Mahmut Üstün yazdı | "Projeci belediyeciliğe" karşı "katılımcı kent planlamacılığı"

Abone Ol
“Projeci Belediyecilik Değil Planlı Kentleşme” başlıklı yazısında şunları söylemiştik: ““Projeci belediyecilik” söylemi neo liberal rantçı belediyeciliğin en önemli mottolarından biridir. Yıllar önce bizlere büyük bir müjde verir gibi alt yapı belediyeciliğinden projeci belediyeciliğe geçildiği duyurulmuştu. Bu aynı zamanda planlı kentleşme anlayışından büyük bir kopuş anlamına geliyordu. Biz elbette “proje” üretilmesine karşı değiliz. Akıl dışı bir tutum olurdu bu. Projeci belediyeciliğin bundan öte bir anlamı vardır. Kentin gereksinimlerini bütünsel ve uzun vadeli olarak görmek yerine yaldızlı ama kentin gerçek ihtiyacı olmayan pahalı işlere yönelmenin adıydı bu. Tabi ki yine rant elde etmek ve rant dağıtmak bu yaklaşımın en temel özelliği durumundadır. Sonuçta kentin su, kanalizasyon, enerji, ulaşım, çevre vb. alanlarında bir adım sonrasını bile düşünmeyen, öngörmeyen bir belediyecilik anlayışı hâkim duruma geldi. Büyük altyapı hizmetleri büyük ölçüde ihmal edildi. Yapıldığı sınırlı durumlarda ise bir planlamadan uzak biçimde, geçici ve kısmi olarak sorunu ertelemeye yönelik oldu bu hizmetler. Sonuçta bugün kentlerin önünde dağ gibi birikmiş önemli alt yapı sorunları mevcuttur.” Maalesef tıpkı “marka kent”, “dünya kenti”, “yönetişimci kent” vb. gibi “Projeci belediyecilik” lafı da ya neo liberal anlayışa yakın olmaktan ya da maksadı aşan biçimde sol iddialı belediyelerin literatürüne hayli yer etmiş durumda. Yukarıda yaptığımız alıntı da özel biçimde vurgulamışız. Elbette belediyelerin projeleri de olacaktır. Ama öncelikli olan proje değil “nasıl bir kent istiyoruz?” sorusuna yanıt da oluşturan bir kentsel planlama anlayışına sahip olmaktır. Planlama, bütünsel ve orta ile uzun vadeyi kapsayan bir kent perspektifidir. Proje, noktasal-lokal ve daha kısa erimli bir iş. Bütünsel ve vadeli bin bakış açınız yoksa, bu doğrultuda bir planlamaya sahip değilseniz; gerçekleştirdiğiniz projelerin kente hiçbir yararı olmaması -ve dahası kentin dokusunu bozarak kente zarar vermesi- büyük bir olasılıktır. Bugün özellikle AKP’de temsil olunan neo liberal kentleşme anlayışı planlamadan uzak bir projeciliğin örneğidir. Planlamadan projeciliğe kaçışın arkasında ise kentin ve kentlilerin ihtiyacını esas alan bir kentleşme anlayışı yerine rantı esas alan bir kentleşme anlayışının egemen hale gelmesi vardır. Bu projelerin esas amacı yandaş sermayeye rant aktarmaktır. İstanbul ve Ankara’da yapılan projelerin ardından kentin daha da yaşanamaz ve   nefes alınamaz bir yer haline dönüştüğü bugün artık apaçık görülmektedir. Çünkü ne projenin kendisinin bir ihtiyaç olup olmadığı ne de projenin yer seçimi konusunda kentin ihtiyacını gözeten bir değerlendirme yoktur; ne kadar yüksek rant getireceğine göre belirlenmektedir tüm projeler. Hele hele “mega proje” sözcüğünüi duyuyorsanız; bu bir kentli olarak sizi sevindirmek yerine endişeye sevk edecek bir şeylerin yapılacağına dair güçlü bir emaredir. Ne kadar “mega proje” o kadar büyük bir rant ve o kadar yaşanamaz bir kent… Kentlinin parasının o kadar büyük bir israfı, birilerine peşkeş çekilmesi… Mega proje yandaş sermayenin yanı sıra uluslararası sermayenin de ranttan nasiplenmesi anlamına gelir genelde. Büyük büyük inşaatlar, yollar, köprüler, AVM’ler vb. yapıldığını görmek halkın ciddiye alınır çoğunluğu için “hizmet” olarak algılanabilir. Bu diğer belediyeler üzerinde benzer işleri yapma baskısı da yaratabilir. Ama sol bir belediyenin bu basınca karşı koyması ve kendi anlayışıyla bu rantçı ve kent düşmanı anlayışın karşısına çıkması yalnızca kenti ve kentliyi korumak açısından değil siyasal başarı açısından da çok önemlidir. Sol belediyecilik açısından başarının kriteri yalnızca yapılanlarla değil yapılmaktan özenle kaçınılan işlerle de şekillenir. Bu projelerin bir ihtiyaç mı olduğu? Harcanan parayla halkın daha temel ihtiyaçlarının ne kadarının karşılanacağı? Projenin kentin bütünselliği ve dokusu açısından doğru bir yer seçimine mi dayandığı? En önemli olarak da bu projenin maliyeti, belediyenin borç hanesinde yol açtığı aşırı büyümeler ve en başta arsa stokları olmak üzerinde varlıklarına yol açtığı azalmalar sorgulanarak ve sergilenerek bu projeci anlayışın halk üzerinde yaratması olası kısa vadeli olumluluk algısı etkisizleştirilebilir. Çok daha ilkesel ve önemli olanı ise bu anlayışın karşısında sol belediyelerce hayata geçirilecek “katılımcı planlama” anlayışıdır. Belediye, yerel halk ve ilgili bilim/meslek ve uzmanlık kuruluşları bileşimiyle en geniş katılımla ve en şeffaf biçimde oluşturulacak kentsel planlama süreci halkın “projeci/mega projeci belediyecilikle” “toplum için belediyecilik” anlayışı arasındaki fark konusunda bilinçlenmesini ve yerel topluluklar içindeki bilinçli siyasi dayanaklarının genişlemesini ve kalıcılaşmasını sağlayacaktır. Sözün kısası sol belediyecilik projeci belediyeciliğe karşı kendi farklılığını ancak katılımcı kent planlaması anlayışını hayata geçirerek gösterebilir. Böylece yapılacak projeler, hem kentlilerin gereksinimine kent bütünlüğüne kentin dokusuna uygun, hem de en düşük maliyetle en uzun vadeli biçimde ihtiyacı karşılayan işler haline gelir. Kentler ancak böylece ranta kurban edilmiş beton dağları olmaktan kurtarılıp kentlilerin içinde rahat ve kaliteli yaşadığı bir “sıcak yuva” haline dönüştürülebilir.