Mahmut Üstün yazdı | Çıplaklık, mülkiyet ve erkek egemenliği: Şort giymenin yıkıcı ve kurucu etkisi üzerine..
ÇIPLAKLIĞA DAİR İKİ YAKLAŞIM…
Kimileri, örneğin nüdistler, çıplaklığın en doğal hal olduğunu ve insanlar arası ilişkileri de güven, dürüstlük, eşitlik duyguları vb. açısından daha sağlıklı hale getirdiğini iddia etmekteler. Nüdistler kendimiz olabilmemizin yolunun çıplanmaktan geçtiğine inanıyorlar. John Berger’in de aynı mealde sözleri vardır. John Berger’e göre çıplaklık “İnsanın kendisi olmasıdır. Nü olmaksa başkalarına çıplak görünmektir; insanın kendisi olarak algılanmamasıdır”. Çıplaklar kampı, seyircilerin ve oyuncuların çıplak olduğu tiyatro gösterileri, katılımcıların ve sunucuların çıplak olduğu Tv programları bu tür bir nüdist anlayışın ürünü olan denemeler olarak değerlendirilebilir.
Kimileri ise insanın kendi çıplaklığından utanmasının tarihin her evresinde geçerli olan ontolojik bir durum olduğunu iddia ederler. Tek tanrılı dinlerin yaklaşımı büyük ölçüde böyledir. Ama yalnızca dinler değil bazı bilim insanları da benzer görüşler dillendirmiştir. Örneğin Hans Peter Duerr’in Çıplaklık ve Utanç adlı eserinde dillendirilen görüş de çıplaklık karşısında utanç duygusunun ontolojik olduğu doğrultusundadır. Duerr’in sözkonusu eserinde Avrupa’nın uygarlık anlayışının temsilcisi saydığı Nolbert Elias’ın yaklaşımlarını oryantalist olarak suçlaması ve pek çok açıdan eleştirmesi oldukça yerindedir. Ama çıplaklık ve utanç arasında kurduğu bu bağ pek inandırıcı gözükmemektedir.
Nüdistlerin “çıplaklık kendin olmak ve özgürleşmektir” tezi gibi çıplaklıktan utanma duygusunun insanın ontolojisine (fıtratına) içkin olduğu tezini de bugünkü bilgilerle tam olarak yanlışlamak olanaksız. Ama sosyal yaşamda çıplaklığın belirgin olduğu ilkel toplumlarda ve bugün benzer biçimde yaşayan bazı kabilelerde yapılmış gözlemler utanma ve çıplaklık arasında kurulan bu ontolojik ilişkiyi doğrular nitelikte değildir. Yine gözümüzü yukarıda yer alan fotoğrafa çevirelim ve bu fotoğrafın hatırlattığı daha önceden gördüğümüz onlarca benzeri fotoğrafı aklımıza getirelim. Bu karelerde gördüğümüz ne şehvet ne de utançtır. Doğallık ve rahatlık apaçık görünmektedir bu fotoğraflarda oysa…
NİYE GİYİNDİK?
İnsanlar çıplaklıktan utanmalarından ziyade doğa koşullarının gereği olarak örtünmeye başlamış gözükmektedirler. Ve tam da bu nedenle uzun bir tarihsel dönem erkek ve kadın örtünmesi arasında büyük bir benzerlik vardır. Antik Yunanda ve tek Tanrılı dinler öncesinde Arap çöllerinde giyinmenin cinselliği saklamaktan ziyade doğanın tahrip edici etkisinden korunmak amaçlı ve iki cinsi de büyük ölçüde eşit içimde kapsayan bir eylem olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin Arap çöllerinde etek de ortak bir giysidir, başı örtmek de ortak bir eylemdir ve her iki cinsin giyiminde de göğüs kısımları bugünün ölçülerine göre dekolte sayılacak bir açılıktadır. Malum olduğu üzere İslam’ın kadın örtünmesiyle ilgili emrinin saç ile ilgili değil göğüs kısmıyla ilgili olduğuna dair muhalif yorumlarda bulunulmaktadır ve bu yorumların üzerinde yükseldiği temel de tam da bu gerçekliktir.
