Merkez sağın yeniden inşası: İmkânlar ve sınırlar (1)

Abone Ol
Merkez sağın siyaseti bir mühendis ideolojisi tahayyülüyle kurgulaması bu tahayyülde aritmetik çıktıların, insan ve hak odaklı felsefenin ortak iyiyi inşa etmedeki rolünün kıyıda, köşede adeta yetim kalmasına yol açmıştır. Türkiye parti siyasetinde merkez sağ 1960’lardan günümüze bu bloktaki çoğu siyasi parti için güvenlikli ve konforlu bir ideolojik pozisyon, alan işlevi gördü. Güvenlikliydi, çünkü partilerinin siyaset tahayyülü, sınırları zorlamadan, büyük ölçüde devletin tayin ettiği sınırlar içinde siyaset üretmeye dayalıydı. Konforluydu, çünkü tarif edilen alan içinde kalarak yürütülen siyaset, aktörlerini risk almadan, devlet katında hukukilik ve meşruiyet sorunu yaşamadan varlıklarını sürdürme imkânı verdi. Ne zaman ki devlet nezdinde itibar kaybetti, ardından demokrasi dışı müdahaleler geldiğinde, aktörleri şapkalarını alıp siyasete mola verdiler. Güvenlik ve konfor yeniden tesis edildiğinde, “Nerde kalmıştık?” söyleminde berraklaşan oportünizm ve pragmatizmle sahaya geri döndüler. Merkez sağın risksiz siyaseti, partileri ve aktörlerinin yerleştikleri güvenlikli ve konforlu alanda topluma iktisadi temelde pek fazla bir şey sunmadı şeklinde tabii ki yorumlanamaz. Siyasete damga vurdukları yaklaşık yarım asırlık dönemde ‘kalkınan, büyüyen Türkiye’ ideali, söylemi, icraatları bir yandan yapısal anlamda olumlu katkıları yok sayılamayacak ekonomik dönüşüme, toplumsal değişime aracılık ederken, siyasal alana katkıları maalesef çok zayıf kaldı. Merkez sağın siyaseti bir mühendis ideolojisi tahayyülüyle kurgulaması bu tahayyülde aritmetik çıktıların, insan ve hak odaklı felsefenin ortak iyiyi inşa etmedeki rolünün kıyıda, köşede adeta yetim kalmasına yol açmıştır. İnsan, hak, ortak iyi kavramlarını birleştiren tek sihirli sözcük ‘milli irade’ oldu. Bunu sayısız demokratik araçlarla takviye etme gibi fazla dertleri olmadığı, çoğu zaman demokrasiyi sandıkta kendilerini seçeceklerin tercih özgürlüğüne müdahale edilmemesiyle eşdeğer gördükleri için, demokrasi anlayış ve pratikleri de hep popülizmle taçlandırıldı. Risksiz, konforlu siyaset 1980 öncesinde özellikle kırsal toplumsal yapıda kamunun iktisadi kaynaklarının köylüyü destekleme politikalarıyla birlikte yürütüldüğü için, kırın desteği büyük ölçüde bu bloğun yegâne temsilcisi Adalet Partisi’nin yanında oldu. Tabii ki bu başarıda milliyetçi, muhafazakâr değerlerin estetize edilip popülerleştirilerek bu kesime ‘Söz de İktidar da Sizin’ iddiasıyla sunulmasının rolü ihmal edilemez.
1980’ler merkez sağın klasik popülist, pragmatik siyaset tahayyülü ve tarzının gerek iç, gerekse dış dinamiklerin etkisiyle daha fazla sürdürülemeyeceği bir dönem olarak dikkat çekicidir.
1980’ler merkez sağın klasik popülist, pragmatik siyaset tahayyülü ve tarzının gerek iç, gerekse dış dinamiklerin etkisiyle daha fazla sürdürülemeyeceği bir dönem olarak dikkat çekicidir. 12 Eylül darbesinin siyasete travmatik müdahalelerin ardından kurulup iktidara gelen ANAP merkez sağın iktisadi anlamda güvenlikli, risksiz siyaset projesini terk etmekle birlikte, sınırlı riskli adımları dışında merkez sağın risksiz siyasi alanında yürümeye devam etmiştir. İktisadi alan dışında demokrasi, hak, sosyal adalet, eşitlik referanslı ezber bozacak politika önermelerini inanç alanı dışında tesis etmeye yönelmeyen ANAP merkez sağın geleneksel devlet merkezli siyaset paradigması içinde kalarak iktidarını sürdürmüştür denilebilir. Özal ve Demirel’in ardından merkez sağda yaşanan lider değişimleri, bu liderler dönemindeki iktidar ortaklığı uygulamaları kısa sürede eski liderleri aratır hale getirdi. Yeni dönemde siyasette sahne alan Yılmaz da Çiller de, siyasetteki birikim eksiklikleri bir yana, Türkiye’nin nereden nereye gittiğine, değişen ve değişmeyenlerin neler olduğuna dair herhangi bir önermeye sahip olmadıkları için, vizyonları statüko yüklü, adeta günlük olarak önlerine konan görev listelerindekileri harfiyen uygulamaktan ibaret kaldı. Sonuçta 2000’lerin başında değişen Türkiye’nin çeşitlenen ve çoğulculaşan taleplerini okumada başarız kalan, bu nedenle meşruiyet, temsil krizi yaşayan merkez sağın partileri 3 Kasım 2002’de sandıktan çıkamadı.
AKP kuruluş sürecinde benimsediği ‘muhafazakâr demokrat’ siyasi kimliğiyle merkez sağın destekçilerini seçmen desteğine dâhil etti ancak muhafazakâr olarak yeknesaklaştırdığı için hatırı sayılır bir seçmen kitlesinin kopmasına neden oldu.
AKP kuruluş sürecinde benimsediği ‘muhafazakâr demokrat’ siyasi kimlik iddiasıyla merkez sağın destekçilerini kendi kurumsal örgütsel yapısına ve seçmen desteğine dâhil etse de ‘muhafazakârlık’ olarak teke indirdiği siyasi kimlik süreç içinde merkez sağın sadık destekleyicilerinin hatırı sayılır bir kısmının kendisinden kopmasına neden oldu. Bu kopma süreci özellikle iktisadi krizin şiddetiyle birlikte hızlanmış görünüyor. AKP’den çekilmekte olan Demirelci, Özalcı geleneğin taraftarları için bugün itibarıyla seçenekler çoğalmış durumda. İYİ Parti, Gelecek Partisi, DEVA gibi merkez sağda konumlanmak isteyen siyasi seçeneklerin çoğaldığı bir dönemde bu partiler arasında geleneğin temsilcisi kim olabilir şeklindeki bir soruya verilecek tek bir yanıt vardır: Merkez sağı bugünün ve yarının Türkiye’sinin beklentilerine, toplumun taleplerine, önceliklerine göre kim yeniden inşa edebilirse, devlet referanslı resmi kimliğin dışına çıkarak, sivil, demokratik, gelenekten güç alarak, geleceği inşa odaklı, imkân ve sınırları kim aşabilirse, yarının merkez sağını yeniden kurması koşuluyla temsilcinin onun olması muhtemeldir. Bunun nasıl gerçekleştirilebileceği bir sonraki yazının konusu.