Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin'e açık mektup
Sakın bize “soruşturma açalım” demeyin, çünkü bu 15 yıllık süreçte ben MEB tarafından açılan hiçbir soruşturmadan örtbas ya da cezasızlık dışında bir sonuç çıktığını görmedim.
Merhaba Sayın Bakan, tahmin ediyorum çok yoğunsunuz ama umarım iyisinizdir, afiyettesinizdir. Bizi soracak olursanız pek de iyi değiliz.
Şöyle özetleyeyim;
Ben bir avukatım, zamanımın büyük kısmını kendi işimin yanı sıra, gönüllü olarak, engelli ve daha çok da otizmli çocuklarının hukuki sorunlarıyla ilgili bana danışan ailelerle geçiriyorum.
Aynı zamanda dernek başkanıyım, 20 yılı aşkın süredir sivil toplumcuyum, bunun son 15 yılı otizm ve engelliler alanında geçti. Dolayısıyla alanda sizden bile eskiyim. Ancak aynı zamanda sizin çocuğunuzla aynı yılda doğmuş bir çocuğum var. Sizinkinin aksine oğlum bu eğitim sisteminin başarılı çocuğu değil, eğitim zayiatı konumunda görülüyor.
En iyisi hikâyeyi size en baştan anlatayım;
Ozan 2006 yılında doğdu, 2008 yılında 2 yaşındayken çocuk doktoruna oğlumda bir farklılık sezinlediğimi, onunla iletişim kurmakta zorlandığımı söyledim, aldırmadı, faturayı bana çıkardı, daha fazla ilgilenin dedi.
Bundan 6 ay sonra oğluma otizm tanısı kondu. Yıl başına birkaç gün kalmıştı, 2009 yılı bizim için çok farklı başladı.
Önce ne yapacağımızı bilemedik, herkes bize “eğitim, eğitim, eğitim” diyordu ancak gittiğimiz hiçbir rehabilitasyon merkezinde otizm konusunda iyi eğitim almış eğitimciler bulamadık. Üstelik büyük kısmında karşımıza gözlerinde dolarlar uçuşanlar, tek derdi elimizdeki devlet raporunu alıp işletmesini döndürmenin peşinde olanlar çıktı. Birkaç ayın sonunda büyük bir umutsuzlukla baş başaydık.
Etrafımızdaki pek çok kişi ”bu ülkede engelli bir çocuğun geleceği yok, alıp başka bir ülkeye gidin” dedi. Biz ise kalıp hem diğerleri hem de ülkemiz için mücadele etmeyi, bu konuya katkı vermeyi seçtik. Doğru bir karar mı vermişiz, yazının tamamını okuduğunuzda siz söyleyin.
Oğlumuzu kreşe yazdırdık, hemen velilerden birkaç telefon geldi, “neden bizim sınıfımıza otizmli bir çocuk alındı, biz istemiyoruz” dediler, neyse ki kreş sahibi bunlara direnecek kadar onurlu bir insan çıktı.
Ama daha 2. adımda yani, ertesi yıl, ana sınıfı yaşı geldiğinde oğlum ne devlet okullarına ne de özel okula girebildi. Onlarca okul gezdik, hiçbiri oğlumu kabul etmedi. Sonunda birini ayrımcılıktan dava ettik. Davamız Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar gitti. Biz o yıl açıkta kalan oğlumuza evde kendimiz eğitim vermeye başladık. Hatta teknolojiye çok düşkün olduğu için ona bir ipad aldık. O yıl, hiç öğretmeni ve okulu olmadığı halde o ipad ile oğlum önce İngilizce, sonra Türkçe okuma yazmayı kendisi söktü. Anlayacağınız her türlü eğitim kuramını elleriyle yıkmış oldu.
Dava basın yoluyla duyulunca ertesi yıl, ilkokul çağında okullar oğluma “almayız” diyemedi, bu kez evimize en yakın devlet okuluna kayıt edildi ve kaynaştırma öğrencisi oldu ama bu sefer de her çocuk için yasal zorunluluk olan Bireyselleştirilmiş Eğitim Programı ve Destek Eğitim Odası taleplerimiz karşısında okulun direnci başladı.
