Mahmut Üstün yazdı | Solun tarihsel fırsatı ve "meşruiyet krizi..."
“Sol yükseliş” öncesi “ne yapmalı?” ya da “nereden başlamalı?” başlıklı yazımızı "Genel kural olarak ‘sol dalga sürecini’ iki önemli dönemin bütünü sayabiliriz. Solun programatik tutarlılık ve bütünlüğünü inşa ettiği, politik meşruiyetini sağladığı/ artırdığı ‘esnek taban ve esnek örgüt’ eksenli dönem… İki; solun toplumsal/sınıfsal tabanına oturduğu, örgütsel ve politik anlamda sınır çizgilerini belirgince çizdiği dönem… Peki bu dönemleme verisini (bugün) nasıl güncelleyeceğiz?" diyerek sonlandırmıştık.
Bu haftaki yazımızda bu soruyu yanıtlamaya çalışacak ve bu sürecin "meşruiyet krizi"ni aşmayı merkeze alan ama içiçe yürümesi gereken bir süreç olması gerektiği görüşümüzü temellendirmeye çalışacağız.
Öncelikle siyasette "meşruluk" ve "meşruluk krizi" kavramlarıyla neyi kastettiğimizi açıklayarak başlayalım.
Siyasette "meşruiyet" kazanmak, halkın kayda değer bölümünün gözünde onların taleplerini realize etmek bakımından muktedirliği/yeterliliği tartışılmaz bir seçenek haline gelmekle mümkündür.
Ancak bu takdirde "umut" haline gelir ve kitlelerde "güven" yaratabilirsiniz. Politik rakipleriniz adımlarını atarken sizin varlığınızı hesaba katmak zorunda hisseder kendini.
Siyaseten kendine meşruiyet alanı yaratabilmiş akımlar muhalefette iken bile etkili bir siyasi aktör durumundadırlar. Daha iktidar olmadan topluma kazanımlar sağlayabilirler. Daha muhalefetteyken "iktidar" özelliğine sahip olduklarını ortaya koyarlar.
Bu muktedirlik muhakkak ki bir güce işaret eder. Ama bu güç alınan oy sayısı ile eşitlenebilen bir şey de değildir. Düşük oy desteğine rağmen bir akımın politik etkisi çok fazla olabilir ya da ideolojik hegemonya alanı yaygın olabilir. Örneğin ‘60 ortasından 80'lere kadar Türkiye'deki sosyalist hareketin durumu böyledir. Buradaki muktedirlik oy sayısından çok toplumsal ve siyasal alanda ideolojik/politik hegemonya kurabilmekle ilgilidir.
Tersinden oy sayısı hatırı sayılır düzeyde yüksek olan bir parti bir "meşruiyet krizi" içinde olabilir. Toplumun bir bölümü o partiyi muktedir görmez ve hatta bu açıdan eleştirirken, "ehven-i şer" olarak o partiye oy verebilir. Son 30 yılın CHP'si böyledir örneğin.
Ya da AKP oy oranında ciddi değişiklik olmamasına rağmen bugün on yıl öncesine göre ciddi ölçüde meşruiyet sorunuyla yüzyüzedir . Çünkü AKP'nin yönetebilirlik/sorun çözebilirlik alanında yarattığı muktedirlik algısı süreç içinde çok zayıflamıştır.
Eğer siz bu algıyı yaratamıyorsanız siyaseten bir "meşruiyet krizi" yaşıyorsunuz demektir.
Bu koşullarda dahi seçeneksizlikten ve/ya ehven-i şer olarak tek başına ya da koalisyon ortağı olarak hükümet olabilirsiniz. Ama ciddi bir siyasal aktör ve gerçek bir iktidar olamazsınız.
Sosyalist ve sosyal demokrat kanatlarıyla tüm solun son 30 yıldır temel sorunu böylesi bir "meşruiyet krizi" yaşamakta oluşudur.
Bu "meşruiyet krizi"nin nesnel ve öznel nedenleri vardır.
Nesnel neden sosyalist iddialı uygulamaların yenilgisi ve sosyal devletin tasfiyesidir.
Öznel neden dün bu yeni sürece uygun sol politikalarda yetersiz kalmak ve neoliberalizme teslim olmaktı. Bugün ise neoliberalizmin yaşadığı açık çöküşe rağmen yeniden sol bir pradigmayla sahneye çıkmak konusunda gerekli istek, bilinç ve iradeyi sergileyememektir.
Artık "nesnel etmen"in "meşruiyet krizi"ndeki belirleyiciliği büyük ölçüde ortadan kalkmış, "öznel etmen"in rolü çok daha öne çıkmış durumdadır.
Neoliberalizmin kriziyle birlikte emek eksenli, kamusalı ve eşitlikçiliği öne çıkaran politikalar yeniden toplumda karşılık bulmaya başlamıştır. Son yıllarda yapılan pek çok anket Rusya başta eski sosyalist ülkelerdeki halkların çoğunluğunun eski sistemin yenisinden daha iyi olduğunu düşündüğünü göstermektedir. İngiltere ve ABD'de "sermayeye karşı emek" diyen adaylar "şaşırtıcı" başarılar elde etmiştir. Yine Yunanistan'da Syriza ve İspanya'da Podemos'un yükselişleri sermayenin neoliberal programına karşı yeni bir sol siyaset arayışının farklı dışa vurumlarıdır.
Bu sol çıkışlar halihazırda ürkek, bulaşık ve eksiktir. Hem neoliberalizmin etkileriyle hem de eski sol siyasetin kusurlarıyla maluldür.
Ama aynı zamanda kapitalizmin insanlığı sürüklediği acımasız sömürü, güvencesizlik, yozlaşma, savaş, şiddet çukuruna karşı sol siyasetin yeniden sahne almaya başladığına dair güçlü işaretlerdir de. Bu yüzden de önemsenmek durumundadırlar.
Sol son otuz yıldır dünya çapında yaşadığı "meşruiyet krizi"ni aşmanın eşiğine gelmiştir. Bugün dünya ancak solun emek eksenli, kamusalcı, barış temelli, eşitlikçi ve özgürlükçü programıyla aşılabilecek bir sorunlar yumağı ile yüzyüzedir. Bu büyük bir fırsattır.
Bu fırsatı "meşruiyet krizi"ni aşarak bir güce çevirmek artık büyük ölçüde öznel bir müdahale sorunudur.
Bu öznel müdahalenin iki önemli ayağı vardır.
Sol ideolojik/politik hegemonyasının yeniden tesisi için "herkes için eşitlik, özgürlük, kardeşlik, barış ve adalet programı"nın inşasını amaçlayan katılımcı bir entelektüel seferberlik başlatmalıdır.
İkincisi, politik alanda tüm topluma seslenirken örgütsel taban anlamında dikkat ve önceliğini işçi/emekçi merkezli bir yapı olarak kendini yeniden inşa etmeye vermelidir...
Buraya kadar söylediklerimiz Türkiye açısından da aynısıyla geçerlidir. Ama konunun Türkiye ve özellikle CHP açısından altı çizilmesi gereken özgüllükleri de bulunmaktadır.
Haftaya bu noktadan devam edeceğiz...