Mahmut Üstün yazdı | Bize yeni bir laiklik devrimi lazım...
*Dinin iktidar etmenin bir aracı haline getirilmesi ile din ve vicdan hürriyetine ilişkin yasaklamalar açısından Türkiye’de laiklikle ilgili sorunlar bulunduğu açıktır.
Sol düşünce açısından laiklik önemli bir duyarlılık alanıdır. Din adına yüzyıllarca süren toplumu baskıya alma ve sömürme pratikleri ortadayken, ezilenlerin haklarını savunmayı temel düstur edinmiş sol siyasetin laiklik sorununa kayıtsız kalması düşünülemez.
HANGİ LAİKLİK?
Ne var ki, pek çok konuda olduğu gibi laiklik alanında da soruna nereden bakıldığına göre farklı kavrayışlar mevcuttur.
Burjuva aydınlanmacı görüşe göre, laiklik modernleşme sürecinin en net dışı vurumudur. Bu görüşe göre, laiklik, tarihsel ve sınıfsal bir olgu olarak değil; siyasal ve kültürel bir sorundur. Topluma yönelik siyasal- kültürel müdahalelerle modern yaşamın yerleştirileceği düşünülür. Devrimcidir ama devrimciliği sınırlı ve yüzeysel olduğu için otoriter ve dayatmacıdır. Bu laikliğin aydınlanmacı-pozitivist kavranışıdır ve kaynağı Fransız devriminin“devrimci burjuvazisidir”. Fransız laikliği, din dışı bir anlayıştan, eski dinsel kurumları dışlayarak yeni ve modern bir din yaratmaya uzanan bir serüven izlemiştir.
Laikliğin bir de liberal-muhafazakar kavranışı vardır. Bu anlayış hiç bir zaman laikliği dinin siyasal alandan çıkarılması olarak düşünmemiş, olanaklı olduğunca dinsel kurumlarla çatışmaya girmeksizin ve/fakat kapitalizmin çıkarları doğrultusunda içsel bir değişime uğratarak siyasal sistemin yedeği haline getirmeyi hedeflemiştir. Şimdilerde pek çok yazarın “otoriter laikliğe” karşı “örgürlükçü/demokratik laiklik” adını vererek savundukları anlayışta, Anglo-Sakson geleneğinin bu “dinle soslanmış kapitalizm” modelidir.
Pozitivist laiklik anlayışı dinin siyasetten ayrılması adına din ve vicdan özgürlüğünün zedelenmesine yol açarken; liberal-muhafazakar laiklik din ve vicdan hürriyeti adına laikliğin bir diğer olmazı olan din ve devlet arasındaki ayrılığı zedeleyen uygulamaların savunucusu olmaktadır.
Aslında her iki model de, sonuç olarak laikliği, ya dayatmacı bir yolla ya da mevcut dinsel kurumlarla uzlaşarak dinin içten revizyona uğratılması yoluyla kapitalizme uygun yeni bir din yaratmaya indirgemektedir. Ve her iki anlayışta ağırlıkları farklı olmak üzere ne din ile devletin ayrışması, ne de din ve vicdan özgürlüğünün teminata alınması anlamlarında laikliğin rafine bir örneği olamamışlardır. Vardıkları ortak nokta yeni ve modern (kapitalizmle uyumlu) bir din yaratmak ve bu dini siyaset aracı olarak kullanmak ve bu amaçla bağlantılı biçimde dinsel/mezhepsel inançlar arasında ayrımcılık yapmak olmuştur. Yani burjuva aydınlınmacalığın laikliği kural olarak eksik ve "iki yüzlü" bir laiklik olmaktan öteye geçememiştir.
KEMALİZM VE LAİKLİK...
Kemalist laiklik politikasının iki ayrı yüzünün bulunduğu söylenebilir. Kemalistlerin niyetleri, geleneksel dinsel ilişkiler de dahil olmak üzere gelenekselliği, tümüyle bertaraf edip yeni ve modern bir toplum ve devlete bağlı yeni ve modern bir din anlayışı oluşturmaktı. Ama, mevcut güç ilişkileri nedeniyle geleneksel dine karşı tutumları cepheden ve yok etmeye yönelik olamamış aynı zamanda geleneksel din ile devlet arasında zımni bir uzlaşma alanı oluşturulmaya çalışılmıştır. Geleneksel dinsel inanış önce pasifize edilmeye ve ardından da içten içe reforme edilerek devlete bağlı milliyetçilik yanı güçlendirilmiş bir din haline dönüştürülmeye çalışılmıştır.
Yani Kemalizmin başat yönü pozitivist (Fransız türü) laiklik de olsa, bu onun tek yönü değildir ve aynı zamanda uzlaşmacı “demokratik” (Anglo /Sakson türü) laiklik” yönü de bulunmaktadır. Çok partili hayata geçilmesiyle birlikte Kemalizmin bu eklektik, ikili politikasının ilk bölümünü CHP’li Kemalistler; diğer bölümünü ise sağ- muhazafakar "Atatürkçüler" üstlendi.
CHP LAİKLİĞİN NERESİNDE
CHP’nin, 70’li yıllardaki çok kısa bir aralık dışında, genel olarak sol laiklik anlayışının değil, aydınlanmacı-otoriter laiklik anlayışının temsilcisi olduğunu görmekteyiz.
