Meral Akşener
Meral Akşener'in "Cumhurbaşkanı adayı değilim" açıklaması, beş sebeple dahiyane bir çıkıştır.
28 Şubat döneminin sarsıntıları sürerken akşamlardan bir akşam, çayıma bisküvi banıp, sobalı evimizin dayattığı mecburiyetlerden biri olan ana haberleri izlerken, annem ‘Aslan gibi kadın’ demişti. Kim o anne diye sormuştum. ‘Boş ver sen’ demişti. Boş vermek kadim bir Anadolu geleneğidir ve içinde bulunduğumuz hazin tablonun en büyük sebeplerinden biridir. Her neyse, annem bunu kime demiş diye kafamı kaldırıp baktığımda, bahsettiği kişinin cismini ekranda görmüş, ismini alttaki yazıda okumuştum: Meral Akşener. Babam da “Koca koca adamlar ağladı, zırladı da bir bu kadın dik durdu’ demişti.
28 Şubat’tan bana kalan iki duygu vardır; hayal kırıklığı ve küskünlük. Yazının konusu ben olmadığım için daha fazla detaya girmeyeceğim ama Akşener’le tanışmam işte bu kırgınlık dolu günlere denk gelmişti.
Sonraki ilk ciddi karşılaşmamız ise uzunca bir zaman sonra, 2016 yılındaki başkaldırı ile gerçekleşti. Akşener’in Bahçeli’nin karşısına dikildiğini ilk duyduğumda aklıma aslanlar geldi. İşte Akşener’i, Babacan, Davutoğlu ve hatta Gül’den ayıran kalın mı kalın çizgi tam olarak burada ortaya çıkıyor. Onun toplumsal bazda meşruluğunun kaynağı bu duruşa dayanıyor.
Adını andığım adamlardan hiçbiri “liderlerinin” karşısına dikilecek cesareti gösterememiş, içinden geçtiğimiz karanlık iklimin fırtınalarına direnememişken o, onlarca “adama” ve ceberrut bir rejime karşı, üstelik kendisine en yüksek makamlar teklif edilmesine rağmen; göz gözü görmeyen kirli ve puslu bir havada temiz ve berrak bir duruş sergilemişti. Millet için gözünü sakınmadan yollara düştü. O gün bugündür de yollarda, karış karış geziyor memleketi. Bunun ne büyük ehemmiyet arz ettiğini içinden geçtiğimiz kaotik atmosferde sanırım daha da iyi anlıyoruz.
İyi Parti’nin kuruluş aşamasında Şişli Kurucu İlçe Başkan Yardımcılığı görevini üstlenmemin yegâne sebebiydi Akşener. Çünkü ona güveniyordum. Daha önce defalarca sınanmıştı. 1997, 2002, 2014 ve son olarak da 2016’daki duruşu ile Türk siyasi tarihinde eşi benzeri pek görülmemiş bir portre çizmişti. Makamlara tamah etmemiş ve en zor zamanlarda taşın altına bırakın elini, gövdesini koymayı bilmişti. Yani yanında durmam için fazlaca sebep vardı. Durdum da. Gücüm yettiğince, elimden geldiğince.
Ama, parti merkeze yol alamadı. Milliyetçiliği ileri, geleceğe taşıyacak hamlelerin yakınından bile geçemedi ve ezber söylemlerin peşinde, klişe paranoyalara esir düştü. Bunların faturasını ilk etapta kendisine değil çevresindeki kimi kişilere kesme yolunu seçtim. Hatta 2018 seçimlerinin akabinde gelen istifa kararını da bu bilinçle, bilerek aldığını düşündüm. Prangalarından kurtulmak maksadıyla bu hamleyi yaptığına inanmıştım zira Akşener olmadan İyi Parti olmazdı. Maalesef netice hiç beklediğim gibi olmadı. Yola, önüne taş koyan birçok isimle devam kararı aldı. Benim için İyi Parti hikâyesi orada bitti.
Zaman içinde Akşener bazı lüzumsuzlardan, onların da hataları sayesinde kurtulmayı başardı. Başardı ama değişimden hâlâ eser yoktu. Öyle sözler söylüyor, öyle tavırlar takınıyordu ki, kendi kendime Bahçeli MHP’sinin muhalefet şubesi İyi Parti oldu diyordum. Özellikle Selahattin Demirtaş, eşi Başak Hanım ile birlikte kahvaltı için kapısına dayandığında, içeri buyur edememesi inanılır gibi değildi. İlk defa onun cesaretinden ve iyi niyetinden şüpheye düşmüştüm. Oysa o benim Cumhurbaşkanı adayımdı.
