AK Parti ve Türkiye’nin göçmen realitesi gibi koşulların bilhassa yeni jenerasyonlarda ortaya çıkardığı yeni bir sosyo-politik kimlik var. Sekülerleşirken Türkçü hassasiyetleri artan yeni bir seküler milliyetçiliğin giderek gençler arasında daha fazla benimsendiğini gözlemliyoruz.  İYİ Parti 11 Aralık’ta Nihal Atsız’ı andı. 11 Aralık’tan 2 gün önce ise Meral Akşener, medyascope’ta Ruşen Çakır’ın programındaydı. Ruşen Çakır, seyircilerden Meral Akşener’e özellikle Kürt sorunu ve Kürtlerle alakalı birçok soru geldiğini açıklayarak bu konular hakkındaki duruşunu sordu. “Seyirciler soruyor. İYİ Parti’nin Kürtler’i incitmemek dışında bir duruşu yok gibi?” Meral Akşener’in cevabı ise şu şekilde oldu.  : “Ben iktidar olduğumda bir Kürt’e soracağım. Siz ne istiyorsunuz? (...) Temel problemlere baktığımızda çok aynı şeyler görüyorsunuz.  Açlık, eğitime erişememe, yoksulluk görüyorsunuz… Kürt’ün ve Türk’ün dertleri birbirine benziyor, başka talepler de var elbette.” İYİ Parti’nin bir yandan Nihal Atsız gibi Türk milliyetçileri arasında bile aşırılıkçı görüşleri nedeniyle zamanında rahatsızlık yaratmış birini anması, bir yandan ise Meral Akşener’in Kürt sorunu hakkında Ruşen Çakır’a verdiği demeçler; İYİ Parti’nin mevcut durumuna dair birçok noktanın işaretini taşıyor. Hatta, Akşener’in Kürt sorununa ekseriyetle ekonomik eşitsizlik ve kalkınma üzerinden yaklaşması bile İYİ Parti’nin merkeze açılma stratejisinden özellikler taşıyor. Bütün bu yalpalamalar, birbiriyle çelişir gibi görünür hamleler ve fakat daha genelde İYİ benimsediği parti stratejisi; parti’nin mevcut milliyetçiliği, içindeki milliyetçilik mücadeleleri, seçmen kompozisyonu, gelecek projeksiyonuna dair epey şey gösteriyor. Milliyetçilik motorlu merkez: Daha önceki yazımda da referans verdiğim Nurettin Alkan’ın İYİ Parti’yi dinamosu milliyetçilik olan bir sağ parti olarak tanımlayışı, İYİ Parti’nin projeksiyonuna dair önemli bir noktayı gösteriyor. Çünkü İYİ Parti’nin temelde yapmak istediği şey, erken dönem AK Parti’nin merkezi İslami değerlerle harmanladığı gibi merkez siyaseti Türkçü ve milliyetçi dünya görüşüyle birleştirmek. Peki neden? Türkiye’nin sağ kompozisyonu içerisinde İslami muhafazakarlığın zayıflayıp milliyetçiliğin siyasal bir retorik ve politika aracı olarak güçlendiğini anlamamız için temelde 5 nedene odaklanmamız gerekiyor. AK Parti’nin 2010’lu yıllardan itibaren ekonomi, hukuk, güvenlik ve sosyal politika gibi en temel alanlarda ülkeye bir şey katamaması iktidara olan toplumsal desteği zayıflattı. Fakat AK Parti’nin bu esnada kuruluş yılları değeri olarak benimsediği muhafazakar demokrat gibi ılımlı değerlerden uzaklaşarak gittikçe İslamcı ve baskıcı politikaları benimsemesi ve toplumu değiştirme çabası ciddi bir güven bunalımı yarattı. B;, siyasal İslam, İslamcılık ve dini muhafazakarlık gibi ideolojilerin ikna gücünü, toplumsal karşılığını zayıflattı. Başta gençlerde olmak üzere toplumun geniş kesimlerinde İslamcılığa ve dini muhafazakarlığa