Laikliği sosyal demokrat hak ve özgürlükler demetinin bir parçası olarak değil de, daha çok biçimsel-kültürel öğeler üzerinden değerlendiren bu anlayış geçmiş dönemlerde laiklik açısından belli kazanımlara kaynaklık etmiştir. Ama özellikle de 12 Eylül askeri darbesi, yeşil kuşak/ılımlı İslam, küreselleşme, sosyal devletin tahribi, sosyalizmin ve solun zayıflaması vb. gibi içsel ve dışsal bir dizi nedenle zaman içerisinde işlevsiz kalmış ve hatta ters sonuçlar yaratmaya başlamıştır.
Kılıçdaroğlu döneminde CHP laiklik alanında yeni arayışlara girmiştir. Fakat bu dönemde de CHP laiklik alanındaki müdahalesini laikliği ekonomik, sosyal ve siyasal hak ve özgürlükler demetinin bir parçası olarak ele alan bir perspektifle değil de, yalnızca din ve vicdan özgürlüğüne sıkışmış bir alandan yapmaya çalışmıştır. Bu nedenle de, bu yeni süreç ağırlıklı olarak toplumcu/halkçı laikliğin değil, aydınlanmacı otoriter laiklik anlayıştan liberal anglo sakson laiklik anlayışına kayışın ifadesi olmuştur.
"ÖZGÜRLÜKÇÜ/DEMOKRATİK LAİKLİK"
Son yıllar içinde geçmiş laiklik anlayışının sorgulandığını ve yaygın adlandırmayla "özgürlükçü/ demokratik laiklik" adıyla "farklı" bir anlayışın seçenek olarak dillendirildiğini görmekteyiz. Fakat bu "fark" gerçekten de tırnak içindeki bir farktır. Zira bu adlandırmayla dillendirilen seçenek "Aydınlanmacı/pozitivist laiklik" anlayışı yerine bildiğimiz "anglo/sakson laiklik" anlayışının model olarak önerisinden öte bir anlama sahip değildir. Liberalizmin artan etkisinin laiklik alanındaki dışa vurumudur. Önerilen seçenek "din ve vicdan hürriyeti" adına, devletin dinler karşısındaki bağımsızlığı ilkesinin açıkça berhava edilmesidir.
“TOPLUMCU/HALKÇI LAİKLİK”
Ama bu liberal öneri ne kadar geçersiz ve özü itibariyle laiklik ilkesini bir başka temel açıdan zedelemeye,yok etmeye yönelik olsa da, bu bizlerin yeni bir laiklik anlayışına ve hatta devrimine ihtiyaç duyduğumuz gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bu kadar itibar görmesi bizzat bu alandaki yenilenme ihtiyacını dillendiriyor olmasındandır zaten.
Laikliğin iki önemli olmazsa olmazı vardır: Birincisi, dini devlet alanından çıkaracaksın; ikincisi, din ve vicdan hürriyetini garanti altına alacaksın. Ne Pozitivist laiklik ne de Anlo-Sakson laikliği, laikliğin bu temel tanımlarına uyan bir uygulama pratiği ortaya koyamamışlardır. Türkiye de yaşanan laiklik de ağırlıkları farklı olmak üzere bu alanların her ikisinde de kusurlar taşıyan bir laikliktir.
Fakat çok iyi tanımlanmamış ve hatta bilince çıkarılmamış olsa da bu iki laiklik anlayışının dışında toplumun ezilen kesimlerinin temsilcisi olma iddiasını taşıyan sol anlayışların ürünü olarak şekillenen ve belirli tarihsel dönemlerde kısmen pratiğe geçme olanağı da bulabilen bir başka laiklik anlayışının da vardır.
Bu laiklik anlayışı kapitalizme teslim olmayan en azından kapitalizmin sınırlarını zorlayan bir sol/emekçi hareketinin ürünüdür.
“Toplumcu ve özgürlükçü laiklik” olarak niteleyebileceğimiz bu anlayış, toplumun ekonomik ve sosyal hak ve güvencelerle donatılmasının sağlaması temeli üzerinde din ve devlet alanının birbirinden azami düzeyde ayrılmasını ve vatandaşların kişisel inançlarını hayata getirmelerinin önündeki tüm engellerin ortadan kaldırmasını amaçlayan bütüncül bir model olarak tanımlanabilir.
Günlük yaşam denetlenemez bir piyasa ve ulaşılamaz bir iktidar ekseni üzerinde şekillendiğinde, emekçiler bu alanlara yönlendiricilik anlamında müdahil olamadığında, bu iki denetlenemez gücün baskısı altında çaresizleşen yığınların dinsel istismarı kolaylaşmakta, siyasi iktidarların toplumu dinsel/mezhepsel ayrımcılık temelinde kamplaştırmaları da engellenememektedir.
Çaresiz ve siyasi iktidara ya da başka güçlere el açmak durumunda kalmayan bir toplum ve bilimsel bir eğitim projesiyle bir bütünlük taşıyan toplumcu/halkçı laiklik anlayışında hem her türlü dinsel/mezhepsel inanç sahipleri ve tabi ki inançsızla da kendilerini özgür hissedecekler hem de devlet ve din birbirinden ayrılmış, devlet tüm inançlar karşısında eşit mesafede konumlanmış olacaktır.
Bu konunun ayrıntılarını başka bir yazıya bırakmak kaydıyla son söz olarak şunu söyleyebiliriz ki, bize laikliğin iki belirleyici unsurunu hakkıyla temsil edecek, yani devletin dinler karşısında tarafsızlığını ve din ve vicdan hürriyetini garanti altına alacak yeni bir laiklik anlayışı ve devrimi gerekmektedir. Ve bu da ancak kapitalizmin sınırlarını zorlayan sosyal/toplumcu bütüncül bir proje ile başarılabilir bir hedeftir.