Yaratılan yeni değer, metaı kendince büyüten bir değerdir. Değildir, çünkü yeni metaı oluşturan eski metanın değeri yine aynı değerdedir. Sermayenin formülünü çizerken olabildiğince netlik kazanmış bir biçim karşımıza çıkmaktaydı. Ne var ki bu gösterilmiş biçimin içerisinde kendi oluşturmuş olduğu çelişkiler de mevcuttur. Nasıl ki bir denklem kendinden emin, gerçeği öylece içinde barındırıyorsa, barındırmadıkları şeyleri ve çelişkileri de içermektedir. Paranın sermayeye dönüşümünden bahsederken dedik ki, dolaşım biçimi sayesinde para sermayeye dönüşmektedir. Peki, değer ve meta bu dolaşımın içerisinde nasıl bir çelişki yaratabilir ki? Basit anlatımda şu şekilde bir varsayımımız vardı; birey ihtiyacı olan metaı alabilmek için pazara getirir kendi işine yaramayacak olan metaı verir ve elindeki metaya ihtiyaç duyan kişiye bunu satıp kendi ihtiyacı olan metaı alır. Bir değiş-tokuş ile istenilen kullanım değerine bu şekilde ulaşılmaktadır. Bir kapitalist ne yapar? Serinin beşinci yazısında size tanıtmış olduğumuz sermayenin formülü şu şekildeydi; P – M – P’ ve biz bu tırnaklı p’yi (P’) örneklendirerek açıklamıştık. Hatırlatmak gerekirse; ‘‘100 sterlinlik pamuğun 110 sterlin olarak satışı yapıldığı durumdan gidecek olursak aradaki 10 sterlinlik fark Artık Değer’dir. Aynı pamuk bu 10 sterlinlik değer değişimi ile birlikte önceden alıcı şimdi ise satıcı olan kişiye bu değeri eline bırakmıştır. İşte pamuğun değer değişimindeki bu yolculuğu onu sermayeye, pamuğu bu fayda ile satan kişiyi de kapitaliste dönüştürür’’. Aradaki 10 sterlinlik farkı hapsettiğimiz o tırnağın içerisinde ki çelişkiyi ise şimdi göstermek gerekmektedir. Burada basit biçimden çıkıp bir kapitalist ne yapar sorusunu sorduğumuzda alış ve satışın ters yönlü biçimi karşımıza çıkmaktadır. Basit durumda bireyler kullanım değerinin peşinden koşarken, para peşinde koşan kapitalistimizin derdi mübadele değeridir. Eşdeğer biçiminden bahsederken piyasada karşılaşan ve değişim yoluyla ihtiyaçlarını gideren durumda eşitlikten söz etmiştik. Oysa eşitliğin olduğu yerde kazanç yoktur dolayısıyla kapitalistin de orada işi yoktur. Kapitalin derdi bu eşitlik varsayımı altında artık değeri yaratan o ‘şey’dir. Nereden gelmekte ve bizi nereye götürmektedir? Hangi yasa gereği önümüze öylece serilmiştir? Elimizde bu bölüm için yegâne bir soru vardır; artık değerin, birbirine değer olarak eşitlenen piyasada nasıl oluştuğudur. Alıcı-satıcı ilişkisinde kurmuş olduğumuz bağıntıda her ikisinin de üretici olabileceği dipnotunu hatırlatarak çelişkinin altını çizmek istiyorum; satıcı, artı değer elde ettiği satıştan sonra başka bir satıcıdan meta aldığında o satıcıya elleriyle artı değeri teslim etmiş olmuyor mu? O zaman artı değer bu dolaşım ile kendi kendini yok etmektedir. Nasıl mı? Kitaptan bir örnek vermek gerekirse; A, B’ye 40 sterlin değerinde şarap satarak karşılığında 50 sterlin değerinde tahıl almaktadır. A’nın