İktidarın yeni ekonomi politikasının irrasyonel tutumunu, Merkez Bankası’na yeni bir soluk getirerek değiştirmesine karşılık sular durulmuyor. Yüzde 15’lik faiz artışına rağmen, eski politikaların devamı, MB ve iktidar için ne anlam ifade ediyor? Prof. Dr. Serap Durusoy yazdı.
Yoğun bir hafta geride kalırken piyasalar ve ekonomik aktörler hem asgari ücret ara zammına hem de MB’nin faiz kararına kilitlendi. İlki 13 Haziran’da başlayan asgari ücret ara zam görüşmelerinin 19 Haziran’daki ikinci toplantısından da sonuç çıkmayınca salı günü yapılan üçüncü toplantıda üçlü mutabakat (Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, TİSK ve TÜRK-İŞ) ile asgari ücret net 11.402'ye çıkarıldı. Toplantı öncesi kamuoyunda dillendirilen farklı rakamlara rağmen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan toplantı sonrası yaptığı değerlendirmede asgari ücretin hem işçileri hem de istihdamı koruyacak bir düzeyde tespit edildiğini ve yeni asgari ücretin uzlaşmayla belirlendiğini ifade etti.
TÜRK-İŞ Başkanı Ergün Atalay ise “Enflasyon durmadığı müddetçe zam almanın bir anlamı yok. Türkiye’de yaşıyoruz ve Türk parası üzerinden konuşuyorum. Şu an asgari ücret 486 dolar, belki asgari ücret tarihinin dolar üzerinden bakıldığında en düşük rakamı. Bu mükemmel bir şey değil ama bugünün şartlarında yapılması gereken buydu” şeklindeki değerlendirmesiyle rakamdan memnun olmadığını belirtmekle birlikte bu rakamı onaylaması çok tepki aldı. Öte yandan hiç kuşku yok ki bundan sonraki süreçte iş dünyası da bu karara destek olacak ek tedbirlerin getirilmesini bekleyecek. Özellikle sektörlerde asgari ücretle çalışanın yoğunluk oranı farklılık gösterdiğinden bu tedbirlerde de sektörel farklılıkların göz önüne alınması önem taşıyacak.
Bu haftaya damgasını vuran bir diğer önemli gelişme ise TCMB’nin yeni Başkanı Hafize Gaye Erkan’ın başkanlığında toplanan PPK kararı oldu. Yeni ekonomi yönetiminin atacağı adımların sinyali olması nedeniyle bu karara çok fazla anlam yüklendi. Seçimlerden sonra ekonominin koordinasyon sorumluluğunun Mehmet Şimşek’e verilmesinin ardından Şimşek’in teslim töreninde yaptığı konuşmada “Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmadığı, kurala dayalı bir Türkiye ekonomisinin özlenen refaha ulaşmadaki önemi ve uluslararası normlara uygunluğun temel ilke olacağı yönündeki açıklaması “epistemolojik kopuştan kopuş olacak” beklentisini gündeme taşıdı.
Bu beklentiyi güçlendiren bir diğer gelişme ise yine uluslararası kimliğe sahip Gaye Erkan’ın Kavcıoğlu’nun yerine TCMB başkanlığına getirilmesiydi. Ancak Kavcıoğlu’nun bu defa da BDDK başkanlığına getirilmesi nedeniyle eğer Kavcıoğlu başarılı idiyse neden MB başkanlığında devam edemedi ve eğer başarısız olduysa da niçin BDDK başkanlığına atandı sorusunu önemli hâle getirdi. İktisat kuramı ile örtüşmeyen politikalarla bütünleşmiş uygulamaları gerçekleştiren ve her fırsatta iktidarın yeni ekonomi modelini ve liralaşma stratejisini öven Kavcıoğlu’nun BDDK başkanlığına atanması ve hâlâ ekonomi kadrosu içerisinde tutulması Sayın Şimşek’in ifade ettiği rasyonel olmayı zorlaştıracak ve BDDK ile TCMB arasındaki uyumda da sorun doğurabilecek algısını güçlendiriyor.
Cari dengeyi iyileştirmek için stratejik yatırımlar devam edecek ifadesi bunu kanıtlıyor. Hiç şüphesiz büyümeden taviz verilmemesi ataletin kırılmasını da zorlaştırıyor.
Bu nedenle PPK üyelerinin değiştirilmemesi ve Kavcıoğlu’nun BDDK başkanlığına getirilme mantığının hangi düzleme oturtulduğunun iyi anlatılması gerekiyor. Zira eski Başkan Kavcıoğlu yeni ekonomi modeline uygun adımlar atmıştı. Sayın Erdoğan yaptığı bir açıklamasında önceki başkanların söz dinlemediği için görevden alındığını ifade etmişti. Söz dinlemeyen başkanlar nedeniyle de üst üste değişimler yaşanmış ve faizleri yükselten son Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal olmuştu. Ağbal beş aydan az bir süre kaldığı bu görevden Mart 2021’de alınarak yerine Kavcıoğlu getirilmişti.
Bu durumda yeni başkanın görevde kalması için söz dinlemesi mi gerekecek, yoksa sayın Erdoğan ile ters düşebilecek mi sorusunun yanıtı politika faizi kararında görüldü. Ekonomi yönetimindeki kısmi değişmeye bağlı olarak 26 ay sonra bir faiz artışı kararı bekleniyordu. Konuya ilişkin potansiyel senaryolar vardı. Özellikle küresel kuruluşlar yeni yönetimin Ortodoks politikaları temsil ettiğini ve MB’nin faizleri yükseltme ihtimali olduğu beklentisi içerisinde.
