Loading...
Merkezi idare-yerel yönetim rekabetinde: Suya batan Başkent
Günün sonunda vatandaşın yaşamına mal olmanın nedeni, kamu idaresinin tarafsızlık niteliğini yitirerek siyasallaşmasıdır. Böyle bir rejimde, bir felaket olduğunda elbette merkezi otorite ile yerel otorite birlik olamaz.
Geçtiğimiz günlerde Ankara, tam olarak bir doğal afetle mücadele etti. Başkent oluşundan beri belki de sıralamaya girecek bir yoğunlukta sağanak yağmura maruz kaldı. Bayındır ve alt yapıya ilişkin herhangi bir problemin akla gelmeyeceği Ayrancı gibi merkezi semtlerinden, zaten kimi problemler yaşandığını bildiğimiz Akyurt gibi çevre ilçelerine kadar suya battı diyebiliriz başkent. Bu görüntülerin bir kısmı anlık olup alt edilse de bazılarında kalıcı hasarlara neden olacak sonuçlar ortaya çıktı. Buraya yazmaktan utanç duyacağımız şeyler oldu hatta: Başkent’te yaşanan sel felaketi 3 insanın hayatına mal oldu.
Bir ülkenin başkenti, kentsel gelişkinlik olarak oranın en ileri yeridir. Ya da öyle olması beklenir. Nitekim Ankara, kurtuluş mücadelesinde, Anadolu’nun stratejik noktası olmasının büyük katkısıyla yeni devletin başkenti seçilmişti. Ve o günden bu yana yani tam bir asırda elbette çok mesafe kat etti. O tarihte uzaktan bakıldığında şimdiki Orta Anadolu yerleşkelerinden bir farkı olmasa da başkentlik mertebesi onu koca bir metropol yapabildi. Sadece kilit bir yerde olmasıyla değil, bayındır, imar, alt yapı gibi bir metropolün sakinine arz etmesi gereken pek çok yönüyle de zaman içinde ülkemizdeki en gelişkin kentlerinden birisi oldu.
Kimi tartışmalara göre şehirsel nizamıyla zaten ilk sırada olan Ankara, bürokrasinin merkezinde konuşlanışıyla da pek çok şehirden avantajlıydı. Örneğin olağanüstü bir durum zuhur ettiğinde, diğer şehirlere kıyasla, buraya yapılacak olan ilk müdahale daha hızlı ve etkin olabilecekti. Ancak bu son dediğimiz kurgu, son tecrübesi bakımından Ankara’da tutmadı ne yazık ki. Ankara’nın en gözde geçitlerinden, adı bir sürü politik tartışmaya konu olup hatta varlığı idari yargı sürecine taşınan Kuğulu Alt Geçidi, su geçidine dönüştü. Burada adını saymakla bitiremeyeceğimiz mahallelerin yollarında bir sürü araç, Venedik’in sandallarını andırıyordu ironikçe.
Hatırlarsak sosyal medya başta olmak üzere basına yansıyan karelerin çoğunda her sakin, kendi göbeğini kesercesine sel afeti karşısında önlemini almaya çalıştı. Bu önlemlerin çoğunun başarıya ulaşması, Ankara için tarihi bir zafer değil tarihi bir şanstı ancak. Çünkü, vatandaş başta yerel otoriteler olmak üzere kamu idaresinin kimi nedenlerden ötürü yavaşlığı nedeniyle bu felakete karşı kendi kendine örgütlendi. Büyükşehir belediyesi, ilçe belediyeleri hatta AFAD ya da İçişleri bakanının bizzat kendisi konuyu elbette devraldılar. Ancak olan çoktan olmuştu. Onlarca vatandaşın evinde, aracında, iş yerinde, yaşam alanında maliyeti çok yüksek hasarlar oluşmuştu.
Kamu idareleri arasındaki bir inatlaşma olduğu kesindi ve de. Bu inatlığın nedeni gerçekten bir akademik tez konusu. Buraya yazmakla bitmeyecektir. Ancak basitçe akla geleni söylemekte fayda var. Bu inadın ve günün sonunda vatandaşı yaralamanın hatta onun yaşamına mal olmanın nedeni, kamu idaresinin ya da kamu düzeni algısının tümüyle tarafsızlık niteliğini yitirerek siyasallaşmasıdır. Bir ülkenin en yetkilisinin bir siyasal partiye üye olduğu bir rejimde, bir felaket olduğunda elbette merkezi otorite ile yerel otorite birlik olamaz. Yerel hizmet konusunda zaten siyasetin gündelikliğine, partizanlığa bulanmış bir ülkede bir de kamu hizmetinin en önemli uygulayıcısı olan merkezi idarenin taraflılaşması söz konusu olursa ortalık elbette karışır. Ya da söylem ve eylemlerini kendi partisinden olmayan büyükşehir belediye başkanının yapacağı yanlışı beklercesine bükecek olan bir iktidarın kurmayları kamu hizmetinden sorumluysa vay halimize!
Gördüğümüz gibi, kendisinden önce çeyrek asırda bir başkentin ufkunun daraltılması için elinden geleni yapan ve anladığımız kadarıyla imarına da pek bir şey yapmamış diğer yerel yöneticiye sıra gelmedi bile. Ona sıra gelse, onun bu enkazının üzerine bir şey koyamamış yeni yönetime verip veriştirirdik. Ama neyleyelim ki, bu subjektif bağlamda adil olmanın bir gereği şimdilik bunları bir rafa kaldırmaktır. Ama rafa kaldırmak sadece. Sıra elbet oraya da gelecektir.