük şey galiba aktüel bu parti temsilidir. Şimdilerde yeni bir merkez arayışı tüm ülkede güçlendi zira iktidarın temsil ettiği merkez çöktü. Milliyetçiler demokrat usulde makul bir merkez arayışını, yaslandıkları varoluşsal tabii sosyal alandan, gelenekten moderne bir kamusal mutabakattan üretebilirler. Merkez için tabiatları müsaitse de bu tabiatın üzerine kuracakları hayat da müsait; yeter ki milliyetçiliğin ekmek, özgürlük ve hayatla ilişkisine talip olabilsinler. Milliyetçi temsil, iki binli yılların başında kaçırdığı bu potansiyeli kinetiğe çevirme şansını umarım bu defa heba etmez.