Makinenin ruhu

Abone Ol
Buradan günah çıkarmak istiyorum. Kötü olan sistem. Ah bu sistem işte, insanı insana nasıl da düşürüyor.

Loading...

Geçirdiğim ufak bir kazadan dolayı bu hafta birkaç gün hastanede yattım. Bu süre içinde sigorta işleri ile uğraşmaktan ne dinlenip toparlanabildim ne hadi fırsat bu fırsat diyerek okumayı yarım bıraktığım kitabımı bitirebildim. Gergin geçen dört gün boyunca biraz olsun zihnimden sorunlu ve zor konuları uzaklaştırmak için, sigara molasına çıkabilen hastane personeli gibi ben de YouTube’da kedi videoları izledim. Bazen de yeniden yürüyebileceğim zaman nerelere gitsem de bu zamanların acısını çıkarsam diye arkadaşlarımın Instagram hikayelerini. Bu Instagram ziyaretlerinin birinde eski yöneticim, şimdilerde seneler içinde özellikle sinemaya dair biriktirdikleri ile Sindel Kültür Sanat Platformunu kurmuş film anlatıcısı Mehmet Sindel’in bir paylaşımına denk gelmiştim. Hikayesinde bahsettiği bir filmin analizine dair ipucu vermek için “Spiritüalizm, Neo Liberalizm’in süslü ev köpeğidir” yazmıştı. Ah dedim, her duyguya, her akıma, her sanatçıya, böyle sıralar yazarım da özetle her şeye gölgesini satacağı ağaç gibi bakan bir sistem işte. Doğrudan söylemek değil sezdirmek gerek demişti Haydar Ergülen, şiir için. Ben de şiir çok sevdiğim içindir belki cümleyi de sevdim, bilmiyorum. Ama önce yüceltip, sonuna kadar tüketip bitiren yeni dünya, sonra bir köşeye fırlatıp, unutup yüceltecek yeni bir şeyler bulmuyor muydu hep? Bazılarının ömrü kısa bazılarının senelerce. Che mesela, Frida Kahlo ya da duvarımda sigara içen versiyonuyla Mina Lisa. Önemlerini, tarihteki yerlerini gerçek anlamda kirletebileceğini asla düşünmüyorum ama bu şekilde maalesef çoklarının gözünde hafifletiliyor sanki. Bir açıdan da daha görünür olduklarını kabul ediyorum. Sadece kişiler ya da eserler de değil. Akımlar, düşünceler ve hatta inançlar da. Son dönemde sekülerleşiyor muyuz acaba konulu videolara sıkça denk geliyorum. Öncelikle düşüncem ve izlediklerimden anladığım evet ama tam olarak değil. Sanırım yirmi dört saat yedi gün yapılan mutlu olma baskısı bir yerinden patlak veriyor ve neredeyse hepimiz arayıştayız. Hiçbirimiz kendimize olduğumuz halimizle yetemiyoruz (ki bu rahatsızlık hâli bence belli bir dozunda insanlık için nimettir). Daha iyi insan olmak için, daha mutlu olmak ya da arzularımızı hayatımıza çağırmak için... Aranılanlar kadar ulaşmak için gösterilen yollar da çeşitli. Ancak kimileri, bazısı binlerce yıl öncesinden gelen öğretilerden kendisinin ya da hayatının daha iyi bir versiyonuna ulaşmaya çalışırken bir kısmı da bu hazineleri sadece satılabilir meta olarak görüyor. Süslü ev köpeği benzetmesini bu yüzden çarpıcı bulmuştum. Ruhani arayışların trend olmasının aslında her birini daha çok insana ulaştırırken bir yandan da metalaştırdığını tek vuruşta enjekte ediyordu. Ayrıca gayeleri dışında farklı alanlardaki baskınların gücüne güç katmak için de kullanılmıyor muydu? Bu kadar kişisel ve özel, hatta hassas konuların popülere dahil olması beni açıkçası çokça rahatsız ediyor. Bu rahatsızlığın belki aynı eksende olmasa da başka birilerini de rahatsız ettiğini görüp, yalnız değiliz diyerek paylaşmak istemiştim. Ancak samimi olarak kendi bireysel arayışında olduğunu bildiğim bir arkadaşım bu cümleden biraz incinmiş. Kendi hassasiyeti içinde sinirlenmiş de bir miktar misyonerlik serpiştirilmiş bir sitem yazdı bana. Sanırım küstü de. Olsun, o da kendi ayakkabılarının içinde geldiği yolda ulaştıklarında, doğrularında haklıdır. Buradan günah çıkarmak istiyorum. Kötü olan sistem. Ah bu sistem işte, insanı insana nasıl da düşürüyor.