“Çocuğu okula aldık işte, daha ne istiyorsunuz” cümlesini duyduk. “Bu çocuklardan bir şey olmaz, aslında bu çocukların yeri burası değil siz biraz hırslı bir annesiniz galiba, kendinizi yormasanız alıp Amerika’ya falan götürseniz” gibi tavsiyeler… Her günümüz, her anımız bunlarla geçiyordu.
Okul müdürü, yardımcısı, rehber öğretmenler çoğunlukla bu yasa ve yönetmeliklerin tamamen göstermelik kağıtlar olduğunu düşündüğünden bize sanki çok anormal taleplerimiz varmış gibi davranıyordu. Zaten tam birine konuyu anlatıyorduk o esnada ya rehber öğretmen ya müdür yardımcısı değişiyor yeni gelenle baştan başlıyorduk. Mecburen, oğlumuz bari akranlarıyla günde birkaç saat bir arada olabilsin diye bir dava daha açmadık, ne kadar sosyalleşse kârdır dedik. Dışarıdan konuşma terapisi, özel yapılandırılmış spor çalışmaları, müzik, özel eğitim gibi çalışmalarla tamamen kendi bütçemizden destekliyorduk. Geçenlerde bir hesap yaptım, o dönem devletin veremediği bu eğitim için biz o günkü kurdan hesaplarsak tam 500bin usd seviyesinde bir maliyeti borç, harç, kredi vb şekillerde ödemişiz.
O süreçte rehabilitasyon merkezlerinden de vazgeçtik, o günden beri raporunu kullanmadık bile. Düşünün İstanbul gibi bir yerde merkeze gitmesi gelmesi zaten 1-2 saat, seans haftada 2 kez, 40 dakika. Hoş geldin güle güle derken 20 dakikası gidiyor. Karşınızda otizm konusunda hiçbir eğitimi olmayan, çoğu birkaç ayda bir değişen, çalışma koşullarından mutsuz, geçici bazı öğretmenler çıkıyor ve kalan bu 20 dakikada bir mucize bekleniyor onlardan da… Kalsın dedik, devlete yük olmayalım boş yere, onu da biz üstlendik.
İlkokul boyunca oğlum hiçbir şekilde okulda alması gereken eğitim desteğini alamadı, yanında yardımcımla öğretmeni rahatsız etmeyecek kadar süre, mesela günde 2-3 ders için okula gitti, her türlü masrafı sigortası, maliyeti tarafımızdan ödendi, kâh vardı kâh yoktu, satıp savdık olmayınca kredi aldık yine ödedik bir şekilde.
Sıra ortaokula geldi, önce yine mahallemizdeki okulun “seçkin” bir okul olduğu ve oğlumuzun engelli olması dolayısıyla kabul edilmeyeceği söylendi. Hatta buraya kayıt parası 8-10 bin liralar dönüyor, sizinkini hiç almazlar dedi bir öğretmen. Bu tür engeller çıktığı her sefer olduğu gibi ben “yasa, yönetmelik, dava ederim” diye başlayınca zorunlu olarak kaydedildi.
Ancak yine 2 sene uğraşmama rağmen bir BEP komisyonu kurduramadım ve bu planı, çalışmayı yaptıramadım. Artık o yıl isyan ettim. Çünkü bir öğretmenden “siz kaynaştırma öğrencilerinin velileri ne kadar şımarıksınız, BEPmiş, destek eğitimmiş, ne çok talebiniz var” cümlesini duyunca sigortalarım attı.
Çocuğumu okuldan aldım ve bir daha göndermeyeceğimi, kaydını silmelerini talep ettim. O dönem konu uzayıp basına yansıyınca nedense birden oğlumun okula gitmiyor olması sorun olarak görüldü ve aniden evimize İlçe Milli Eğitim Müdürü bir ziyaret yaptı. Bana Ozan’ın eğitiminin ne kadar önemli olduğunu, onu okula göndermemekle çok yanlış yaptığımı falan anlattı.