yönelik bir antipati oluşturdu. Hatta AK Parti, Şehir Üniversitesi gibi oluşumları kapatarak bir nevi entelektüel ve siyasi damarını kuruttu. Devrim kendi evlatlarını yedi. İkinci olarak AK Parti, 2015’in ardından MHP ile girdiği ittifakta milliyetçiliğe doğru keskin bir dönüş gerçekleştirdi. Yerli ve milli diskurunu benimsedi. Kürt açılımından Hendek Operasyonuna, Barış sürecinden Kuzey Suriye operasyonlara uzanan geniş bir politika değişikliği gerçekleştirdi. 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından gelen olağanüstü hal yönetimi, Erdoğan’ın tek sesli bir medya ve siyasi anlatı kurmasını kolaylaştırdı. Bu makbul siyaset alanında bol bol milliyetçilik, hamaset ile yerli ve millik vurguları kendini buldu. Türkiye siyasetinin ve merkezinin genel olarak milliyetçiliğe kayıyor olmasında 2016’dan sonra dayatılan bu siyaset anlayışı epey etkili oluyor. Göçmenler ise Türkiye’de milliyetçiliği uzun yıllar harlayacak başka bir faktör. Önce Suriye İç Savaşı’ndan dolayı Türkiye’ye milyonlarca Suriyeli geldi. Ardından hükümetin açık kapı politikaları, Afganistan’daki istikrarsızlık ve dünyada insan hareketliliğinde yaşanan büyük hızlanmayla birleşti. Türkiye’nin artık bir göç rotası olmasından ziyade yeni bir göç merkezi olması, ülkenin daha önce hiç olmadığı yeni sorunları beraberinde getiriyor. Türkiye’de artık kristalize olmayan başlayan yeni bir politik hat var. Yerlilik ve göçmenlik. Başka ülkelerden de biliyoruz ki bu kırılma, (cleavage) milliyetçiliğin güçlenmesini sağlayacak. AK Parti ve Türkiye’nin göçmen realitesi gibi koşulların bilhassa yeni jenerasyonlarda ortaya çıkardığı yeni bir sosyo-politik kimlik var. Sekülerleşirken Türkçü hassasiyetleri artan yeni bir seküler milliyetçiliğin giderek gençler arasında daha fazla benimsendiğini gözlemliyoruz.  PolitikYol’da da daha önce 3 serilik bir yazıda incelediğim bu seküler milliyetçilik, bilhassa İYİ ve Zafer gibi partileri tabandan etkilemeye çalışıyor. Son olarak Türkiye’deki yerel siyasi dinamikleri tartışırken ve analiz ederken çoğunlukla gözümüzden kaçırdığımız bir perspektif var. Uluslararası politik ve ekonomik dönüşümler de milliyetçiliği ve yerelciliği besleyen sebepler yaratıyor. Ünlü siyaset bilimci Francis Fukuyama’nın öngördüğü gibi Sovyetlerin yıkılmasının ardından dünya tamamen kimliksizleşmeye ve milliyetçiliğin anlamsızlaştığı bir noktaya gitmedi. Aksine Batı’da bile küreselleşme ve refah kaybının yarattığı bir geri tepme ile Trump, Le Pen ve Boris Johnson gibi liderler güç kazandı. Bunun Türkiye gibi Batı ülkeleri dışında kalan bölgelere ise etkisi milliyetçiliği besleme anlamında daha sarsıcı oluyor. AB, içine kapanırken göçmen meselesini dışsallaştırıyor. Sorumluluğu yıkabileceği partnerler arıyor. Küreselleşmenin kimliksizleştirici basıncı, Batı’nın gücünden kaynaklı dışsallaştırıcı etkisiyle birleşiyor. Batı’nın Türkiye’yi bir göçmen kalkanı yapması, Türkiye’de görülüyor. Batı’ya yönelik öfkeyi arttırıken milliyetçi refleksleri daha