Mahmut Aslan yazdı | Aleviler ve Şeyh Said
"HDP milletvekilleri, HDP merkez yürütme kurulları, HDP'nin tüm bileşenleri ve HDP'ye gönül vermiş milyonlarca can adına 3 karanfil bıraktık. Bunlardan bir tanesi Şeyh Sait'in torunları adına bırakılan bir karanfildir. Bir tanesi Seyit Rıza'nın torunları adına bırakılan karanfildir. Bir diğeri de Hacı Bektaş'ın ve Pir Sultan'ın torunları adına bırakılan karanfildir. Çok iyi biliyoruz ki canlar bir olduğumuzda, mazlumlar bir olduğumuzda karanlığı yeneceğiz, aydınlığı bu coğrafyaya hakim kılacağız" demiştir.
Bu konuşma üzerine Hünkar Hacı Bektaş Veli Vakfı “Pirincin İçindeki Beyaz Taşlar” başlığı ile bir bildiri yayınlanarak sert tepki göstermiştir. Konuyu haber yapan siteler “Aleviler'den HDP'ye çok sert Şeyh Said yanıtı” ile bildiriyi haberleştirdiler. Ancak gözlerinden kaçan büyük bir nokta bulunmaktadır. Açıklamayı yapan Vakıf’ın başında Veliyettin Hürrem Ulusoy bulunmaktadır ve Veliyettin Efendi Alevi inancının en üst makamı olan postnişindir, söyledikleri kendisine bağlı olan binlerce Dede’yi yüzbinlerce talibi ilgilendirmektedir. O yüzden etkisi de bilinenden fazla olacaktır.
Yayınlanan bildiride: “Acılar paylaşıldıkça azalsa ve yaralar kendini sarsa da bazen daha incitici, gönül kırıcı olabilmektedir, yaşananlar. Madımak Katliamı anmaları sırasında karanfiller bırakılırken Hacı Bektaş Veli ve Pir Sultan Abdal’ın, Alevilerin kurmuş olduğu Kamber-i Ali sofrasına oturmayan Şeyh Sait ile aynı kefeye konulurken ‘alkışlanması’ incitici bir durumdur. ‘Alevilerin kestiği haramdır, yenilmez’ düşüncesi ile kurulan sofraya oturmayan birinin Yolumuzun uluları ile aynı kefeye konulmasına gönlümüz razı olmaz” denilmektedir.
Bu bildiriye kendisini Türkmen-Alevi olarak tanıtan HDP MYK Üyesi Ali Kenanoğlu Evrensel Gazetesindeki köşesinden cevap vermiştir. Hünkâr Vakfının bildirisinde geçen "‘Alevilerin kestiği haramdır, yenilmez’ düşüncesi ile kurulan sofraya oturmayan biri” (Şeyh Sait) görüşünü eleştirmiş ve böyle bir olayın olmadığını iddia etmiştir. Bu görüşme olup olmadığı kesin olarak bilinmemekle beraber Aleviler arasında bu anlatı çok yaygındır. Ateş olmayan yerden de duman çıkmaz diye düşünmekteyim. Yüzlerce yıldır bölge de yaşanan Şafi katliamları bunun tarihsel arka planıdır.
Kenanoğlu’nun yazısındaki en acı bölüm ise Atatürk Cumhuriyetine toptancı bir bakış açısı ile eleştiri getirdiği şu bölümdür: “Şeyh Sait’in 'Cumhuriyet düşmanı', 'Cumhuriyeti yıkmak isteyen bir şeriatçı' olduğu yönündeki söylemidir. Bizim savunduğumuz cumhuriyet demokratik bir cumhuriyettir. Demokratik olmayan bir cumhuriyeti kim savunacaksa savunsun ben demokratik olmayan; imhacı, inkarcı, asimilasyoncu siyaset tarzını benimseyen bir cumhuriyeti savunmam, savunucusu olmam."
Bu tartışma daha çok süreceğe benzemektedir. Ancak ben de bu tartışmaya girme gereğini Kenanoğlu’nun bu açıklamalarından sonra karar verdim. Şeyh Sait bir şeriatçıdır ve bunu bazı belgelerle dile getirmekte Cumhuriyetçilerin, laiklik savunucularının görevidir.
BELGELER ŞEYH SAİT İÇİN NE DİYOR?
