Mahmut Üstün yazdı | Referandum: Bir yol kavşağı öncesi hatırlatmalar

Abone Ol
HEDEF YÜZDE 60'I AŞMAK OLMALI... Bu durumda "hayır cephesi" rüzgarın şu an için lehine esmesinin ve birkaç puan önde olunmasının yaratabileceği rehavet tuzağına düşmemelidir. Aksine var olan rüzgarı en etkili biçimde güce dönüştürmek için önüne yüzde 60 çıtasını aşmayı koymalıdır. Böyle yapılırsa çok motive edici bir skorun yakalanabilmesi mümkündür. Gevşeklik tuzağına düşülmesi halinde ise referandumdan "evet" çıkması az bir olasılık değildir. Hayır cephesinin bu gerçeği hep aklının en merkezinde yerinde tutması gerekmektedir. Kısacası bu referandum sürecinden zaferle çıkmak için muhalefet güçlerinin hiç aksatmaksızın seferberlik ruhuyla çalışması kritik önemdedir. DOĞRU POLİTİKA, KARARLI/CESUR SİYASAL ÖNDERLİK... Siyasette gidişatı değiştirecek tarihi fırsat (rüzgar) anları vardır. O "an"dan yararlanmak doğru politikaların yanı sıra çok kararlı ve yüksek moralli olmakla olanaklıdır. Ecevit CHP'sinin 60'ların sonu ve 70'li yıllardaki yükselişi, Erdoğan AKP'sinin 90'lar sonu ve 2000'lerdeki yükselişi bu tarihsel kırılma ve dönüşüm anını kendi cephelerinden doğru okumaları ve bu doğrultuda cesur, risk alan, kararlı bir tutum almalarıyla olanaklı olmuştu. YA İLERİ YA GERİ, ARTIK ORTASI YOK... Bugün referandum süreci sol açısından benzer bir fırsat anı... Ama aynı zamanda geçmişteki fırsat anlarından farklı olarak çok büyük bir risk anı da. Zira bu anı iyi kullanamamak yalnızca yükseliş fırsatını heba etmekle sınırlı kalmayacak;ülke boğazına kadar faşizan bir bataklığa da saplanacaktır. İyi değerlendirmek ise, olağan bir yükselişe yol açmasının ötesinde cumhuriyetin devrimci derinleştirilmesi için de yepyeni olanaklar yaratacaktır.. Sürecin bu olağan üstü/dışı boyutu görülmeden, politik olarak bu önem içselleştirilmeden doğru bir politik hat kurulamaz.Heba edilme lüksüne hiç ama hiç sahip olunmayan bir fırsat/risk kavşağındayız.. Ya devrimci atılım ya da çöküş... Ya ileri ya da geri... Keskin bir çatal ağzının eşiğindeyiz ve orta bir yol da yok. BİRLEŞTİRİCİ, KARDEŞLEŞTİRİCİ POLİTİKA AMA NASIL? Her dönem önemlidir ama bu dönem birleştirici, kardeşleştirici bir politik dil çok daha önemlidir.Bazı hesaplaşmaları şu an için askıya almak ve cumhuriyet, demokrasi, laiklik karşıtı tek adam faşizmi karşısında olanaklı tüm güçleri harekete geçirebilmek kritik önemdedir. Bu doğru... Ama birleştirici dil adına muarızı meşrulaştıracak açıklamalar yapılması da, sizi amacınıza ulaştırmaz. Aksine sizin temel iddialarınızın inandırıcılığını zayıflatır. Bir yandan cumhuriyeti/laikliği yıkma projesinden, faşizm tehdidinden söz edip; diğer yandan tehdit kaynağına karşı uzlaşıcı/olgun bir dil kullanmak, yalnızca sizi tutarsız göstermeye yarar. Bu anlamda CHP'nin Saadet Partisi ziyareti ne kadar doğru ise, HDP karşıtı bir üsluba kayılması ve/fakat AKP ile uzlaşmacı görüntü verilmesi de o kadar yanlış bir tutum olacaktır. Örneğin Almanya'nın AKP'li bakanlara koyduğu toplantı yasağı karşısında alınan "olgun", "aklıselim" tavır, hesaplananın aksine AKP tabanındaki kararsızların CHP'nin "hayır" tutumuna yaklaşmasına değil; AKP'nin tutumuna yaklaşmasına hizmet eder. Zira bu tavır CHP'nin "tek adam diktatörlüğü Türkiye'yi içte ve dışta zarar verir" tezini değil; bilakis AKP'nin "Türkiye büyük bir dış saldırıyla karşı karşıyadır. Bu nedenle