Milletçe başımız sağ olsun elbet. Lakin öylesi eğik ki bu başlar, bir gün kalkar mı bilmem. Bildiğim bir şey varsa o da bu devranı döndürmek için umuttan fazlası gerek. “Memet daha çok küçüksün Memet İnsan soyu böyle en nihayet Öteki de sen, beriki de sen Kendini de bizi de dünyayı da affet” Gariban Anadolu’nun sahipsiz çocukları yine birbiri ardına toprağa düşüyor ve Şehitler Tepesi’nin boş kaldığı barış dolu günlere hasret bir geceyi daha geride bırakıyor Türkiye. Ateş düştüğü yeri yakıyor, ocaklar sönüyor, yürekler dağlanıyor. Tam bu esnada gözlerine mil çekilmiş, gönüllerine perde inmiş, akılları kirlenmiş siyaset cenahının söz erbabı şahsiyetleri, gayet soğukkanlı şekilde telefon tuşlarına basarak attıkları veya bana mısın diyen aktörlere taş çıkararak ekran karşısında diledikleri taziye mesajları ile ödüyorlar ‘diyetlerini’. Onların bir dakikasını alan bu taziye mesajları anaların bir ömürlük acısı. Pişkinliğin böylesine tahammül etmek kolay değil. Canı bedenden çıkan Memet, canları nutuk çeken bu güruhun “timeline”ına, hayatın rutini içerisinde ve anlık bir zaman diliminde düşüyor sadece. Bunca zaman onca can verdik toprağa, tek bir Memet’in acısını içselleştirmedi vicdansızlar. Bunu yapabilselerdi hamaset destanları yazacaklarına yitip giden her bir canda kahrolur ve Memet’in sağ salim anasına, yuvasına, karısına veya çocuğuna dönebilmesi için var güçleriyle mücadele ederlerdi. Ama onlar bunun yerine rejimin borusu her öttüğünde, esas duruşta hazır ola geçmeyi tercih ettiler. Köhnemiş, katran karası bir zihniyetin paranoyalarının, kibrinin ve doymazlığının eseri olan bu kirli savaşın ateşine odun atan her siyasinin eline bulaşmıştır Memet’in kanı ki yıkamakla çıkmaz. Ölümü sıradanlaştıranların, “mevzu bahis iktidarsa gerisi teferruattır” diyen siyasetçilerin hüküm sürdüğü topraklar burası. Askeri toprağa düştüğü gün, devletin başı ve aynı zamanda başkomutan olan zatın ne yaptığını, nasıl olduğunu yanık türküler söyleyen filozofunun beyanlarından öğreniyoruz. Meğer devletin başı pinpon oynuyormuş ve bayağı da mahirmiş bu işte. Mahirmiş ki yanık filozof “Bileğine ve yüreğine güvenene” emojiler eşliğinde hodri meydan diyor. Hale bakar mısınız? Yürek dayanmaz. Neredesiniz vatan sevdalısı olduğunu iddia eden milliyetçiler? Neredesiniz içlerinde Allah korkusu olduğunu söyleyen dindarlar? Tezkereye evet diyen Akşener, destekleyen Davutoğlu ve çekimser kalan Babacan, yastığa kafanızı rahat koyuyor musunuz? Mışıl mışıl uyuduğunuza şüphe yok. Milli güvenlik sorunu haline geldiğini iddia ettiğiniz bir iktidarın eline Memet’in canını nasıl emanet edersiniz? O kadar sıradanlaşmış ki başkalarının evlatlarının toprağa verilmesi sizler için, “şehitler ölmez vatan bölünmez” zırhının arkasına saklanarak kurtulacağınızı zannediyorsunuz. O kalkan veya kalkmayan ellerinizin hesabını mutlaka vereceksiniz. Ama bu dünyada, ama mahşerde. Peki tezkereye hayır diyen Kılıçdaroğlu neyi bekliyor hesap sormak için? Seçim dönemine girilirken ve ekonomik kriz, adaletsizlikler milletin belini bükmüşken ‘güvenlik’ politikaları adı altında sürdürülecek bu işlerin sonu nerelere varabilir kestirmek çok mu zor? Zalimin zulmü hüküm sürsün, sefası daim olsun diye daha kaç vatan evladını toprağa vereceğiz? Vesayete karşı halkın yanında durabileceğini, milletin menfaatlerini kısa süreli siyasi ranta kurban vermeyeceğini iddia etmiyor muydu Kemal Bey? Hani? Nerede? Şehit haberlerini ne zaman alsam susmaya gayret ederim zira ne söyleyecek sözüm ne de bakacak yüzüm var. Ama bu defa dayanamadım. Her bir şehidin ruhundan af ve onların geride kalan yaslı ailelerinden özür dilerim bunun için. “Memet, biz de bilemiyoruz Memet Böyle mi sürecek bu ilelebet Değişir mi dünya, döner mi devran Ama sen ümit etmeye devam et” Milletçe başımız sağ olsun elbet. Lakin öylesi eğik ki bu başlar, bir gün kalkar mı bilmem. Bildiğim bir şey varsa o da bu devranı döndürmek için umuttan fazlası gerek. Taşın altına elimizi koymak, tüm ezberleri bozmak, prangaları kırmak gerek. Gidenlerin yasını hakkıyla tutmak ve geride kalanları yaşatmak için mücadele etmek gerek.