Bu bölümde çok fazla yorum yapmadan direk okuduğum bazı kaynardan Şeyh Sait ayaklanmasındaki gericiliğe değinmek istiyorum.
Şeyh Sait savunmasından: "Hilafet kaldırılmıştır, zamanın imamı kalmamıştır. Hâlbuki zamanın imamına biat etmeden (ona bağlanıp, onu tasdik etmeden) ölen Müslüman, Peygamberin şefaatinden mahrum kalır" "."Dinin dünya işlerinden ayrılması caiz değildir. İslam ulemasına göre dinin dünya işleri ile ilgili hükümleri (şeriat) tıpkı ibadet gibidir." (Şevket Süreyya Aydemir- Tek Adam-s.210)
Şevket Süreyya’ya yok o Kemalist diyerek bir şey derseniz gelelim yabancı bir yazarın incelemesine göre Şeyh Sait ayaklanması: "Bu arada Şeyh Sait'le adamları, dağlık Doğu bölgelerinde ellerinde yeşil sancaklar, göğüslerinin üzerinde Kuran'ı Kerim; bankaları, evleri, dükkânları basıp soyarak 'Hak yolunda' ilerliyorlardı. Türkler’den, Tanrı adına teslim olmalarını istiyorlardı. Vaizleri onlara Cennet'te ödüller vaat ediyordu. Yerden ve havadan; Halife'nin kendilerinden fedakârlık istediğini, halifelik olmadan Müslümanlık da olmayacağını bildiren beyannameler dağıtıyorlardı. Şeriat geri getirilmeli; okullarda dinsizlik öğreten, kadınları yarı çıplak gezdiren hükümetin başı ezilmelidir" (LordKinross Atatürk s.607)
Gelelim Türkiyeli Komünistlerin görüşlerine: "İrticanın başında Şeyh Sait değil derebeylik duruyor, irticaya karşı Halk Hükümetledir." " Kahrolsun İrtica... Ankara Büyük Meclisi’nde müfrit sol burjuvazinin tırnakları, kafasına ortaçağı dolamış yobazların gırtlağına yapıştı." (Orak Çekiç: 26 Şubat-5 Mart 1925 Aktaran M. Tuncay: Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Hükümetinin Kurulması, Yurt Yayınları, s.132)
Türkiyeli Komünistlerin dışında Komünist Enternasyonal’in görüşüne bakalım: "Ankara Hükümetine karşı Kürdistan’daki Şeyh Sait Ayaklanması, Moskova tarafından Türk gericiliğinin İngiliz emperyalizmi ile ittifak halinde bir geri dönüş girişimi olarak değerlendirilmektedir." (Moskova 26 Şubat 1925, Kürdistan’daki Ayaklanmanın Anlamı)
Ayaklanma için Kürt ulusal ayaklanması gerici bir ayaklanma değil diyorsanız eğer Kürt Marksist şair, edebiyatçı, yazar ve tarihçi Cegerwin'in anılara bir bakın derim: "Şeyh Sait mahkemede Kürt ve Kürdistan kelimelerini ağzına dahi almadı, sadece din konusunu ele aldı." (Naci Kutlay, 21.Yüzyıla Girerken Kürtler, Peri Yayınları, s.69, Hüseyin Aygün Mahsur s.113)
Yukarıdaki kaynaklara benzer yüzlerce belge daha bu konu için sunulabilir. Kenanoğlu ve onun gibi düşünenlere tek söylenecek, Aleviler Atatürk’e ve Cumhuriyet’e bağlıdır. Cumhuriyetle birlikte nefes almışlardır. Nesimi’nin söylediği Yeryüzünün Halifesini ortadan kaldıran da Atatürk Cumhuriyetidir. Soğuk savaş sonrası solu etkisi altına alınan etnikçi bakış açınıza artık eskisi kadar alıcı bulamayacaksınız. İkbal için içine düştüğünüz düşünsel zayıflık ve tarihsel çarpıtma Alevilerin umurunda da değildir.
Gezide, referandumda ve son Adalet mitinginde görüldüğü gibi Türkiye’nin Alevilerinin, solcularının, ilericilerinin yolundan yürüdüğü kişi Şeyh Saitler, İdrisi Bitlisi’ler değil Mustafa Kemal Atatürk’tür.