Çok tanrılı dönemlerde erkek tanrılar kadar kadın tanrıçalar da vardır. Ve hem erkek hem kadın tanrılar çıplak ve güzel vücutlu olarak tasvir edilmektedir. Venüs, Afrodit, Eros vb. Çıplaklık utanılacak bir şey değildir. Hatta tanrısal bir haldir. İnsanlar giyinmiş olsalar da tanrı(ça)ları hala çıplaktır. Orta çağ Hristiyanlığı ile birlikte çıplaklık utanılacak bir durum, insan evladını cennetten kovduran günahın bir cezası gibi görülmeye başlanacaktır. (Adem ve Havva Cennet’te de çıplaktılar. Fakat bunun bilincinde değillerdi. İlk günah onların çıplaklığını fark etmelerine de yol açtı ve çok utandılar. Dünya’ya da bu nedenle yani ilk günahın utancını hissetmeleri için çıplak olarak gönderildiler. Çıplaklık ilk günahın utanç kaynağı bir cezasıydı.)
GİYİMİN SORUNSALLAŞMASI…
Fakat zamanla giyinmenin ve çıplaklığın doğayla doğrudan ilişkiselliği ortadan kalkmıştır. Yukarıdaki ifadeyi kullanırsak korunma ve estetik kaygılı paketlenmenin ötesine giden yeni ve özgürlüğünü kısıtlayan paketleme biçimleri peydah olmuştur. Ve bu paketleme işlemi daha çok kadın bedenine yöneliktir. Peki başka hangi sebepler ortaya çıkmıştır ki, kadın bedeninin bu denli paketlenmesi ihtiyacı doğmuştur?
Tarihten ve bugünden biliyoruz ki, insan evladı yukarıdaki doğal paketlemenin dışında iki ayrı nedenle daha paketleme yapmaktadır. Birincisi mülkiyetini muhafaza etmek için ve ikincisi bir pazarlama/ticarileştirme ya da metalaştırmanın ürünü olarak… İşte kadın çıplaklığı ve giyinikliğinin doğal korunma ve estetik kaygılarının çok ötesinde bir boyuta ulaşmasının arkasındaki temel faktörler de bunlardan çok farklı değildir.
Kadın belli bir tarihsel dönemden bugüne, artık doğal korunma ve estetik kaygıların ötesinde bir mülkiyet ilişkisinin ve ticari ilişkinin konusu olması nedeniyle giyinmekte ya da soyunmaktadır. Üretim fazlasının oluşması (birikim ve zenginlik), erkeğin üretim sürecinde daha öne çıkması ve yanı sıra soyun devamında erkeğin de rolü olduğunun ayırdına varılması, işte bu üç faktörün bileşik etkisiyle oluşmuş bir durumla karşı karşıyayız. Erkekler uzun süre çocuğun kendi döllemelerinin bir ürünü olduğunu bilmiyorlardı; bunu kadının kutsal ve ilahi gücüne yoruyorlardı. Bu durumda insanlık soyunun sebebi ve sahibi de kadın olarak görülüyordu. Doğumda ve soyun devamında kendi rolleri olduğunu fark etmeleriyle erkeğe ve mülkiyete tabi bir kan bağı ve akrabalık ilişkisi hâkim olmaya başladı. Engels’in ifadesiyle “kadının tarihsel yenilgisi”nin başlangıcıydı bu. Çocuğun erkeğin kanından olması ve mülkiyetin erkeğin kendi kan bağı üzerinden sürekliliğin sağlanması için kadının kat be kat giyindirilmesi, saklanması, paketlenmesi gerekiyordu. Kadın yalnızca kalın ve kat kat giysiler içine değil aynı zamanda evin içine de saklanarak mülkiyete dayalı soyun/kan bağının devamı garanti altına alınmaya çalışılmaya başlandı. “Ar ve namus” kavramları bir kadın özelliği haline getirildi. Bedeni cinsel bir meta olarak görülen diğer kadınlar ise bu paketleme işleminin dışında tutuldu. ‘Mülkiyet kadın’ Matruşka gibi paketlenirken, “metalaşan/ticarileşen kadınl”ığın simgesi ise ‘açıklık/ çıplaklık’ oldu. Yine malum olduğu üzere İslam’da kadının örtünmesi gerekçelerinden biri olarak bedeni ticarileşen kadınlarla “namuslu” “mülkiyet kadın”ların birbirlerine karıştırılmaması önemli bir argüman olarak öne sürülmektedir.
