Mahmut Üstün yazdı | Kürtler ve Kemalistler… Barış mümkün mü?

Abone Ol
Acı tarihin arka planı… Kemalist Devrimin dünya çapında yaşanan burjuva devrimler dalgasının kendine has özgünlükleri de olan bir parçası olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Burjuva devrim dalgası aynı zamanda bir ulus devlet inşası sürecidir ve Kemalist devrim döneminde de böyle olmuştur. Ulus devlet süreçleri yalnızca bu coğrafya da değil bütün coğrafyalarda bir “nüfus mühendisliği süreci” olarak işlemiştir. Bu inşa sürecinin daha az ya da daha çok acıyla ve kanla yoğurulduğu coğrafyalar olmuştur. Ama ötekileştirici, ayrımlaştırıcı, baskıcı ve katliamcı olmayan hiçbir ulus devlet inşa süreci yoktur. Balkanlar, Rusya vb. acıların daha yoğun olduğu ulus devlet inşa süreçlerine tanık olmuştur. Çok etnikli imparatorluk bakiyelerinin uluslaşma hikayeleri hep ve daha çok kan ve gözyaşı yüklüdür. Ulus devlet inşası, verili nüfus için hem birleştirici ve hem de ayrıştırıcı dinamikleri harekete geçiren bir süreçtir. Bir yandan nüfusun çoğunluğunu oluşturan etnik ve dinsel nüfus arasındaki ayrımlar önemsizleştirilip, bu kitle homojen tek bir bütünlük olarak tasarlanırken diğer yandan da azınlık etniklik ve dinsel inançlar tam bir ötekileştirme, baskı ve çoğu zaman da katliamlarla yüz yüze kalmıştır. Emperyalizmin çok daha açıktan müdahil olduğu Ortadoğu uluslaşma süreci ise çok daha anormalliklerle (ulusal planda azınlık nüfusların ulus devleti gibi), çok daha ağır baskılarla ve trajik olaylarla yüklüdür. Yurtseverlikten etnik milliyetçiliğe ulus devlet inşası… Pek çok burjuva devrimde rastlandığı gibi Osmanlı’da da yurtsever uluslaşma projesini savunanlar olmuştur. Etnik ve dinsel aidiyetlerinin ötesinde toprağa bağlı vatandaşlık temelinde seküler ve modern bir uluslaşma önerileri de tartışılmıştır. Ama hemen her burjuva devrimde olduğu gibi bu topraklarda da burjuva devrimin doğasına daha denk düşen biçimde yurtseverlik çizgisi kadük kalmış, sonuçta kültürel milliyetçilik ve din ortaklığı ekseninde bir uluslaşma galebe çalmıştır. Ermeni ve Rum nüfus içinde kendi milliyetçiliklerinin çok geliştiği ve dolayısıyla ulusal bütünlük açısından ciddi bir risk oluşturacağı gerekçesiyle, bu kesimlerinin yeni ulusal proje dışında bırakılması, sürgünlerle, katliamlarla, müsaderelerle ve mübadelelerle insanlık vicdanını yaralayan çok acı ve trajik uygulamalara yol açmıştır. Ama din ortaklığı temelinde Kürtlerin söz konusu uluslaşma sürecinin bir parçası olması gerektiği konusunda ulus inşa sürecinin tüm tarafları arasında bir mutabakat var gibidir. Nitekim bir başka acı not olarak eklemek gerekir ki, Kürtler, Çerkesler gibi Müslüman kesimler, Ermeni ve Rum nüfusun zor yollu tasfiyesi sürecinde Türk unsurlarla birliktir ve bu “suç ortaklığı” Müslümanlığın yanı sıra yeni uluslaşma sürecinde bu tarafları birbirine yakınlaştıran, ortaklaştıran bir başka temel “manevi” unsur olarak önemli bir yere sahip olmuştur. İki Kürtlük ve M. Kemal… M.Kemal’in kafasındaki ulus inşa sürecinin iki temel ayağa oturduğu tartışma götürmez açıklıktadır. Birisi Türk diğeri İslam… Fakat İslam ayağı geleneksel İslam anlayışının tasfiyesini ve yerine “modern İslam” anlayışının ikamesine dayanmaktadır. Ya Kürt sorunu… Yeni ulusal devlet içindeki Kürtlerin yeri ve statüsü