da güçlendiriyor. Bu, bir nevi çift dikiş oluyor. IYI Parti merkeze mi kayıyor, merkez IYI Parti’ye mi yaklaşıyor? Yukarıda sayılan ve siyaset sahnesinde yaşanan bütün bu sebepler, Türkiye’deki siyasal ajandayı ve siyaset sosyolojisini şekillendiriyor. Dolayısıyla İYİ Parti’ye dair merkez tartışmalarını da buradan okumak gerekiyor. Birincisi Türkiye’de merkezin kendisi ne anlama geliyor? İkincisi, İYİ Parti merkeze ne kadar yaklaşıyor? Merkez tartışmaları ara ara gündemimize geliyor. Türkiye’de merkez; hukukun üstünlüğü, kurumsal devlet, ehlileştirilmiş serbest piyasa, Türk şemsiye kimliğinde toplanmış bir sosyal sözleşme gibi özelliklerle tanımlanıyor. Fakat burada düşülen hata şu oluyor. Türkiye’de iktidara ele geçiren partiler seçmen sosyolojisini de istediği şekilde değiştirerek her seferinde yeni bir merkez yaratıyor. Kurumsal siyasetin öngördüğü merkez politikalar belliyken (yukarıda saydıklarım) kendi seçmen tabanının ideolojik duruşu partinin politikalarıyla epey şekilleniyor. AK Parti ilk dönemlerinde tabanına Kürt Açılımı’nı kabul ettirebilmişken şu an aynı seçmenlere neden savaş ve güvenlik politikalarının en iyisi olduğunu anlatıyor. Bu anlamda partiler merkeze doğru yürürken merkez de partinin pozisyonuna doğru yürüyor. Kimin daha fazla taviz vereceğiyse partinin gücüne ve toplumsal koşullara bağlı oluyor. Bu anlamda İYİ Parti, kendi ideolojik dönüşümünü ve kapsayıcılık artırımını fazla gerçekleştirmeden de kendini Türkiye’nin yeni merkezi inşa edebilir. fakat İYİ Parti milliyetçiliğinin projeksiyonu ve merkez tartışmalarını, İYİ Parti içerisindeki farklı aktörlerin analizi üzerinden de değerlendirmek gerekiyor. IYI Parti ve değişen elitleri? İYİ Parti’yi mercek altına aldığım ilk yazımda tespit ettiğim ve vurguladığım noktalardan biri İYİ Parti’nin kadroları ve seçmenleri arasındaki farktı. İYİ Parti tek bir milliyetçilikten oluşmuyor, 90’larda SHP-ANAP-DYP gibi merkez sol ve sağa oy vermiş merkez sağcılardan, kentli milliyetçilerden, eski MHP’lilerden ve yeni seküler milliyetçilerden oy alıyor. Öte yandan İYİ Parti teşkilatlarının ezici çoğunluğunu ise Meral Akşener ile zamanında MHP’de siyaset yapmış kadrolar oluşturuyor. İYİ Parti’nin merkeze yürüdüğünü başlatan tartışmalar, İYİ Parti’nin sadece kimlik, din ve milliyetçilik özelinde değil Türkiye’nin somut sorunları hakkında politika üretmesiyle başladı. Akşener’in esnaf ziyaretleri ve bu esnaf ziyaretleri sırasında enflasyona, işsizliğe ve katma değerli yatırımın olmayışına dair yaptığı eleştiriler merkez sağ bağlamında değerlendirildi. İYİ Parti’de konut, maliye ve para politikaları gibi konulara dair siyaset üretenlerse ekseriyetle sonradan partiye katılan teknoratlardan geldi. Bu teknokratların en görünür iki örneği ise Ümit Özlale ve Bilge Yılmaz. Ümit Özlale, İYİ Parti’de Kalkınma Politikaları Başkanlığı görevini sürdürürken Bilge Yılmaz ise İYİ Parti Ekonomi Politikaları Başkanlığı görevini yürütüyor. İYİ Parti’nin daha merkez bir siyasette