Maliyeti yüksek büyüme nedir? Teknik bir ayrıntı
“hak edilmemiş bir refaha” sahip olması sağlanmıştır.
Dövizin dışarıdan borçlanarak, kolay ve ucuza elde edilebildiği bir dönemde, bu yabancı sermaye döviz kazandıran değil ama daha çok TL gelir yaratan iktisadi faaliyetlere yönlendirilmiş; ağırlıklı olarak da altyapı harcamaları ve inşaat sektörünün finansmanında kullanılmıştır. Çok daha kötüsü, iç talep artışını körüklemek için kullanılan krediler yurt dışından döviz cinsinden borçlanılmıştır. Gelirler TL ile elde edilirken, harcamalara kaynaklık eden finansman dövizle yapılmış ve bu nakit-harcama modeli ile ekonomi kur istikrarına son derecede bağımlı hale gelmiştir.
Ancak bu modelin döviz akımlarının yavaşladığı ve pahalı hale geldiği günümüzde uygulanması mümkün değildir. Aksine ülkeye döviz kazanma kabiliyetini arttıracak yeni üretim kapasiteleri kazandırmanın önemi artmaktadır. Ekonominin değişen koşullara uyumunun gereği de budur.
Çok uzun yıllardır, ağırlıklı olarak TL gelir elde eden ama bunun için çok daha fazla döviz harcaması yapan bir ekonomiyi, kısa bir dönemde net döviz kazanan bir ekonomiye dönüştürebilmenin kolay olmayacağı açıktır. Zira TL gelir yaratan hizmet ve benzeri sektörlerin ekonomideki ağırlığı ve istihdam yaratma kabiliyeti son derecede yüksektir. Bu yüzden büyümek isteyen ve aynı zamanda da istihdamını arttırmaya çabalayan bir ekonomi, kısa dönemde doğal olarak bu sektörlerin imkânlarından yararlanmaya çalışacaktır, çalışmalıdır.
~*~
Bugünlerde hükümet, yoklukta ihracatın ve döviz kazandırıcı faaliyetlerin önemini anlamış görmektedir. Ancak ihracat artışı, devletin planlı bir sanayileşme stratejisinin sonucu olarak elde edilen bir sonuç değildir. Daha ziyade mevcut ekonomik koşulların de facto olarak ortaya çıkardığı koşulların bir sonucu olarak orta çıkmıştır. TL’nin aşırı değer kaybının uyardığı dış talep vesilesiyle ihracatçı sektörler üretim kapasitelerini arttırmaya ve böylece, sınırlı ölçüde de olsa, istihdamı arttırmaya yönelmişlerdir. Özellikle iç talebin yeterli düzeylerde olmaması, mevcut üretim kapasitesinden artanları yurtdışına yönlendirilebilmesine imkân sağlamıştır.
Grafik 1’de TÜFE temelli reel efektif döviz kuru ile sanayi ve hizmet ve benzeri sektörlerin toplamının GSYİH içindeki payları birlikte gösterilmektedir. Her iki şekilde de mavi ile gösterilen efektif reel kurun zaman içinde gösterdiği eğilimdir. TCMB web sitesinden alınan reel efektif kur verisindeki artışlar TL’nin reel olarak değer kazandığını ve yabancı malları satın alma gücümüzün arttığını göstermektedir. Öte yandan azalmalar ise TL’nin değer kaybettiğine ve beraberinde de yabancı malları satın alma gücünün düştüğüne işaret etmektedir.
Grafik 1’deki grafiklerde reel olarak TL’nin kaybettiği değer, sanayinin uluslararası piyasalarda rekabet gücünü arttırmış, ama ekonominin büyük bir kesimi için de (özellikle döviz borcu olan özel sektör içim) sorun olmaya başlamıştır. Bugün, sözüm ona kriz yokluğunda reel kur endeksinin ulaştığı 59,77’lik değer, 1994 yılı krizinde TL’nin ulaştığı 81,1’luk değerin bile çok altındadır. Dolayısıyla TL 1994’den bu yana görülmemiş ölçüde reel olarak değer kaybetmiş olarak düşünülebilir.
Reel kurdaki bu gelişmeler sanayi üretimi ve ihracat için olumlu algılanırken, ekonomik katma değerin %50’den fazlasını oluşturan ve tamimiyle iç talebe dayalı yerel nitelikte hizmetler ve benzeri faaliyetler için çok olumlu görülmez. Bu durum, kısa dönemde ekonomik büyüme ve istihdam artışı sağlamayı amaçlayan bir yönetim için çok fazla umut verici değildir. TL’nin reel olarak bu boyutta değer kaybetmesi hizmet, inşaat gibi yerel nitelikli hizmetlerin göreli olarak çok ucuzlaması ve arz bakımından cazibelerinin azalması anlamına gelmektedir. Buna bir de iç talep düzeyindeki azalma eklenince, hizmet ve benzeri faaliyetlerin üretimindeki düşüşler kaçınılmaz bir hal almaktadır. En azından eğilim olarak beklenen budur.