Bir türlü yer bulunamayan Destek Eğitim Odası ben dönemin bakanı Ziya Selçuk ile bizzat görüşüp bütün sorunları anlatınca aniden ertesi hafta törenle açıldı. Açılışta tüm MEB camiası da o ana kadar görevini yapmayan o İlçe Milli Eğitim Müdürü de kurdele kesti. Beni de davet ettiler ama gitmedim. Oğlum 6 ay kadar destek eğitim almıştı ki salgın patladı.
Oğlum o yıl 8.sınıf öğrencisiydi, salgının ilan edildiği günden sonra bizi ne okul ne Milli Eğitim aramadı bile, online eğitimse hiçbir şekilde özel eğitim alanına uygun bir yöntem değil, biz yine çalışmalarımızı evde kendi imkanlarımızla sürdürdük.
Ertesi yıl 1,5 yıl boyunca okula gitmemiş ve kimsenin arayıp sormadığı oğlum için bir karne tutuşturuldu elimize. Meğer çocuğum epey bir eğitim almışmış, hatta öyle başarılı olmuş ki takdirname almaya da hak kazanmış. Bu belgeyi saklıyorum, evrakta sahtecilik resmi yolla nasıl yapılıyor bunun bir kanıtı olarak.
Lise çağı gelince evimize en yakın Mesleki Teknik Liseye vermek istedik, müdürü burası proje okulu olacak dedi ve kaydını bile yapmadı. Onun yanındaki liseye gitse olur mu dedik, orada da ancak özel eğitim sınıfına alınabileceği söylenince aslında kaynaştırma öğrencisi olarak devam etmesi gereken çocuğumuzun raporunu artık sistemden tamamen umudu kestiğimiz için, kendi elimizle orta ağıra değiştirilmesi için RAM’a başvurduk.
O okuldaki özel eğitim sınıfına oğlum 2 kez gidebildi, servis yok, 4 metrekare odada 2 öğretmen ve 5 öğrenci kayıtlı. Yanda bomboş kocaman bir sınıf boş duruyor, burayı bize verseler dedik, tam hazırlık yapılsın diye bekliyorduk ki bu özel eğitim sınıfının iptal edildiği ve başka bir okula gitmemiz gerektiği söylendi.
Bütün bunlar olunca bari başka bir ili deneyeyim, İstanbul’da işler daha zor acaba şansı olur mu diye düşündüm. Bu kez de kaynaştırmadan, özel eğitime değiştirdiğimiz raporu özel eğitim uygulama okuluna kadar indirdik ve Bodrum’a gittik. Oradaki Özel Eğitim Uygulama okulunda 8 derslik var, 1-2-3 kademe tüm öğrenciler o 8 derslikte, öğretmenlerin gözü parlıyor ama imkanlar bu kadar. Ram Müdürü dünya güzeli bir insan ama yetkileri bir noktaya kadar. O da olmadı.
Bodrum da olmayınca ailemin yaşadığı Tekirdağ’a gidelim, bir de orada şansımızı deneyelim dedik. İkameti aldık oraya gittik. Orada da zorunlu olarak Uygulama Okulu’na kayıt yaptırdık ama artık aslında oğlumun düzeyine hiç de uygun olmayan bir sınıfa düşüyor. Üstelik okul 80’li yıllardan kalma çok eski bir binada, deprem yönetmeliğine de uygun değil, bence acilen yıkılması gerekiyor.
Merak etmeyin yeni okul yapılıyor, bir bağışçı var dediler, gittik baktık kaba inşaatı bitmiş, bari bekleyelim, en azından tekrar deneriz dedik. İnşaat biteli çok oldu ama şu an çevre düzenlemesini bekliyoruz dediler. Hedefleri 2. dönem açmakmış. İnşallah, maşallah…
Anlayacağınız oğlum salgının ilan edildiği günden beri evde, eğitimini bizzat kendim veriyorum. Dün beni kayıtlı göründüğü uygulama okulunun rehber öğretmeni aradı, devamsız öğrencilerin durumunu tespit edeceklermiş.
