Mahmut Üstün yazdı | AKP/Erdoğan İstanbul'u verir mi vermez mi?

Abone Ol
Bu sav ataleti mi besler? Bu tahlil sadece AKP’nin normal bir parti olmadığını ve iktidarı teslim etmemek için elinden geleni ardına bırakmayacak, gücü yettiğince her yöntemi deneyecek bir yapıya sahip olduğu gösterir. Ama bu amacında kesinlikle başarılı olacağı anlamı taşımaz. Bir aktör gücü ölçüsünde planlarını hayata geçirebilir. Gücünü sınırlayan en temel unsur ise karşısında aktif ve organize bir karşı gücün varlığıdır. Sonucu bu belirler… Eğer uyanık olunmaz, bu gerçeği hesap eden bir hazırlık yapılmaz, etkin ve kitlesel bir karşı seferberlik yaratılamazsa, seçimi sayısal olarak kazanmış olmak tek başına sonucu belirlemez. Bu hazırlık ve seferberlik seçim müşahitliğinden, sandıklara, kamuoyu oluşturma stratejilerine, iç ve dış potansiyel güçleri harekete geçirmeye vb. kadar uzanır. Velhasıl hakkını yedirmemeye kararlı bir karşı güç inşa edilirse, bu güç nispetinde AKP’nin amacına çomak sokulması da başarılacaktır. İmamoğlu’nun dediği gibi, eğer seçim boyunca kütlesel bir seferberlik ve uyanıklık örgütlenmemiş olsaydı, seçim 31 Mart gecesi çalınmış olacaktı. İşin bugünkü noktaya gelmesini sağlayan AKP’nin sandığa saygısı değil, muhalefetin ilk defa iyi bir hazırlık yapmasıdır… Bundan sonraki süreçte de iktidarı geriletecek/boşa çıkaracak düzeyde bir seferberlik ve uyanıklık sürdürülmezse, iktidarın atı yine Üsküdar’ı geçecektir. Dolayısıyla tartışma bir iyi niyet kötü niyet, umut umutsuzluk tartışması değildir. Analitik ve pratik bir arka plana sahip olan bir tartışmadır. Bu konuda iyimser olanlar, bu saydıklarımız konusunda ya bambaşka şeyler düşünmekteler ya da benzer şeyler düşünseler de bunları ikincil kılan daha önemli etkenler bulunduğu kanaatindedirler. İki farklı analitik yaklaşım Ki bizce ikincisidir. Ortada ciddi bir analitik yaklaşım farklılığı mevcuttur. Bu analitik farklılığın ilki dış dünya faktörünü değerlendirmeyle; ikincisi de AKP gerçeğini değerlendirmeyle ilgilidir. Dış dünyadan gelecek tepkileri “demokrasi” duyarlılığıyla ilişkilendirmek bunlardan biridir. Biz ise dış tepkilerin şekillenmesinde ekonomik çıkarın daha başat olduğunu düşünmekteyiz. AKP’nin de bu gerçeği kavradığını ve epeyce bir süredir dışarıya ekonomik imtiyazlar sağlama ya da sağlamama seçeneğini dış dünyanın tepkilerini kontrol için çok iyi kullandığını görmekteyiz. Ayrıca, dış dünyanın tepkileri AKP için muhakkak önemlidir ama belirleyici değildir. Erdoğan, zayıflamış bir AKP’nin dış dünya ile ilişkiler açısından en öncelikli sonuçlarından birinin “Erdoğansız AKP dayatması”nın kuvvetlenmesi olacağını muhakkak ki kestiriyordur. Bu nadenle de Erdoğan dış dünya ile ilişkisini istediği düzeyde tutmanın ancak onları kendine mecbur etmekten ve onları ihale tavizleriyle nötr tutmaktan geçtiğini düşünüyor ve bu konuda hiç de haksız sayılmaz. En az ilki kadar önemli analitik farklılık ise, bu konuda “iyimser” olanların“AKP” ve “diktatörlük” bağlantısını “soft bir bağlantı” olarak görmeleridir. Sanırım bunda “popülizm teorileri”nin yanıltıcı etkisi de söz konusudur. Malum olduğu üzere bu teorilere göre, sağ popülizm diktatörlük eğilimleri de olmakla birlikte, faşizm vb.nden farklı olarak seçim sisteminin içinde hareket etmeyi de benimsemiş bir akımdır. Bizce asıl vahimlik burada, yani AKP’nin diktatörlük potansiyellerini küçülten ve ona hak etmediği seçim sistemine saygı özelliği bahşeden yaklaşımın kendisindedir. Son olarak… Ayrıca ve işin ironik tarafı “Erdoğan elinden gelini yapar iktidarı vermemek için ama iktidarı da eni sonu vermek zorunda kalacaktır” demek, görünüşte daha umutvar gözükse de kitleleri bir başka argüman aracılığıyla yine pasifizme/atalete sürüklemektir. Oysa temel mesele umut ya da umutsuzluk meselesi değildir. Değiştirmek, müdahale etmek, mücadele etmek perspektifli gerçekçi bir analiz yapmaktır. Zira hakkına kararlılıkla sahip çıkan bir halkın karşısında, hiçbir kötü plan kolaylıkla yaşam hakkı bulamaz. “Bu iktidar sandıktaki iradeni yok saymak için elinden geleni yapar” demek; “bekleme, buna hazırlıklı ol, izin verme, sonun kadar hakkını savun” demektir. Asla bir atalet kaynağı değildir. Bilakis sürece kitlesel bir sahip çıkma çağrısıdır. Peki ya “AKP seçimin ortaya çıkardığı iradeyi yok saymak isteyecektir ama buna rağmen eninde sonunda tanımak zorunda kalacaktır” demek; kitlesel seferberlik mi yoksa kitlesel atalet mi yaratır?...