Nitekim ABD’li yatırım Bankası Goldman Sachs yayımladığı Türkiye analizinde faizin yüzde 40’a çıkabileceği beklentisini açıklarken, ABD merkezli banka JP Morgan Chase'in ekonomistleri de politika faizinin yüzde 25'e yükseltilebileceği tahmininde bulundu. Morgan Stanley ekonomistleri ise pazartesi geçtikleri notta TCMB'nin politika faizini 11,5 puan artışla yüzde 20'ye çıkarmasını beklediklerini belirtti.
Benzeri olarak Bank of America, politika faizinin yüzde 25 seviyesine yükseltmesini beklerken Deutsche Bank da faiz artış patikasına dair tahminlerine yer verdiği bir raporda faizlerin yüzde 20'ye çıkarılmasını beklediklerini ancak faiz artışının boyutu yanında TCMB'nin iletişim dili gibi faktörlerin de eşit derecede önemli olduğunu belirtti. Moodys ise 20 Haziran tarihli raporunda TCMB’nin politika faizini mevduat faizine yakın bir seviyeye çekmesini beklediklerini belirtti.
Raporda, “İzlenmesi hâlinde, ortodoks, kurallara dayalı ve öngörülebilir politikaya geçiş, tartışmasız bir şekilde kredi notu açısından olumlu olur” değerlendirmesinde bulunuldu. Ancak tüm bu değerlendirmeleri boşa çıkaran bir faiz artışı gerçekleşti. Ne şiş yansın ne kebap mantığı ile 650 baz puan yani yüzde 15 olarak yapılan politika faizi artışı beklentileri karşılamadı. Piyasaların umduğunu bulamaması ve yabancı yatırımcıyı da ikna edecek bir artışın olmaması etkisini hemen risk primi üzerinde gösterdi ve CDS artışa geçti.
Elbette ki karar kadar metin çok büyük önem taşıyor. Çünkü daha önceki metinlerde birbirinin aynı içeriğe sahipti. Bir iki kelime değişimi ile liralaşma politikasından ödün verilmeden para politikasının tüm araçlarının etkin bir şekilde kullanılacağı vurgusu yapılıyordu ve enflasyonun nedeni dış dinamiklerle ilişkilendiriliyordu.
Bu defa metnin sert ve net bir dilinin olması, önceliğin enflasyon mu finansal istikrar mı sorusuna yanıt verebilmesi, bozulan beklentileri düzeltmeye ilişkin içeriğinin olması, sözlü yönlendirme ve geleceği öngörebilmeyi sağlaması ve faiz artışının devamının gelip gelmeyeceğine ilişkin güçlü mesajlar içermesi bekleniyordu.
Ama beklenen olmadı. Her ne kadar öncekilerden farklı olarak metnin hemen başında enflasyon odaklı olunacağı belirtilmiş ve iç dinamikler (yurt içi talepteki güçlü seyir, maliyet yönlü baskılar, hizmet enflasyonundaki katılık) önemsenmiş olsa da ekonomi soğutulmadan ve büyümeden fedakârlık yapılmadan enflasyonun önlenemeyeceği gerçeğinin kabul edilmediği görülüyor. Yani ekonomi yönetiminin bu amaçlara hizmet edeceği ima ediliyor. Nitekim
cari dengeyi iyileştirmek için stratejik yatırımlar devam edecek ifadesi bunu kanıtlıyor. Hiç şüphesiz büyümeden taviz verilmemesi ataletin kırılmasını da zorlaştırıyor.
Hiç kuşku yok ki normalleşmenin ilk adımı olan faiz artışı enflasyon dışında, cari açığın kapatılması, sermaye akışı ve ödemeler dengesinin sağlanabilmesi açısından da önemli. Ama tek başına yeterli olmadığı da bilinen bir gerçeklik.
Öte yandan metnin en can alıcı açıklamasını
parasal sıkılaştırma sürecinin başlaması,
para politikasının etkinliğinin artacağı ve
sadeleşme sürecinin etki analizleri yapılarak kademeli olacağı ifadeleri oluşturuyor. Ancak metinde yer alan politika faizinin enflasyon görünümünde belirgin iyileşme sağlanana kadar
gerektiği zamanda ve
gerektiği ölçüde kademeli olarak güçlendirileceği ifadesi her toplantıda faiz artışı olmayacağı şeklinde bir sonuca götürmekle kalmayıp, para politikasındaki kararlılık açısından da endişe verici ve öngörülebilirliği zorlaştıran bir durum doğuruyor. Ayrıca enflasyon hedefinin değiştirilmemesi ve yüzde 5’ de bırakılması da bir diğer sorunlu yanı oluşturuyor.
Görüldüğü üzere metinde her ne kadar kararların öngörülebilir, şeffaf ve veri odaklı alınacağı belirtilse de metnin şahin bir içeriğinin olmadığı (parasal sıkılaştırmanın kademeli olarak yapılacağı ifadesinden dolayı) ve bundan sonraki dönem için bir yönlendirme yapmadığı söylenebilir. Umarım bu kademeli artış belediye seçimlerine kadar oyalamak için değil, piyasaları hazırlamak ve değişikliğin içselleştirilmesi açısından zaman tanımak amacıyla yapılıyordur.
Hiç kuşku yok ki normalleşmenin ilk adımı olan faiz artışı enflasyon dışında, cari açığın kapatılması, sermaye akışı ve ödemeler dengesinin sağlanabilmesi açısından da önemli. Ama tek başına yeterli olmadığı da bilinen bir gerçeklik. Bu bağlamda daha önce art arda yapılmış olan regülasyonların sadeleştirilmesi (ki metinde de yer verilmiş) ve yapısal reformlara ilişkin adımların atılması da bir zorunluluk olarak karşımızda duruyor.
Sınav Sonucu: Gevşek Sıkılaşma