olağanüstü yetkili bir yönetim şarttır" tezini güçlendirir nitelikte kurgulanmış ve sunulmuştur. Oysa CHP bu olay karşındaki tavrını, kendi tezini doğrulayacak bir bağlama oturtmak ve öncelikle "tek adam rejiminin ve artan otoriterleşmenin yarattığı/yaratacağı kötü sonuçların bir göstergesi" olarak sunmak durumundaydı. Ülkede hayır kampanyasını polis şiddeti ve tutuklamalarla engellemeye çalışan, muhalif basını susturan, gazetecileri hapse atan, muhalif akademisyenleri üniversiteden atan, seçilmiş siyasetçilerin haklarını ve özgürlüklerini gasp eden, meclisi işlemez hale getiren,on binlerce kamu çalışanını ve ailesini hukuksuzca işinden ekmeğinden eden bir iktidar gerçeğine öncelikle ve özellikle dikkat çekmeliydi. Almanya eleştirisi başat değil; bu teze bağlı olarak dile getirilmeliydi. ERDOĞAN MERKEZLİ OLMAYAN KAMPANYA... "Hayır" kampanyasının Erdoğan merkezli yürütülmemesi doğru bir tercihtir. Zira asıl olan kişileri değil sistemi tartışmak, dikkati kişilerden ziyade sisteme yöneltmektir. Ama bu tercih,bazı araştırma/anket şirketlerinin apolitik yönlendirmesiyle Erdoğan'ın halk desteğini abartarak "Erdoğan'ı eleştiri oy kaybettirir" gibi bir yaklaşıma da dayandırılabilmektedir. Birincisi ne kadar doğruysa ikincisi o kadar yanlıştır. Bugün itibar erozyonuna uğramakta olan yalnızca AKP değil, eşit derecede olmasa da aynı zamanda Erdoğan'dır da. Erdoğan'ın AKP tabanı içindeki fanatik oy desteği yüzde 25'leri aşmaz ve geri kalan kesimlerde ise Erdoğan hakkında giderek artan soru işaretleri vardır. Kaldı ki 7 Haziran seçimleri öncesinde bizzat HDP ve Demirtaş şahsında doğrudan Erdoğan karşıtlığına oturtulan bir seçim çalışmasının son derece başarılı sonuçlar verebildiğine de tanıklık ettik. Demirtaş bu propaganda ile yalnızca partisinin oylarını artırmakla kalmadı, AKP'ye oy vermeyi düşünen yaklaşık yüzde 10 oranındaki çeper unsurların da, AKP'den MHP'ye , HDP'ye ya da kısmen de CHP'ye kaymasını sağladı. Dolayısıyla kampanya sürecini Erdoğan merkezli yürütmemek asla yeri geldiği her durumda doğru,ölçülü ve etkili biçimde Erdoğan'ın teşhirini yapmamak anlamına gelmez. Gelmemelidir. BİRLEŞTİRİCİLİK İÇİN SOL OLMAYI BAŞARMAK ŞART... Kapsayıcı, kardeşleşmeci, birleştirici politika, ne AKP yönetimi ve Bahçeli kanadına karşı ortada sanki açık bir faşizm ve cumhuriyeti yıkma tehdidi yokmuşçasına "olgun", "aklıselim" ve uzlaşıcı bir görüntü vermek, ne de "biz de dindarız, biz de milliyetçiyiz" yarışına girmek değildir. Kardeşleştirici, birleştirici politika: Kürt'e temel haklarına kavuşacağı, Türk'e özgürlük, bağımsızlık ve yurttaşlık haklarının korunacağı bir yurtseverlik programı sunabilmek; dindarlara inançlarını özgürce yaşayabilecekleri, sekülerlere hiç bir inanç ve yaşam tarzı baskısına maruz kalmayacakları bir toplumcu laiklik programıyla seslenebilmek demektir. Hem tüm bu kimliksel haklara özgürlükçü yaklaşmak ve/fakat hem de emek/laiklik/cumhuriyet/ortak vatan ekseni üzerinde bu kesimleri birbirine tutkallayarak bu özgürlüklerin ayrışmaya değil, gönüllü/kardeşçe bir birliğe kaynaklık etmesini sağlayacak bir politika seçeneği inşa edebilmektir. Yani özetle ve öncelikle dönemin ruhunu kavrayan bir sol olmayı başarabilmek demektir. Bunun için halka bugünkü krizin üç temel boyutu olan neo liberalizm, laiklik ve Kürt sorununda yeni ve kapsayıcı bir program sunabilmek zorunludur. Bu konu da haftaya...