Merhametsiz büyüme ve Marmara’nın ölümü
BU MODELLE OLUR MU?
Mevcut ekonomik örgütlenme modelimiz bir günde ortaya çıkmadı. Daha önceki yazılarda defalarca anlattığım üzere, bu model 1980 sonrasında hız kazandı ve hayatımızın her alanına damgasını vurdu. Bu modelin temel yaklaşımı her şeyi alınır satılır kılmak oldu. İçtiğimiz sudan, gezdiğimiz kıylara, yürüdüğümüz sokaklara kadar. Gerçekten de bugün Londra’da bazı sokaklar özelleştirilmiş durumda. Buna metalaştırma yani mal/ürün haline getirme süreci diyorlar.
Daha önce belirttiğim gibi, bu durum aynı zamanda bir güvencesizleştirme süreci. Yani hayatta kalmak için almak zorunda zorunda olduğunuz ihtiyaçlar giderek artıyor, bunların çoğu şirketler tarafından sağlanıyor. Mevcut model bu şekilde servet birikimi yapılabileceğini söylüyor.
Sistemi tasarlayanlar şöyle demişti, merak etmeyin size de akmasa da damlar. Ancak tepedeki her servet birikimi aşağıya güvencesizlik olarak damladı ve damlamaya devam ediyor. Nasıl mı? Mevcut model sürekli büyüme konseptini hedef olarak koydu. Hani şu malum büyüme oranları var ya, çeyrek çeyrek açıklanan. İşte o. Ancak doğanın kanunu gereği, her büyüme başka bir noktada küçülme (zarar) olarak kendini gösteriyor.
Marmara’yı ele alalım. Marmara Bölgesi Türkiye’nin uzun on yıllardır dinamo bölgesidir. Milyonlarca insan bu bölgedeki fabrika ve kentlerde ekmeğini çıkarır, hayatını kurar, çocuklarını burada yetiştirir ve geleceğini de garanti altına almaya çalışır. Marmara kısacası dünümüz, bugünümüz ve yarınımızdır.
Türkiye’de plansız ve basiretsiz yönetimlerin (hem yerel ve hem merkezi) gölgesinde, bölge giderek büyüdü, kendisiyle birlikte iş potansiyeli de arttı. İş hacmindeki her artış büyümeyi olumlu etkiledi şüphesiz. Büyümenin çoğunu Marmara bölgesi sağladı. Ancak rüşvet, yoksulluk, kirli ilişkiler ağı ve bilim dışı yönetimlerle birlikte bölge ekonomisi doğayı önemsemedi. AKP döneminde tüm bu yaklaşımlar ise derinleşti ve yayıldı.
Bırakın 30 yıl önceyi halen birçok fabrikanın ve üretim tesisinin kirli sularını doğaya yani Marmara’ya amansızca bıraktığını görüyoruz her gün. Sosyal medya sayesinde vatandaşlar bulundukları yerdeki adaletsizlikleri ve yanlışlıkları tüm ülkeye anında gösterebiliyor. Bu sayede vatandaşlar yerelde neyin ne olduğunu bize canlı olarak aktarabiliyor ve bizler de doğamızın nasıl amansızca katledildiğini görüyoruz.
BU DÜZEN KİMİN İÇİN?
Peki ne için?
Birileri daha çok kazansın diye, servetini katlasın diye ve bu servetini yerel ya da merkezde yer alan siyasetçilerle paylaşsın ve çark dönsün diye. Kâr ve servet üç beş kişiye kalırken, zararı bütün Marmara halkı ortak ödüyor. O kâr ve servet o üç beş kişinin çocuklarına miras olarak aktarılacakken, onların yaptığının neticesinde zarar görmüş Marmara da bizim çocuklarımıza miras kalacak. Yarar bireysel, zarar toplumsal. İşte buna merhametsiz büyüme derler sevgili okuyucular. Ne yapmak lazım? Yararı da bütün topluma yayalım bu işi çözelim mi diyeceğiz?
Öncelikle haksız ve rantla servet edenlerin toplumun güvencesiz ve yoksul kesimlerine büyük bir borcu var, evet önce onu eşitlemek lazım. Yeni bir vergilendirme sistemiyle, yeni bir sosyal devlet ve ekonomik modelle. İmkansız değil, dünyada şu an bu konuşuluyor. Bu yüzden merhametsiz büyümeden vazgeçmek lazım. Cumhuriyetçi bir şekilde ülkemizin evlatlarının geleceğini düşünmeli ve planlamalıyız. Ama yetmez.
AKP’li yöneticilerin Marmara’yla ilgili çözüm önerileri ağrı kesici niteliğinde ama Marmara’nın tedaviye ihtiyacı var. Bu tedavi yüzeyden toplanan müsilaj ya da düzenlenen iki basın toplantısıyla halkın gazının alınması olamaz. Daha fazlasına ihtiyacımız var.
Artık doğamız, kentimiz, ülkemiz de tehlike altında. Doğa krizlerinin neler yapabileceğini pandemi çok iyi gösterdi. Evet herkesi eşit etkilemedi ama bütün dünyayı durdurmaya yetti. Marmara’nın krizi de öyle, herkesi eşit etkilemez ama bütün bölgeyi ve ülkeyi durdurmaya yetebilir.