Böyle anlarda MEB bizimle dalga geçiyor diye düşünmeden edemiyorum. “Tüm sebepler bizim yıllardır verdiğimiz dilekçelerde mevcut daha neyi tespit edeceksiniz. Kaç AB hibe projesi yapıldı, milyonlarca avro bütçeler harcandı bunlar için, bütün sonuç raporları arşivde çürüyor, eylem planınız var, bizden daha ne istiyorsunuz hocam” dedim.
Oğlumun 3 yaşından 18 yaşına kadarki eğitim macerasını size sadece ana başlıklarıyla, en özet haliyle anlattım. Ozan şu an evde. Heykel yapıyor çünkü çok yetenekli bir çocuk, davul çalıyor çünkü absolut kulak, teknoloji ile arası çok iyi müthiş bilgisayar kullanıyor. Sosyalleşme konusunda hiçbir sorunu yok, benimle Ankara’da toplantılara bile geliyor. En son toplantıda biz heyetle konuşurken ağzından “Otizm Eylem Planı” sözleri dökülünce hepimiz dönüp ona baktık. O artık 18 yaşında bir genç, haklarını da öğrendi sanıyorum, bütün olan bitenin farkında.
Özet dedim ama bir ömrü bir solukta anlatmak kolay değil, sonuç olarak bu çalışmalarımız boyunca tanıştığım 9 bakan, sayısını unuttuğum kadar Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürü ve Daire Başkanı var. Kimileri geldi, baktı, dokunmadan geçti, kimileri biraz çaba gösterse de sonuç alamadı.
Bugün durum şöyle: Elimde bir liste var, ülkenin her yerinden her gün beni arayan ve hukuki yardım isteyen anneler.
Birinin oğlu sınıfın ortasında darp edilmiş, diğerinin oğluna öğretmen arkadaşlarının önünde “gel buraya otistik, geçen sene başka bir manyak vermişlerdi, o gitti sen geldin benim başıma bela olarak” diyor, diğeri özel okulda bu yaşa kadar kaynaştırma öğrencisi olarak okumuşken yeni gelen müdür “burası özürlü okulu değil, alsın gitsin başka okula” deyip kaydını yenilemiyor çocuk 6 aydır açıkta, bir diğeri serviste hostes yok dediği için okul yönetimi “itiraz etmeyin bu servisi de vermem” diye tehdit ediyor.
Daha sayabileceğim o kadar çok örnek var ki öğrenmek isterseniz hepsi bende isim isim, okul okul kayıtlı. Ancak sakın bize “soruşturma açalım” demeyin, çünkü bu 15 yıllık süreçte ben MEB tarafından açılan hiçbir soruşturmadan örtbas ya da cezasızlık dışında bir sonuç çıktığını görmedim. Bu olaylar olunca sadece çocuğun okulu değiştiriliyor, sanki suçu işleyen çocukmuş gibi… Ne öğretmenlere ne okul yöneticilerine dokunulmuyor, böyle olunca da bir diğeri aynı davranışlara teşvik edilmiş oluyor.
Özetle, ben artık sizden oğlum için eğitim talep etmiyorum, çünkü okuduğunuz belki de okumayıp ilgili danışmana yönlendireceğiniz bütün bu süreç beni, artık bırakın oğluma eğitim talep etmeyi, oğlumu bu sistemin zararlarından nasıl korurum diye düşünecek noktaya getirdi.
Lütfen zorunlu eğitim yasasını değiştirin, talep edenler için bir evde eğitim yönetmeliği çıkartın ve bize kendi çocuğumuzu eğitebilme hakkı tanıyın, bunun karşılığında da biraz vergi indirimi getirin ki bize reva görülen bu muamele için üste tonla para ödüyormuşuz gibi hissetmeyelim…
Maruzatım bundan ibarettir… Saygılarımla.
Not: Geçenlerde Kağıthane’de bir Özel Eğitim Uygulama Okulunun açılışında yaptığınız konuşmayı izledim, “ülkemiz özel eğitim alanında Dünya’ya örnek uygulamalara imza atıyor” demişsiniz, nerede, hani, biz neden göremiyoruz?