Mahmut Üstün yazdı | AKP ve burjuvazi(ler) ilişkisine bir giriş...
Taşra-Anadolu Burjuvazisi Efsanesi başlıklı dizi yazımda dile getirmiştim. Zaten bu liberal tezler gerçekliğin gücü karşısında bugün büyük ölçüde tedavülden kalkmış durumda.
AKP-burjuvazi ilişkileri alanında liberaller ve İslamcılar tarafından ortaklaşa dillendirilen daha spesifik bir tez daha vardır. Bu kesimler Gramsci’nin “pasif devrim” kavramlaştırmasından hareketle ve tüm diğer liberal tezleri destekleyen ve bütünleyen biçimde AKP ve İslamcı burjuvazinin iş birliğinde Türkiye’nin” otoriter Kemalist laik Cumhuriyet”ten “muhafazakâr demokrat bir cumhuriyete” pasif devrim yöntemiyle geçiş yaptığını iddia etmişlerdir. Bu tez bazı bakımlardan diğerlerinden daha anlamlıdır ve üzerinde hala durulmayı hak eder bir niteliğe sahiptir.
Bugünkü tartışmalara bakınca teslim etmek gerek ki, ulusalcıların yaşananları laik burjuvazi ve ABD destekli şeriatçı burjuvazi arasındaki “Cumhuriyet mi din devleti mi?”, “demokrasi mi tek adam diktatörlüğü mü?” ve “çağdaşlık mı teokrasi mi?” eksenli bir mücadele olarak ele alan yaklaşımları liberal tezlerden daha dayanıklı çıkmış gözükmektedir. En azından görünür gerçekliğe daha yakın söylemlerdir. Ayrıca ulusalcıların TÜSİAD’ı bu mücadele de ikircikli ve oportünist tutumla suçlaya gelmeleri ve/fakat Koç ve Doğan gurubu içinde laiklik ve cumhuriyet kahramanları keşfetmeleri son derece manidardır. Hatta ziyadesiyle komplocu kokuya sahip olsa da AKP’yi ulus devleti ve laik rejimi yıkmakla görevlendirilmiş ABD/emperyalizm komplosu/projesi olarak ele almaları bile göreli bir tutarlılığa ve gerçekliğe sahiptir. Ve fakat ulusalcıların büyük ve trajik çelişkisi/tutarsızlığı söylemden ziyade hayatın acımasız pratik sınavında ortalığa çıkmıştır. Malumunuz bu ulusalcı teorilerin en öndeki pek çok savunucusu (kesim ve kişiler) bugün AKP ile ya içi içe ya da giderek daha yakınlaşan bir görüntü vermektedirler.
Sosyalist cephede ise bazı kesimler yine Gramsci’nin “yatay sınıf savaşları” kavramlaştırmasında ifadesini bulan bir başka tezini arkalarına alarak bütün bir AKP dönemini “Burjuvazinin İç Savaşı” olarak değerlendirmişlerdir. Gelinen yerde bu teorinin de dikişlerinin attığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu teori taşıdığı analitik/yöntemsel zaafların yanı sıra Türkiye’de egemen sınıf ve kesimler arasındaki kutuplaşmaları ele alışı bakımından aynı zamanda ciddi olgusal yanlışlara da dayalıdır.
Ne var ki bir dönemin muhasebesini tam yapabilmek ve hesap defterini arşivdeki tozlu raflara yerleştirebilmek için AKP ile burjuvazi(ler) arasındaki ilişkinin niteliği ve bu ilişkilerin süreç üzerindeki rolünün daha açık biçimlerde tanımlanmasına ihtiyaç vardır. Bu yazı bir anlamda bu ihtiyacın nedeni/nereden kaynaklandığı üzerine bir giriş niteliğindedir. Gelecek yazılar ise bu ihtiyacın karşılanması amacına katkı sunmak iddiasında olacaktır.
Liberalizmin bu konuyla ilgili yaklaşımlarını Taşra-Anadolu burjuvazi Efsanesi başlıklı dizi yazılarda ele aldığımı vurgulamıştım. Buna ek olarak Politikyol da yayınlanan Yetmez ama Evetçi”lerle Ne Yapmalı? ve Yetmez ama Evet’çilere Ne Yapmalı? başlıklı yazılarıma da bakılabilir.
Önümüzdeki günlerde ise AKP burjuvazi ilişkileri kapsamında ulusalcı tezler, “pasif devrim” tezi ve “burjuvazinin iç savaşı” tezi üzerine daha ayrıntılı biçimde duracağım.