konusu 1925’e kadar tartışılmaya devam edegelen ve nihai bir karar veril(e)meyen bir sorun olarak kalmıştır. Ve fakat özerklik, M.Kemal’de dahil tüm taraflarca üzerinde en çok durulan seçenektir. Özerklik çözümünün etnik temelli değil tüm ülke çapında tasarlanan bir yerel özerklik sisteminin parçası olarak düşünüldüğü, bu yaklaşımın daha baskın olduğu görülmektedir. Kürt sorununun 1925’e kadar askıda kalması ve nihai bir karara dönüşmemesi M. Kemal’in bir oyalama taktiği olabilir mi? Kürtler de eni sonu bu oyalama taktiğine bir tepki olarak 1925’de Cumhuriyet döneminin ilk kitlesel isyanına kalkışmış olabilir mi? Reddedilmesi mümkün olmayan ama yine de eni sonu spekülatif bir iddia olur bu. Biz bu türden spekülasyonları bir yana bırakarak, daha somut olgular üzerinden olayı analiz etmeye çalışacağız. Evet Kürtlerin bu yeni uluslaşma sürecinin temel aktörleri arasında yer alacağı ve bunun da muhtemelen Kürtlerin Osmanlıdan bu yana alışık olduğuna benzer bir özerklik statüsü ile kurumsallık bulacağı hep mutabık kalınan baskın eğilim olmuştur. Ama Kemalist Devrim başarıya ulaşıp iş bu alanda somut adımlar atmaya geldiğinde M.Kemal ve arkadaşlarının karşılarında bulunan tablo oldukça netamelidir. Ortada biri zayıf biri de baskın iki Kürt muhatap çevresi vardır. Biri modern Kürt aydınlarınca temsil edilen modern seküler bir Kürt milliyetçiliğidir. Bu kesim toplumsal taban açısından çok zayıf olduğu gibi ağırlıkla ayrı bir Kürt devleti taraftarıdır. Daha baskın olan ise Kürt bölgelerinin yerleşik eşraf, aşiret ve tarikat merkezli önderliğidir. Bu kesimlerde de milliyetçilik fikri yankısını bulmuş, bir Kürtlük bilinci şekillenmeye başlamıştır ama ayrı bir Kürt devleti fikri yoktur ya da çok zayıftır. Daha çok İslam kardeşliği ve Ermeni karşıtlığı (suç ortaklığı) üzerinden Türklerle birlikte olma eğilimi hakimdir. En büyük sorun ise tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır. Bu kesimler M. Kemal’in tasfiye etmeyi planladığı ve hatta tasfiyeye başladığı geleneksel İslam anlayışının en kuvvetli temsilcileri durumundadır. Bu tablonun niyetlerinde samimi bile olsalar M.Kemal ve arkadaşlarının özerklik konusunda adım atmalarını zorlaştırdığını söylemek abartılı bir değerlendirme olmaz. Kürt özerkliği konusunda hiçbir somut adım atılmamışken bir de buna geleneksel İslam’ın tasfiyesine dönük -en somut ifadesini de halifeliğin kaldırılmasında bulan- adımlar eklenince 1925 yılının büyük Kürt isyanı vuku buldu. Kürt isyancıların ana temasının “Kemalistler özerklik konusunda bizleri oyalarken, sözlerini bir türlü yerine getirmezken bir de en temel ortak bağımız olan “din kardeşliği”ni de yok etmek istiyorlar” olması bu açıdan manidardır. 1925 ve ardından yaşanan Kürt isyanlarında milliyetçi bir damar olduğu tartışmasızdır. Ama aynı derecede şeriatçı ve mahalli özelliklere de sahiptir. Bu tarihten sonra Kürt sorunu konusunda acı yüklü, talihsiz ve açıkça asimilasyoncu bir döneme girilmiştir. Bunun bir çözüm olmadığı ve sadece acı ve öfke biriktirmeye yaradığı ise bugün artık apaçık görülür hale gelmiştir. Sonuç yerine bazı saptamalar… Aradan zaman geçti… Kürt hareketindeki diğer eğilim de, yani seküler, cumhuriyetçi modern milliyetçi eğilim de güçlendi. Kürt hareketi ile Türkiye solunun ve sivil Kemalizm’in cumhuriyetçi, laik