konumlanma çabası sadece daha politika üretici kadroları partiye dahil edişiyle gerçekleşmedi. Her ne kadar MHP ve Ülkücü siyasetten gelen kadrolar, İYİ Parti teşkilatlarında ağırlığı oluştursa da süreç içerisinde Koray Aydın ya da Yavuz Aliağıroğlu gibi parti içerisinde MHP çizgisine en yakın olan isimler de ya tasfiye edildi ya da daha az görünür kılındı. Buradaki kritik nokta şu: İYİ Parti’nin merkeze açılma hamlesi; kimlik, Türklük-Kürtlük, sekülerlik veya muhafazakarlık gibi konularda partinin genel duruşunda kapsamlı bir değişimden ziyade bu konuları daha az konuşan ve daha az görünür yapan bir siyasetle sağlanıyor. Bu konular yerine kalkınmaya, politika yapımına, yoksulluğa ya da kurumsal devlete yapılan vurguyla İYİ Parti’nin merkeze yürüme hamlesi yaptığını görüyoruz. İYİ Parti’nin ilk kurulduğu andan beri kadrolarında olan eski elitler gerçekten kendini ideolojik olarak güncelledi mi sorusu bir bilinmezlik olarak önümüzde duruyor. Öte yandan bu eski kadroların daha az görünür olmayı kabul ettiği (veya etmek zorunda kaldığı) ve partinin siyasi yapısının değişimine de ses çıkarmadığını görüyoruz. Peki ya partiye yeni katılmış teknokrat kadrolar? Partinin yeni görünen elitlerinin vurguları, söylemleri ve geçmişlerine bakıldığında etnik bir milliyetçilikten ziyade müzakereci ve sivil bir milliyetçiliğe yakın oldukları izlenimini veriyorlar. Fakat Türkiye’nin kimlik sorunları hakkında konuşmadıkları için onlar hakkında hatalı bir tahmin yürütüyor olabiliriz. Bu noktaya bazı itirazlar gelebilir. Yılmaz ya da Özlale gibi kadroların ekonomi ve somut sorun çözümleri dışında siyasi bir tartışmanın içerisine zaten girmek istemedikleri, siyaseti bu alanda etkileme hedefleri olmadığı iddia edilebilir. Nitekim kendileri de bunları ifade ediyor. Doğru. Daha sorun çözücü kadrolar - şu an- doğrudan siyasete dokunmuyor. Kimlik siyaseti hakkında konuşmuyorlar. Fakat onların bu sorun çözücü tarafı onları daha çok görünür yapıyor. İYİ Parti adına görüşmelere, toplantılara, röportajlara daha rahat çağrılıyorlar. Bu nedenle İYİ Parti’nin görünürlüğü bu yönde dönüştürdükleri gibi İYİ Parti liderleri de (Akşener) bu pozitif katkının farkında oluyor ve onlar da kendini bu yeni duruma adapte ediyor. Nitekim yazının başında çıkmış olduğu programda Akşener’e gelen “Kürtler hakkında yaptığı tek şey onları incitmemek eleştirisi” de bu stratejiye dayanıyor. Türkiye’nin sosyolojik meseleleri hakkında konuşmamak ya da bunu konuşulan toplam havuzun az bir miktarı yapmak, İYİ Parti’nin mevcut stratejisini oluşturuyor. Hatta, Akşener’in bu eleştiriye verdiği cevaptak i“Temel problemlere baktığımızda çok aynı şeyler görüyorsunuz.  