ÇIPLAKLIK, UTANÇ VE ÖZGÜRLÜK…
Böylece kadın bedenin çıplaklığı aşağılayıcı/utanılacak bir durum haline dönüştü. Genel/kamusal kadınlığın ve ahlaksızlığın göstergesi sayılmaya başlandı. Çıplaklık/çırılçıplak soyma aşağılayıcı/utandırıcı bir ceza halini aldı. Bizim ülkemizde bu tür cezalandırmanın sayısız örneğine halen rastlanmaktadır.
Çıplaklık ve utanma arasındaki ilişkisinin ontolojik olmaktan ziyade doğal olandan uzaklaşma ve cinselliğe doğallığını aşan abartılı ve yasaklayıcı roller/anlamlar atfedilmesiyle bağlantılı olduğu söylenebilir. Aslında vücuduyla ilgili korkulara ve bu korkuların beslediği utanç/eziklik duygusuna sahip olan yalnızca kadın değil erkektir de artık. Hatta daha fazla erkektir. Kadın normalde çıplak bedenin gücünün ve estetikliğinin farkındadır. Bu nedenle de vücut hatlarını belirginleştirmeye daha meyyaldir. Ama bir nü olarak. Yani seyirlik bir varlık olarak. Erkek ise vücudunu ve cinselliğinin bir güç nesnesi olarak algılanmaya başlaması karşısında yapay/şişirilmiş bir üstünlük ama gerçek bir şüphe ve korku içindedir. Erkek güç sembolü hali ile cinsel organının zayıf görüntüsü arasındaki çelişkiyi kaslı ve yapılı bir vücuda sahip olmak yoluyla telafi etmeye yönelir. Çıplak erkek resimlerinde/heykellerinde aynı nedenle ya cinsel organ örtülür ya da buradaki zayıf görüntü güçlü kaslarla telafi edilir. Kadının ise utanması en temelde vücudu ve cinselliği ile ilgili şüphelerinden kaynaklı değildir. Kadın yalnızca sevişme öncesi çıplaklığından utanır ya da utanır gibi yapar. Bu ise tümüyle toplumsal normlarla ilgili bir utanmadır; çıplaklıkla ilgili değil. Ezcümle kadını ve erkeği çıplaklıktan utandıran büyük ölçüde kendi çıplaklık ve cinselliklerine atfedilen normlardır.
Ama tam da aynı nedenle çıplaklık ve yine özellikle kadın çıplaklığı modernleşme dönemiyle birlikte tersinden bir özgürleşme ve adalet simgesi olarak da öne çıkmaya başladı. Adaletin simgesinin bir kadın olmasının yanı sıra insan özgürlüğü üzerine düşünme ve eylemin öne çıktığı dönemlerde, özellikle yarı çıplak kadın bedeni bir özgürlük sembolü olarak kullanılmaya başlandı. Fransız Devrimi’ni resmeden tablolarda sık sık göğüsleri açık ve erkeklerden birkaç adım daha önde çizilmiş bir kadın tasvirlerine rastlarız. Fransız Devrimi’nin yanı sıra Antik Yunan’da ve Rönesans’ta özgürleşme ile kadın çıplaklığı arasında felsefi ve sanatsal palanda çok yakın bir ilişki kurulduğuna tanık oluruz. Ekim Devrimi’nden sonra Azerbeycan da Azadllık (Özgürlük) Meydanı’na örtülerini fırlatan bir kadın heykeli dikilmiştir vb.
Kadın bedeninin giyinikliği ve çıplaklığı üzerine kopan büyük fırtınanın arkasında işte böyle bir ahlaksız ‘ahlakçılık”; böyle bir edep ve hayadan yoksun “edep ve haya çığırtkanlığı” bulunmaktadır. Kadın bedeni, mülkiyetin ve ticaretin konusu olmaktan çıktığı gün, kadın bedeni üzerinden tanımlanan bu “alçakça namus anlayışı”nın ortadan kalkması da olanaklı hale gelecektir. Kadının giyim tercihini özgürce yapabileceği “haysiyetli” bir çağın önü açılmış olacaktır.