ve bu temelde demokratik ortak zemini güçlendi. Bu ortak zemin 1960’larda bir yakınlıktan ziyade zaman zaman içiçe gelişim halini bile aldı diyebiliriz. Sivil Kemalizm ve modern Kürt hareketi arasında yine de arada önemli iki sorun olageldi. Bunlardan birisi şiddet ortamı ve Kürt hareketindeki ayrı devlet idealiydi. İkinci sorun ise önemli ama gerçek temeli çok zayıf bir başka kaygıdan kaynaklanıyordu. “Devlet Kemalizmi”nin Kürt hareketinin zaman zaman kullandığı dini söylemleri ve çok daha önemlisi AKP ile yürütülen barış sürecini bir şeriatçılık tehlikesi olarak lanse eden ve Kürt hareketinin Batılı devletlerle ilişkisini de emperyalizmin güdümü olarak sunan yaygın propagandası sivil Kemalistler içinde de önemli bir itki alanı yaratmıştı. Aradan biraz daha zaman geçti… AKP ile yürütülen barış süreci sona erdi ve Kürt siyasal hareketinde tam tersine “AKP faşizmine” karşı laik ve Kemalist kesimlerini de kucaklayan Cumhuriyetçi ve demokratik ittifak çabaları öne çıkmaya başladı. Barış sürecinin sona ermesi, AKP ile Kürt hareketi arasında güncel politik öncelikler alanında yaşanan bazı çatışmaların yanı sıra AKP’nin geleneksel İslami toplum projesi ile Kürt hareketinin temsil ettiği daha modern, laik ve Cumhuriyetçi toplum projesi arasındaki kan uyumsuzluğuyla da çok yakından ilintiliydi. Bu durum Kürt hareketi ile sivil Kemalistler arasındaki ortak paydanın -korkuları/şüpheleri- aşar biçimde daha da öne çıkmasına, yeniden ve nispeten istikrarlı bir yakınlaşma sürecinin yaşanmasına yol açtı. Kürt hareketinin ayrılığı değil de birlikte yaşama iradesini net olarak ortaya koyan “demokratik ulus” yaklaşımını geliştirmesi de çok ayırdına varılma da, Kürt hareketi ile sivil Kemalistler arasındaki mesafeyi daha da daraltan ortak bir toplum projesinde buluşmayı kolaylaştıran önemli bir etkendi. Kürt hareketi ile sivil Kemalizm’in yakınlaşması sürecinin arkasında gündelik politik kaygıların ötesinde böylesine güçlü ve stratejik önemde bir ortak zeminin bulunduğunu söyleyebiliriz. Ve bu nedenle de son dönemde istikrar kazanan yakınlaşmayı -güncel politikanın ötesinde- özgürlük ve eşitlik bakımından derinlik kazanmış yeni bir laik Cumhuriyetçi atılımın önemli bir imkânı olarak yorumlayabiliriz. Ve çok daha önemlisi bu gelişmeyi Kemalist devrimin ilk döneminde (Kürt hareketinin modern seküler damarının hem zayıflığı hem de ayrı devlet yaklaşımı; geleneksel Kürt damarının ise laik ve cumhuriyet eksenli ulus devlet projesi ile uyumsuz/çatışmalı düzeyde “şeriatçı” özellikler göstermesi nedeniyle) akamete uğrayan özerklik çözümünün uygulanması için koşulların artık olgunlaşmış bulunduğunun göstergesi olarak yorumlayabiliriz. “Laik cumhuriyet değerlerinde ortaklık, emperyalist çözüme ortak karşıtlık, ana dilde eğitim hakkı ve kültürel haklar, yerel özerklik sistemi, ortak vatan, çatışmanın sona ermesi ve buna bağlı bir genel af” çerçevesinde bir çözüme bugün aslında sanıldığından çok daha yakın bir noktada olunduğu söylenebilir. Kemalizm’in ilerici mirasçıları ile Kürtler arasında böylesi bir barış teorik ve pratik anlamda olasıdır. Sanırım bunun önündeki en büyük engel, tabanı oluşturan “sivil Kemalizm” değil, hem iktidar bloku içinde ve hem de CHP içinde hala etkinliğini sürdüren “Devlet Kemalizmi”nin “derin” varlığı ve etkisidir.