Gara çıkışı ile hamasetin prangalarını kırıp, iktidarın nizamını bozduğunda ise ülkem adına minnet duydum kendisine. Büyük bir hamleydi ama esasında vaat ettikleri kendisinden de büyüktü. Milliyetçiliği sağlıklı bir zemine oturtup, gelecek nesillere taşıyacak değişime dair ilk kıvılcımı çakmıştı Akşener. Nihayet o kıvılcımın alev topuna döndüğünü de geçen günlerde hep beraber gördük. Kürt siyasal hareketinin ete kemiğe bürünmüş hali olan HDP’nin meşruluğunu kabul edip, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kürt meselesine dair çıkışını tahkim etmek gerçekten Cumhuriyet tarihi boyunca milliyetçi cephede görülmemiş, devrimsel nitelikte bir çıkıştı. Kendisine memleketin birlik ve bütünlüğüne yönelik sunduğu bu büyük katkıdan dolayı bir kez daha şükranlarımı iletiyorum.
‘Cumhurbaşkanı adayı değilim’ çıkışına gelince. Beş başlıkta dahiyane bir hamleydi. İlk olarak, çizdiği Cumhurbaşkanlığı portresi ile adaya resmen yetmiş yaş kotası koydu. Böylece Türkiye’nin geleceğinde önemli misyonlar eda edecek bazı genç siyasetçileri koruma altına aldı. İkinci olarak, partisinin ve kendisinin Cumhurbaşkanı adayı belirleme sürecindeki konumunu yükseltti. Üçüncü olarak, HDP ile ittifak kurulmasına gerek kalmadan Kürt seçmeni Millet İttifakı’na gayet güzel bir şekilde davet etti. Aslında Akşener Kürtlerle ilk defa diyalog kurdu. Dördüncü olarak ise, DEVA ve Gelecek partilerini ters köşeye yatırarak onların masadaki konumunu kendi lehine çevirdi. Beşinci ve son olarak ise, henüz daha emekleme döneminden yeni çıkan partisinin başında kalarak onu AKP sonrasının bir numaralı aktörü yapmak adına hem zaman hem de mevzi kazandı. Türk siyasi tarihine altın harflerle yazılacak bir hamle. Devlet Bahçeli bir koyup üç almasıyla ünlüdür, lakin Akşener bir koyup beş aldı.
Yazının buraya kadar olan kısmı geçmişe dair. Şimdi ise geleceğe dair olan kısa kısmına geldik. “Meral Abla’ya” sizlerin huzurunda bazı sorularım olacak.
O bıktığı HDP sorularından birisini sormayacağım. Tamam kabul HDP şöyle, HDP böyle, HDP siyaseten hatalı vesaire… Ben size başka şeyler soracağım. Abla, insanların etnik kökenlerinin ve ana dillerinin onlarca yıl yok sayılmasına, yasaklanmasına; Diyarbakır Cezaevi’nde ağır işkencelere maruz bırakılmalarına, binlerce insanın faili meçhule kurban verilmesine, asit kuyularına atılmasına ve çocukların panzerle ezilerek öldürülmesine ne diyorsunuz? 12 yaşında ki Ceylan Önkol’un gözleri hiç aklınıza geliyor mu? Ya da Cemile Çağırga’nın annesine taziye ziyaretinde bulunmayı hiç düşündünüz mü?
Abla, ben sizin var olduğunu Kemal Bey’i tahkim ederek tasdik ettiğiniz Kürt meselesine dair ne düşündüğünüzü bilmiyorum. ‘Kürt vatandaşların iradesine ipotek koyamayız’ diyorsunuz. Eyvallah. Peki ya acılarını sansürleyebilir miyiz? Bunca acıya kayıtsız kalarak siyaset yapabilir miyiz? O zaman yaptığımız siyaset neye, kimin siyasetine benzer? Bunca acıya itiraz ve hatta isyan etmeden Başbakan olmak sizin içinize siner mi? Diyelim sindi, böyle bir Başbakan’ın geçmiştekilerden farkı olur veya millete bir faydası olur mu? Nerede o aslan yürekli Meral Abla?