Mahmut Üstün yazdı | Sezarizm-Bonapartizm-Faşizm ve AKP üzerine...

Abone Ol
“Merkezin çöküşü, AKP'nin yükselişi ve düşüşü” başlıklı yazımda AKP’nin bir konjonktür partisi olarak başladığı siyasal hayatını otoriter bir tek adam rejimi inşasına yönelen bir parti haline dönüşerek sürdürdüğünü, yani AKP’nin birbirine bağlı ve fakat aynı zamanda birbirinden kopuşan iki ayrı aşamayı temsil ettiğini niçin ve nasıllarıyla birlikte göstermeye çalışmıştım. Ayrıntısını yazının sonuna saklayarak hemen burada belirteyim ki bu iki farklı dönem tasnifinin liberallerin “demokrat AKP/Otoriter AKP” tasniflemesiyle bir alakası bulunmamaktadır. Yine aynı yazımda özellikle ikinci dönemden kalkarak AKP’yi Sezarist, Bonapartist, sağ popülist bir parti olarak tanımlayan pek çok akademisyen/yazar olduğunu ve benim bu görüşlere katılmadığımı vurgulamış ama ayrıntısını sonraya bırakmıştım. Bu yazıda hem bu nitelemelere niçin katılmadığımı hem de AKP’yi iki ayrı döneminde nasıl tanımladığımı ortaya koymaya çalışacağım. AKP’nin niçin sağ popülist olarak nitelenemeyeceğini daha önce üç ayrı yazıda ele almıştım. Bu nedenle bu yazıda Sezarizm/Bonapartizm tanımlamaları üzerinde duracağım. Yöntemsel itiraz… Yalçın Küçük’ün “Bilim kavram uydurmaktır” mealinde bir sözü vardır. Elbette buradaki “uydurmak” sözü amiyane anlamında değildir. Ama özellikle akademik alanda “katkı yapmak”, “özgün olmak” ve “popüler olmak” baskısı ile “kavram uydurma” ya da “var olan kavramları başka bir tarihsel olaya uydurma” eğiliminin çok yaygın olduğunu görüyoruz. Burada şimdilik ve yine mealen Engels’in bir sözünü hatırlatmakla yetineceğim: “Gerçeği aramaktan daha özgün hiçbir şey yoktur”. Bilim gerçeği arar ve bulduğu bu gerçekleri kavramlarla dile getirir. Bu yönteme dayalı olmayan hiçbir şey özgün olamaz. Engels aynı yerde gerçeği aramak ekseninden koparılmış her tür özgünlük arayışının insanı özgün değil ve/fakat ilgi çekme meraklısı bir maskara yapacağını söyler. Yöntemsel ikinci itiraz noktamız ise sosyal bilimlerde kavramların tarihsel ve sınıfsal bir çerçevesi ve sınırı olduğuna ilişkindir. Bu konuyla ilgili uyarıyı Marx, tam da Bonapartizm kavramına dayanak yapılan “Lois Bonaparte’ın 18 Brumaire’i” kitabının Almanca ikinci baskısının önsözünde altını çize çize yapar.  O tarihlerde Almanya’da “Sezarizm” kavramının yaygın kullanımına dikkat çeken Marx, Antikçağ ile modern zamanlarlardaki sınıf savaşımlarının maddi ekonomik temeli arasında büyük farkları hatırlatarak “Sezarizm” kavramının modern çağdaki olayları açıklama çabasında kullanılmasına itiraz eder. Elbette bütün tarihsel dönemleri kesen en genel ve en soyut içerikli kavramlarda vardır. Taşıt kavramı gibi. At arabası da taşıttır uçakta… Ama bu çok temel ortak özellik nedeniyle uçağı at arabası ya da at arabasını uçak kavramıyla karşılayamayız. Bu aynı nedenle faşizmi Bonapartizmle, Bonapartizmi Sezarizmle eş tutarak açıklamak bunları birbirini ikame edecek biçimde kullanmak olanaksızdır. Aralarında sayısız benzerlik var olmasına rağmen, böyledir bu… Burada ihtiyaç olan bu benzerliklerden kalkarak bunları birbirine eşitlemek değil; tıpkı uçak ve at arabasını ortakça niteleyen taşıt kavramı gibi bir üst kavram üretmektir. Haluk Yurtsever “Sınıf Savaşları ve Devlet” kitabında bu ihtiyacı karşılamaya yönelik olarak Poulantzas’ın “Faşizm ve Diktatörlük” kitabında kullandığı “olağanüstü devlet” kavramını öneriyor.  Bence de böyle bir kavramlaştırmaya ihtiyaç vardır. Ama Poulantzas’ın kavramındaki “olağanüstü”lük vurgusu, bugünün yaygın ve yakın vadenin olası hâkim iktidar biçimleri düşünüldüğünde eksik ve yetersiz kalabilir.  