Grafik 1a’da görüldüğü gibi sanayi faaliyetlerinin ekonomideki payı, teorik beklentilerle uyumlu bir şekilde, reel kurdaki gelişmelerle ters orantılı hareket etmektedir. TL reel olarak değer kaybettikçe, sanayi üretiminin ekonomideki payı artmaktadır. Buna biz üretimin kurlar yoluyla rekabet gücü kazanması diyoruz. İşte bu yüzden zaman zaman iktisadi karar alıcılar ihracatı canlı tutacak rekabetçi kur arayışı ve arzusu içinde olabilirler. Zaten kurda yaşanan en son düşüşlerin ihracat yoluyla sanayi üretimini arttırmasının sebebi de budur. TL’nin reel olarak değer kaybetmesi döviz cinsinden Türk ürünlerini ucuzlatarak, yabancılar nezdinde cazibelerini arttırmıştır. Bu durum hem arz bakımından hem de talep açısından sanayi mallarının ekonomi içindeki payının artmasına yol açmıştır. Açıklanan bu mekanizmada ucuzlayan ihraç ürünlerinin neden olduğu talep artışının arzı arttırması söz konusudur. Ancak burada asıl üzerinde durulması gereken husus bu değildir.
Hizmet ve benzeri ürünlerin göreli olarak ucuzlaması arz açısından bu ürünlerin ekonomideki üretim düzeyinin düşmesi anlamına gelmektedir. Reel kur düşerken, bu tarz ürünlerin GSYİH içindeki ağırlığının da göreli olarak düşmesi beklenir. Yani hizmetlerin ekonomideki payının reel kur ile doğrusal bir şekilde hareket etmesi beklenmektedir. Ayrıca TL değer kazandıkça, TL’nin artan satın alma gücü yerleşikler için bu malların talebinin artmasına, değer kaybettikçe de azalan satın alma gücü yerlilerin talebinin azalmasına neden olmaktadır. En azından teorik beklenti bu yöndedir. Ancak Grafik 1b’de beklenildiği gibi reel kurdaki düşüşle birlikte hizmet ve benzeri faaliyetlerin ekonomideki ağırlıkları neredeyse sabit (yatay seyretmekte) kalmakta; teorik beklentilerle uyumlu bir şekilde azalma sergilememektedir.
Buna göre TL’nin reel olarak değer kaybetmeye başladığı 2014 yılından sonra hizmet ve benzeri sektörlerin ekonomideki paylarının azalması gerekir. Ancak böyle bir eğilim Grafik 1b’de görülmemektedir. Beklentilerle pek de uyumlu olmayan bu durumun temel nedeni, hükümetin nispi fiyatların bu elverişsiz koşullarına rağmen, doğrudan bu sektörlere yönelik iç talebi uyaran ek kredi imkânları ile destekleme gayretleridir. Nispi fiyatların elvermediği bir ortamda, böyle bir kredi desteği, bu sektörlere olması gerekenden çok daha fazla kaynak sağlanması ile mümkün olabilir. Özellikle dışarıdan döviz cinsinden çok daha pahalıya borçlandığımız bir dönemde hem borçlanmanın artan faizleri, hem de bu faaliyetlerde azalmaya yol açan göreli fiyatlardaki düşüşü telafi edecek miktarda kullanılacak kredi artışı nedeniyle ekonomi ek maliyetlerle karşı karşıya kalmaktadır. Bu maliyetlere uzun süre katlanılması mümkün değildir.
~*~
İktisadi kararların ülkedeki koşullarla uyumu o politikaların sürdürülebilirliği bakımından önemlidir. Yaklaşık 20 yıllık bir sürede ülke ekonomisinin ihtiyaç duyduğu dövizi kendi üretim faaliyetleriyle kazanmak yerine, borçlanmayla elde eden bir ülkede bunun sürdürülemeyeceği, konjonktürdeki değişim ile birlikte bu politikanın sona ereceği tahmin edilebilmeliydi.
Bugün şartlar ve oyunun kuralları değişti. Geçmişteki kadar kolay ve ucuz borçlanma imkânları yok. Böyle bir durumda ülkenin döviz kazanma imkânlarının tekrar gözden geçirilmesi, buna uygun “rekabetçi kur” arayışına girilmesi şart. Ancak reel kurların bugün geldiği nokta aradığımız rekabetçi kur seviyesinin çok altında seviyelere işaret etmektedir. Bu seviyeler ihracat ve sanayi üretimi için olumlu karşılanabilir. Ancak ekonomideki üretim ve istihdamın %50’den fazlasını sağlayan hizmet ve benzeri faaliyetlerin lehine bir durum oluşturmaz. Kısa dönemde büyüme ve istihdam artışı isteyen siyasilerin bu sektörlerdeki talebi finanse edecek pahalı mali kaynak arayışına girmeden önce, sektörün göreli fiyatlarını olması gereken seviyelere çekerek, rekabetçi kur düzeyini de tehdit etmeden, TL’nin değer kazanmasını sağlamaları gerekmektedir.
-----
[1] Bu yazı, 15 Temmuz 2021 tarihinde yayımlanmış olan “Ne Yapmalı?” (https://www.politikyol.com/ne-yapmali/) başlıklı yazıma teknik manada bir ek olarak hazırlanmıştır.