değer olarak elinde tuttuğu 40 sterlin, 50 sterline dönüşerek sanki fazladan bir para yaratmış ve şarabını sermayeye dönüştürmüş gibi gözükmektedir. Şimdi, diğer açıda B’nin durumunu ele alalım. B’nın elindeki tahıl zaten 50 sterlin değerindeydi. Mübadele öncesi toplam değer 90 sterlinken mübadele sonrasında da yine karşımızda 90 sterlin toplam değer var… O zaman dolaşımda gerçekleşen işlem toplam değer üzerinde etki yapmamış, sadece A ve B arasında gerçekleşen bölüşüm değişmiştir. Sermaye dolaşımdan doğmak ya da doğmamak zorunda diyebilir miyiz? Marks bu durum için kafaları karıştırıcı ama sonrasında netleşecek olan şu cümleyle cevap vermiştir; ‘‘Sermaye aynı anda hem dolaşımda doğmak ve hem de dolaşımda doğmamak zorundadır’’. Dolaşımdan kastedilen şey, tüm metaların sahiplerinin kendi aralarında oluşturduğu ilişkilerinin toplamıdır ve burada her meta sahibinin elindeki metasını kendince değer yükleyip yani emeğini sarf edip daha fazla değerli hale getirebileceğini ancak bu yeni ilişkinin sadece meta ile kendisini bağlayacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Dolaşım dışında, meta sahibinin kendi emeği ile yarattığı bu değer bizi şu yanılgıya düşürmemeli; yaratılan yeni değer metaı kendince büyüten bir değerdir. Değildir, çünkü yeni metaı oluşturan eski metanın değeri yine aynı değerdedir. Burada farklılaşan tek şey ilk metada harcanan emek ile o metadan başka bir metaya dönüşen süreçte harcanan emek miktarı değişmiştir. EMEK: TÜKETİLEREK ÜRETİLEN ŞEY NEDİR? ABRAKADABRA: EMEK Çemberi iyice daraltırken anlıyoruz ki, değerin ne olduğu hususunda fark yani tüketim bizim anahtarımız haline geliyor. Değişim, kullanım değeri ile birlikte tüketimden doğmaktadır. Şimdi emek açısından durumu incelemeye başlamamız gerek. İç içe geçmiş kavramlar dolayısıyla basit düzey analizlerin bile bizi yanıltacağı gerçeği bir tanımı yapmayı şart koşmuştur; emek gücü-kapasitesi. Bu bir bireyin toplam üretime katkısının tüm bileşenlerini içermektedir. O işe vereceği fiziksel katkı ve bunu yaparken kullanacağı zihinsel yetenekleri kastediyoruz.  Bu güç, sahibi tarafından piyasada bir meta olarak sunulurken kendi iradesini kullanması ile gerçekleşir.  Emek gücü sahibi, bir emek satıcısı olarak emek satın alan meta sahibi ile kendi emeği üzerinden ilişki kurar. Burada önemli olan husus şudur; emek sahibinin kendi emeğini satmaktan başka bir çaresinin olmaması… Kendinde olan bu metayı (emek) özgürce satabilirken onun kısıtı satacak başka bir şeyinin olmamasıdır. Tabii ki kendi emek gücü üzerindeki hâkimiyeti ve tasarrufu diğer gerekli koşuldur ancak yoksunluk onun emeğini satması için tek yoldur. Sermayedar da emeğini satmakta özgür olan bu işçiyi kendi metası için piyasada bulduğu an sermaye ortaya çıkar.
Altını çizerek belirtelim; emek gücü bu noktada değer olarak emek gücü sahibinin hayatta kalabilmek için gereksinim duyduğu geçim araçlarının değerini ifade eder.
Emek gücünün değeri ise yine metanın yaratımında kullanılan emeğin süresiyle yani emek-zaman ile belirlenir. Bu emek-zaman ise geçim araçlarının üretilmesi için yeterli olacak emek-zamana eşitlenir. O zaman emek satıcısının geçinebilmek yani kendini varlığını sürdürebilmek için bu geçim araçlarına bağımlılığı yüksektir diyebiliriz. Onun elinde emek metası dışında hiçbir şeyi yok çünkü. Altını çizerek belirtelim; emek gücü bu noktada değer olarak emek gücü sahibinin hayatta kalabilmek için gereksinim duyduğu geçim araçlarının değerini ifade eder. Emek metasının diğer tüm metalardan farkı işte burada doğmaktadır. Emek, sadece bir kalıba sokularak elde edilen herhangi bir şey ya da ekilerek elde edilen bir tahıl ya da dokuyarak iplikten halıya geçen vs. metalar gibi kendinden bağımsız ve şekil değiştirdikten sonra piyasaya çıkan bir şey değil varlığını koruyabilmesi için ham maddi hem de manevi unsurlara ihtiyaç duyan bir ‘şey’dir. Sürekliliğini koruması gerekir ki üretim devam edebilsin. Emek sahibi yani işçinin varlığı ailesi için gereklidir ki eşi ve çocukları hayatlarına devam edebilsin çünkü yeme, giyinme, barınma gibi temel koşulların gerçekleşebilmesi için işçi emeğini satmalı bu satış sayesinde hem kendisi hem de ailesi hayatta kalabilmeli. Bahsettiğimiz bu geçinmek için gerekli olan sınır nedir? Burada tamamen fiziksel olarak temin edilmediği takdirde yaşamın devam edemeyeceği temel ihtiyaçların alt seviyesinden bahsedilmektedir. Öyle ki emek sahibi bu sınırın altında çalıştırılırsa hayatını idame ettiremez ancak bu sınırın altında çalıştırılmak mümkün müdür? Tabii ki mümkündür. Marks, bu fiziksel sınırın altında kalan işçinin, değerinin altına düşerek kötürüm bir şekilde varlığını sürdürerek eksik gelişim göstereceğini belirtir ama biz başında şunu dememiş miydik; metanın değeri eşittir onu elde etmek için sarf edilen emek-zaman… MUTLAK ARTIK DEĞERİN ÜRETİMİ- EMEK SÜRECİ VE DEĞERLENME SÜRECİ İnsanı hayvandan ayıran şey konuşma yeteneği değildir. Bunu pekâlâ bir papağana öğretebiliriz. Bu ayrım düşünme ve planlama yapabilme yetisinden kaynaklanmaktadır. Marks der ki; ‘‘ Bir örümcek, dokumacının çalışmasını andıran faaliyetlerde bulunur ve bir arı, bal peteğini yaparken bazı mimarları utandırır. Ama en kötü mimarı en iyi arıdan daha en başından ayırt eden şey, mimarın, peteği balmumundan yapmadan önce kafasında kurmuş olmasıdır’’.
Sadece bir kullanım değeri yaratmak onun amacı değildir. Onun tek amacı bu kullanım değerinin doğduğu andan itibaren artık değerin oluşmasıdır. Değerlenme sürecinde kapitalistin hesapladığı şey de tam olarak budur.
İnsan belirli bir planlama ve hesaplama ile elindeki emek aracıyla bir metaya emek sarf ederek nihai sonuç olan ürüne bu şekilde ulaşır. Onun kendinde olan fiziki ve zihinsel bütünlüğü doğanın yaratmış olduğu meta ile buluşarak başka bir biçim yaratır ve bu biçimde kastettiğimiz o emek nesnelleşmiş olur. Böylelikle bir kullanım değerinden bahsetmiş olmaktayız. Bu kullanım değeri aynı zamanda toplumsal üretim biçiminin bir yansımasıdır. Peki, kapitalistin derdi bu mudur? Sadece bir kullanım değeri yaratmak onun amacı değildir. Onun tek amacı bu kullanım değerinin doğduğu andan itibaren artık değerin oluşmasıdır. Değerlenme sürecinde kapitalistin hesapladığı şey de tam olarak budur. NESNELLEŞMİŞ, KATILAŞMIŞ VE ŞEKİLLENMİŞ EMEĞİN HESAPLANMASI Marks burada iplik, iğ ve şilin para birimi üzerinden oldukça detaylı bir örneklendirme yapmıştır. Bunu yapmak yerine kısaca özetlemek gerekirse bir işçinin bir çalışma gününde (günümüz çalışma süresi 8 saat olarak varsayalım) dört saatlik kısımda almış olduğu 100 lira ücret, onun kendi emeğini gerçekleştirmede ve hayatta kalma gereksinimlerini karşılamadaki eşiğidir. Üretilen şey her ne ise bunun üretiminde emeğin dışında kalan üretim araçlarının ve metanın değeri ile birlikte toplam maliyet aynı zamanda satış fiyatına eşit olmuştur. Kapitali kapital yapan şey nerede peki? Bu örneği mercek altına alırsak emek için dört saatine 100 lira ödenmişti oysa ki emek sekiz saat üretildi. Yeniden üretim tabirini anımsar gibi misiniz? İşveren zaten işçiyi sekiz saatlik çalışma ile kendine bağlamıştır ve işçi geçinmek için bunu dört saatlik bedeli olan karşılığı kabullenmiştir. Dördüncü saatten sonra devam ettiği üretim artık kapitalin artık değeridir.