Dün kriz dönemleri, devrimci ya da karşı devrimci geçiş süreçleri ve sınıfsal denge dönemleri üzerinde şekillenen çeşitli ayrıksı iktidar tiplerinin kapsayan bu tür bir üst kavramlaştırma ihtiyacı, neo liberalizm döneminde artık egemen hale gelen iktidar biçimlerini de kapsar bir tanım haline dönüşmek durumundadır zira… Ama neticede söylemek istediğimiz şudur: AKP’yi ya da benzeri partileri yürütme gücünü tek elde toplamak, meclisi devre dışı bırakmak, plebisit gibi yöntemlere başvurmak, burjuvaziden görece bağımsızlaşmak, parlamenter demokrasiyi aşan bir hakem/yöneticilik konumunu temsil etmek, toplumsal temel olarak lümpen proletarya, geleneksel küçük burjuvazi, küçük mülk sahibi köylülük gibi kesimlere dayanmak (ki bazıları son derece tartışmalı) ortak yönler olduğu iddiasıyla Bonapartist ya da Sezarist olarak niteleyemeyiz ve/fakat hepsini (totalitarizm kuramı da dahil) “olağanüstü devlet” ya da daha  net bir üst kavramlaştırma altında toplayabiliriz. Ez cümle Sezarizm, Bonapartizm, faşizm gibi kavramlar farklı tarihsel ve sınıfsal koşullara işaret eden kavramlardır. Biri Antikçağ, diğeri burjuva devrim (geçiş süreci), diğeri de kapitalizmin finans sermaye başatlığı içindeki kriz ve çürüme döneminin koşullarını varsayar. Dolayısıyla farklı sınıfsal tarihsel koşullarda farklı nedenlerle ortaya çıkmış ve birbirinden farklı sonuçlar üretmiş durumların kavramsallaştırmalarıdır. Bu nedenle birbirinin yerine ikame edilemezler ve ancak kendi koşulları içinde bir açıklayıcı değer taşırlar. Elbette ki Bonapartizm ya da Sezarizm kavramı faşizmi tahlil ederken birbirine benzer özelliklerinin altını çizmek amacıyla bir tarihsel analoji çerçevesinde kullanılabilir ve yararlıdır da. NitekimGramsci, İtalyan faşizmini tahlil ederken Sezarizm kavramını faşizmin belli özelliklerini daha anlaşılır kılmak için tarihsel bir analoji olarak kullanır.Gramsci’yi referans vererek Sezarizm’i modern iktidar biçimlerini açıklamak için temel bir kavram olarak kullanmak ise bambaşka bir şeydir.  Ve her şeyden önce Gramsci’ye haksızlıktır. Fakat örneğin Thalheimer tam tersi bir yaklaşımla1928 yılında Komintern’in VI. Kongresine sunduğu “Programla İlgili Sorunlar” adlı yazısında faşizm ile Bonapartizmi eşitleyen bir görüşü savunmuştur. Bu makalede Thalheimer’ın  Bonapartizm ve faşizm arasında kurduğu paralelliklerin ve işaret ettiği  benzerliklerin hemen hepsi yerinde ve doğrudur. Ama bu böyle olmasına karşın Bonapartizm ile faşizm aynılaştırması yine de yanlıştır. Zira bu ikisinin, Bonapartizm ve faşizmin, tarihsel neden, rol ve sonuçları bambaşkadır. Marx Almanya’daki Bismarc dönemini ya da Lenin Rusya’daki Kerenski dönemini Bonapartizm olarak niteler. Kavramın bu kullanışı yöntemsel bakımdan tutarlıdır. Hatta doğruluğu ya da yanlışlığından bağımsız olarak (bu konuya ayrıca değineceğiz) Kemalizm’i Bonapartizm olarak nitelemekte teorik/kavramsal anlamda olasıdır. Zira atıf yapılan tarihsel kişi ve olaylar Bonaprtizmle benzer tarihsel/sınıfsal koşulların, burjuva devrim sürecinin aktör ve olaylarıdırlar. Ama iş bu kavramı bambaşka tarihsel sınıfsal dönemlere taşımaya geldiğinde kavram açıklayıcı değerini yitirir. Örneğin Arjantin’de Peron’u, İtalya’da Giolatti’yi, Türkiye’de 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerini, AKP Hükümetini ve dünyada bazılarının popülist dedikleri iktidarları ve faşizmleri “Sezarizm” ve/ya “Bonapartizm” kavramı ile açıklamaya çalışmak gibi…  Bu tutum yöntemsel bakımdan da siyasal bakımdan da kavramı değersizleştirir. Açıklayıcı değil aksine yol ve yön karartıcı hale getirir. İki nedenle: birincisi, belirttiğimiz gibi farklı tarihsel/sınıfsal koşulların tümünü açıklama iddiasına sahip olduğu için ve ikincisi de aynı tarihsel /sınıfsal koşullarda olmakla birlikte birbirinden farklı neden ve sonuç ilişkisine dayanan çok çeşitli iktidar biçimlerini işin esasına değil yüzeysel bazı ortaklıklılara (ki bu ortaklıklar çok sayıda da olabilir) bakarak aynı şemsiye altına sokmaya çalıştığı için. Bir kavram tarihsel ve siyasal alanda ne kadar çok olay ve olguyu açıkladığı iddiasındaysa o kadar yüzeysel ve boş bir kavramdır. Popülizm, Bonapartizm ve Sezarizm kavramları bugün o kadar yaygın bir kullanım alanına sahiptir ki, gerçekliği açıklamak ve aydınlatmak bir yana, yalnızca üstüne yapıştırıldıkları olguların değil bizzat kavramın kendi içeriklerinin de karartılmasına hizmet eder hale gelmişlerdir. Yerimiz ancak yöntemsel itiraz bölümüne yetti. Eğer gündem izin verirse gelecek hafta aynı konuya siyasal ve olgusal itirazlarımızla devam edeceğiz…