Açlık, eğitime erişememe, yoksulluk, görüyorsunuz” vurgusu da yine aynı stratejinin devamını oluşturuyor. Daha sosyal, ekonomik ve sınıfsal meselelerde birleşmek. Bu konular üzerinden toplumu yatay kesen sosyolojik tartışmalardan (şimdilik) kaçınmak. Fakat İYİ Parti’nin içerisine sadece somut sorunlara odaklanan kadrolar dahil olmuyor. Halihazırdaki Türkçü kadroların yanında alttan gelen seküler milliyetçilerin İYİ Parti’ye dahil oluşu, partiyi daha milliyetçi ve Türkçü bir rotaya doğru saptırıyor. Atsız paylaşımı da aslında Atsız’ın bizatihi fikirlerinden ziyade partinin Türkçü tarafını tekrar canlandırma isteğinde olan gruplardan geliyor. Onlara göre İYİ Parti daha politika üretici bir noktaya doğru evrilse bile Türkçü değerlerinden de taviz vermemeli. Bu da İYİ Parti içerisinde bir milliyetçilik mücadelesi yaratıyor. Akşener’in de daha öncesinde Atsız’ı andığını, fakat bu sene böyle bir paylaşım yapmadığının da altını çizelim. Milliyetçilik tartışmaları: Sivil milliyetçilik - Etnik milliyetçilik Peter Alter, İtalyan milliyetçiliğinde ve uluslaşmasında iki gerilimin olduğunun altını çizer. Liberal-demokratik devrimcilikle muhafazakar devletçi kutup. Buradan hareketle benzer bir gerilimin Türkiye’de de olduğunu söyleyebiliriz. Bir yandan etno vurguları olan ve daha dışlayıcı olan bir Türk milliyetçiliğiyle vatandaşlığa dayalı daha sivil bir milliyetçilik, siyasal hayatımızın önemli gerilimlerinden birini oluşturuyor. İYİ Parti’nin daha somut konulara odaklama stratejisi milliyetçiliğini pragmatikleştiriyor. Aynı zamanda milliyetçiliğin daha merkez figürlerle birleşmesine izin veriyor. Öte yandan Kürt siyasetinin de güç kazanmasıyla beraber İYİ Parti’nin şu noktada konuşmaktan çekindiği Türkiye’de sosyoloji tartışmaları tekrar İYİ Parti’nin önüne gelecek. O noktada İYİ Parti’nin daha kapsayıcı bir milliyetçiliğin taşıyıcısı olması Türkiye’de çok uzun ve köklü sorunların çözülmesine katkı sağlayacaktır. Akşener’in HDP’yle resmi bir ittifak kurmasa bile başta Selahattin Demirtaş ve HDP yöneticiliğinden dolayı cezaevinde bulunan diğer siyasi tutsakları desteklemek, HDP’li belediyelere yönelik anti demokratik uygulamaları eleştirmek gibi çizebileceği merkez siyaset prensipleri var. Bunun ötesinde Kürt aydınları, Kürt iş adamları, Kürt medyası ya da entelektüelleriyle görüşebilir. Bu, İYİ Parti’nin göçmenlik, sekülerlik, dindarlık ya da Türklük gibi diğer sosyolojik konularda da milliyetçilik içerisine yeni vizyonlar koyabileceği canlı bir ivme yaratabilir. İyi Parti’nin daha müspet ya da sivil bir milliyetçiliğin taşıyıcısı olan bir partiye doğru yol almasının tek koşulu ideolojik dönüşümler olmak zorunda değil. Reel politiğin getirdiği zorunluluklar, başkanlık sisteminin ittifak kurmayı elzem kılması, Kürt siyasetinin, sivil düşününün ve ekonomisinin görünürlüğünün artması, Çin ve Rusya’nın artan baskıcı siyasetinin Türkiye’yi AB’ye doğru itmesi gibi faktörler de önemli olacaktır. Bu koşullar, İYİ Parti’yi daha pragmatik bir milliyetçiliğe doğru itecek imkanları tanıyacaktır. İYİ Parti’nin projeksiyonunu bir yandan ulusal ve uluslararası koşullar şekillendirirken parti içerisindeki farklı milliyetçiliklerin mücadelesi de partinin yönünü tayin edecek. Bunu hem seçime doğru hem de seçimlerden sonra daha net gözlemleyeceğiz. --- Kaynakça: