Bir bakıma üretilmiş gerçekliklere hapsolduğumuzdan hakikat ile yüzleşmeme krizini birlikte yaşamaktayız. Biz kimiz derken cevaba en azından ortak aidiyet duygusunun içtenliği ile başlamak gerekiyor.Aslında bu tartışmaların ardında temel problemin dini inanca saygıdan ziyade, asırların toplumsal alt yapısına dayanan bu kültürün-örfünün, CHP ve tabanının da bir parçası olduğunun mahalleliyi iknasında gözükmekte. Ayrı bir değimle, Türk solunun mahalleye yabancı olamayacağının ayni dokunun bir parçası olduğunu hissettirebilmek gerekmekte. Bugün sınıfsal ve eğitim seviyesine bakılmaksızın mütedeyyin mahalleli İHA, SİHA, TFX veya Kızıl Elma gibi savunma sanayi projeleri hakkında ortalamanın üstünde teknik ve konjonktürel detay bilgiye sahiptir. Aynı bilgi ve ilgiye sahip olmayanlara ise mahalleli oldukça mesafeli ve yabancı durmaktadır. Bu savunma sanayi atılımları mahallenin aidiyet ve duygu dünyasında bir bakıma İsrail ve ABD’ye bir meydan okuma niteliğini de taşımaktadır. Sağ seçmenin HDP duyarlılığının arka planında var saydığı Kürt siyasi ayrılıkçılığından ziyade etkisi çok açık gözüken romantik Türk Solunun tezlerine karşı duyduğu antipati ve yabancılaşma duygusu yatmaktadır. Savunma sanayi yatırımlarına ve askerin güvenlik alanlarından çekilme tezi mahalleliyi Türk soluna karşı oldukça ürkütmektedir. Muhalefetin HDP’ye karşı Hüdapar tezi belirttiğimiz üzere mütedeyyinlerin ilgisini pek çekmemekte. Ne yazık ki kaybedilmiş topraklarıyla bir imparatorluğun yasının anakronik bir Abdülhamit dizisinde İngiliz büyükelçisine atılan tokatta veya Kurtlar Vadisi derin devlet dizilerinde mahalleli tutulabilmekte. Tanzimat ve Cumhuriyet reformlarına karşı yabancılık duygusunu atamamış mahallemiz Osmanlı imparatorluğunun ihtişamının nostaljisinden kurtulamamakta. Cumhuriyetin kurucu kadrolarının getirdiği ulus devlet realizmi ve görgü devrimleri de henüz mahallece içselleştirilememekte. Bu realizm ve nostalji arasındaki gerginlik ise popülist sağ siyaset tarafından bir nimet kabul edilmekte. Bu gerginliğin makul bir orta noktada çözümü de oldukça mümkün gözükmekte. Bir bakıma üretilmiş gerçekliklere hapsolduğumuzdan hakikat ile yüzleşmeme krizini birlikte yaşamaktayız. Biz kimiz derken cevaba en azından ortak aidiyet duygusunun içtenliği ile başlamak gerekiyor. Bu içtenlikte, ötekini anlayabilmek, sindirebilmek veya geçirgenliği sağlayabilmek istenirse zor olmuyor. Yabancı ise tüm gizemi ile hep kaygı uyandırıyor.
Mahalle, Türk solu ve yabancılaşma
Cumhuriyetin kurucu kadrolarının getirdiği ulus devlet realizmi ve görgü devrimleri de henüz mahallece içselleştirilememekte. Bu realizm ve nostalji arasındaki gerginlik ise popülist sağ siyaset tarafından bir nimet kabul edilmektedir.
Ramazan ayında periyodik olarak bir araya geldiğimiz hac arkadaşlarım arasındaki CHP’li ve AK Partili dostlar arasındaki şakalaşma ilgimi çekiyordu. AK Partili arkadaş, siyasi şakalaşmada bizdeki Hüdapar’ın hiç olmazsa arkasında namaza durulur ama sizdeki HDP’nin arkasında ise hiç namaza durulmaz zaten onlar namaz da kılmaz diyordu.
Bu arada TV ekranının alt yazısında da HDP’nin tüm siyasi mahkumlar için af önerisi altta geçiyordu. Ayni arkadaşım başını sallayarak “ya demedik mi bunlar zaten böyle” diyerek kaygısını dile getiriyordu. Ben de aslında Hüdapar ve HDP’nin Kürt sorununun birer parçaları olduğunu, varlıklarının devamını bir şekilde doğru-yanlış devletin kontrol ettiğini, popülist siyasetin ise bunlarla oynadığını anlatıyordum.
Siyasi affın ise tersine kaygılanılacak bir şey olmadığını, ellerine tetiği alanlar dışında Cumhuriyetimizin II. Yüzyılında yeniden bir inşa için ne kadar gerekli olduğunu ifade ediyordum. Mahalleli arkadaşım oldukça ikna olmuştu. Zannederim bu iknada benim mahalleli için yabancı biri olmamanın rolü de büyüktü.
Geçenlerde yabancı medyada Peru’dan yüklenen 2.3 ton kokainin yükleme adresinin Türkiye olduğuna dair bir haber geçti. Muhalif medyada ise uluslararası tahkimin Türkiye’de ayrıcalıklı bir şirketin bölgesel Kürt yönetiminden yaptığı usulsüz bir enerji ticaretine ilişkin 1 küsur milyar dolarlık cezayı Enerji bakanlığının üstlenip ödediği haberi vardı.
Bugün de Sinan Ateş cinayetine ilişkin Savcının zorunlu izne gönderildiğinden bahsediliyordu. Ne yazık ki bunlar ve benzer haberler ilgili kamuoyunun-mahallelinin ilgisini seccade krizi kadar celp edemiyordu.
Bu arada seccade krizinde gözden kaçırılan önemli bir ayrıntı vardı. Mahalleli açısından ana sorun seccadeye kasıtlı basma veya dalgınlık değildi. Kasıtlı basma olamayacağına herkes emindi. Sorun ilgili siyasilerin mahalle kültürüne argo deyimle yabancı kalmalarıydı. Ana muhalefet bunun yabancılıktan kaynaklanmadığını inşa ettirilmiş bir algı olduğunu mahalleliye anlatabilmeliydi. Veyahut bu konudaki eksikliğini kapatabilmeliydi.