Akşener’in açıklamasını dinlediğimde Bahçeli’nin yaptığı konuşmaların retoriği ile neredeyse aynı olduğunu söyleyebiliriz. Konuşmasının biraz daha ilerisi olsaydı eğer “Devletin bekası… Şer odakları…” şeklinde ilerleyecekti muhtemelen.  Altılı Masa devrildi. Yer yerinden oynadı. Meral Akşener rest çekti. Olay, olay, olay…” sosyal medyada gördüğüm değerlendirmeler aşağı yukarı bu türdendi. Ben buna katılmıyorum. Türk siyasi hayatı daha doğrusu “sağ siyasi hayatı” olağan bir biçimde hayatına devam ediyor. Evet kabul etmek gerekiyor, buraya kadar iyi bile gelindi. Aylardır bu masanın ortak söylemsizliğinin ciddi sorunlar yaratacağını ve bu şekilde giderse bu masanın uzun ömürlü olmayacağını yazmıştık. Tabii ülkemizin yaşadığı akıl almaz olaylara o kadar alıştırıldık ki, en küçük bir umuda sarılıyor, en küçük ihtimallerde kurtuluş arıyor, en küçük bir demokratik söylem kırıntısına mest oluyor, olur olmaz insanların söylemlerine bile alkış tutar hâle geliyoruz. Dolayısı ile Meral Akşener’in Kılıçdaroğlu’nun adaylığını kabul etmeyişini ve masayı dağıtmasını da büyük bir olay gibi değerlendirdi herkes. Oysa ben asla öyle düşünmeyenlerdenim. Sağ siyasetinin genel tavrı, yaklaşımı hep bu şekildeydi: ilkesiz ve çıkarcı. Sağ siyaset asla tam demokrasiyi istemedi, demokrasiyi sadece bir araç olarak kullandı. İstediğini elde edince de… Gerisini biliyorsunuz zaten… Meral Akşener, bir basın açıklaması yaparak oldukça sert ifadeler ile gelinen noktada, İYİ Parti'nin bir kıskaca alındığını ve dayatmaya mecbur bırakıldığını, ancak buna boyun eğmeyeceklerini söyledi. Akşener, "Milletin ortak iyiliği için iyi niyetlerle oturduğumuz Altılı Masa, artık potansiyel adayların tartışıldığı bir ortak akıl platformu olmaktan çıkmıştır. Tek bir adayın tasdiki için çalışan, bir noter masasına dönüşmüştür” dedi. Oysa daha dün Altılı Masa ile beraber bir karara imza atarak ortak hareket edeceklerini ifade etmişlerdi. Evet, sadece bir gün önce… Bu açıklamalar aslında siyasi hayatımıza çok yabancı sayılmaz. Akşener, bu açıklama ile demokratik değil ideolojik bir parti oldukları imajını güçlendirerek, MHP tadında bir parti havası verdi. Akşener’in açıklamasını dinlediğimde Bahçeli’nin yaptığı konuşmaların retoriği ile neredeyse aynı olduğunu söyleyebiliriz. Konuşmasının biraz daha ilerisi olsaydı eğer “Devletin bekası… Şer odakları…” şeklinde ilerleyecekti muhtemelen. Altılı Masanın işleyişine dayatmacı demek gerçekle asla bağdaşmaz. Ancak Akşener’in masanın işleyişine itirazı nasıl olursa olsun bugün kullandığı üslup kesinlikle kabul edilemez tondaydı. Biraz hak ve vicdan sahibi kişiler bu üslubun oldukça yersiz ve sert olduğunu düşüneceklerdir. Meral Akşener’in sürekli ifade ettiği “Ben başbakan olacağım” iddiası da bu durumda nasıl gerçekleşecek? Daha doğrusu bu iddia da bir dayatma değil miydi diye soralım o zaman? Bir başka açıdan bakarsak başbakan olmak hayalindeki biri için bir cumhurbaşkanı gerekli değil midir? Kılıçdaroğlu’nun adaylığı da bu hayalini destekleyecek en önemli adımdı değil miydi? 5 siyasi partinin üzerinde anlaştığı bir aday için nasıl olur da “dayatma” denebilir? Aslında Akşener’in masadan kalkmakla kalmadığını, üstelik Kılıçdaroğlu’na meydan okuduğunu görülüyor. Ama gittiği her toplantıda da “Ben sülaleme Kılıçdaroğlu’nu vasiyet ediyorum. Kendisine herhâlde ölünceye kadar şükran duyacağım” diyen de Akşener. Kılıçdaroğlu sayesinde siyasi varlıklarını devam ettiren bir parti liderinin, Kılıçdaroğlu için “şahsi hırslarının olduğunu” ifade etmesini gerçeklikten ve vicdandan uzak bir açıklama olarak değerlendiriyorum.
Kılıçdaroğlu sayesinde siyasi varlıklarını devam ettiren bir parti liderinin, Kılıçdaroğlu için “şahsi hırslarının olduğunu” ifade etmesini gerçeklikten ve vicdandan uzak bir açıklama olarak değerlendiriyorum.
Ayrıca bu açıklama ile en önemli gündem maddemiz deprem bile geride kaldı ve ülke gündemi eksen kayması yaşadı ne yazık ki. Oysa deprem sebebi ile insanlar, STK’lar ve devlet, henüz depremzedeler için bir şeyler yapıyordu. Şimdi muhtemelen, oralar gündemden düşecek ve insanlar acıları ile daha fazla baş başa kalacaklar… Şayet ben bir depremzede olsaydım, bu gündeme çok fena sinirlenirdim. Zira büyük bir felaketin yaşandığı şu günlerde böylesine bir gündem konuşmak utanç verici. Neresinden bakarsanız bakın bir nevi siyasi deprem... Elbette süreç bununla da kalmadı. Açıklamanın ardından İyi partiden kitlesel istifalar çığ gibi büyüdü, e-devlet kilitlendi, üyelikten çıkan çıkana... Parti inandırıcılığını sadece bir açıklama ile kaybetti. Bütün bu yaşananlardan sonra Akşener, "Keşke bu 24 saat hiç yaşanmamış olsaydı" diye düşünüyordur eminim. Çünkü beklemediği ve öngörmediği bir öfke ve tepki vardı. Halk AKP'den kurtulmak adına Altılı Masa’ya güveniyordu. Ama bu manevra ile masanın altında kalma riski ile karşı karşıya kalındı. Yeniden gördük ki Türkiye siyasetinde ilkeli ve uzun soluklu bir demokrasiyi inşa etmek için hâlâ çok erken. Gelinen noktada HDP gibi çok önemli bir partinin desteği alınmadan demokrasi yolunda ilerlemenin mümkün olmadığını da görmüş olduk. Ahmet Ümit’in dediği gibi, “Uzun, çok uzun bir yürüyüştü özgürlük, hiç bitmeyecek olan...” Siyaset sahnesinde birlikte yürümek kadar, yol ayrımında da nezaketi elden bırakmamak demokrasinin bir gereği olmalıdır. Meral Akşener’in “Ya tarih yazacağız ya tarih olacağız” sözünü bir kez daha hatırlayalım ve maalesef bir tarih yazılamadığını görelim.