Lozan’ın içinde ya da dışında (ben dışında olmasını tercih ederim) Kürt sorununa uygun bir çözüm üretilmesi mümkün olsaydı belki bugün sorunlar böylesine kangren olmayacak ve belki biz başka şeyleri konuşuyor olacaktık.Öte yandan Lozan’la ilgili eleştiriler elbette yapılabilir. Örneğin azınlıklar sorununu mübadele ile çözmeye çalışmak birçok acıların yaşanmasına, ülkemizin zengin etno-kültürel zenginliğinin fakirleşmesine yol açmış bu da ülkenin bir kültürel/sanatsal ve dolayısıyla da ekonomik kısırlaşma sürecine girmesine neden olmuştur. Ayrıca cumhuriyetin kuruluş sürecinde mecliste yapılan konuşmalar ve yapılan müzakerelerde ülkenin en önemli etnik gruplarından biri olan Kürtlerin haklarının es geçilmesi, bu ve benzeri meselelerin Türk milliyetçiliği perspektifinden ele alınması bugüne kadar yaşadığımız sorunların kaynağını oluşturmuştur. Lozan’ın içinde ya da dışında (ben dışında olmasını tercih ederim) Kürt sorununa uygun bir çözüm üretilmesi mümkün olsaydı belki bugün sorunlar böylesine kangren olmayacak ve belki biz başka şeyleri konuşuyor olacaktık. Lozan tartışmalarıyla ilgili en önemli yanlış belki de bu tartışmaların Musul’u, Kerkük’ü, 12 adaların alınıp alınmaması üzerinden yapılıyor olmasıdır. Lozan, örneğin Türkiye’nin egemen ve bağımsız bir devlet olarak tanınmasının sağlanması da elbette kıymetli bulunabilir ama bu süreç azınlıklar konusunda adaleti sağlamış mıdır, onlara yeterince haklar vererek ülkede insanların kendisini eşit ve özgür bireyler olarak hissetmelerini sağlamış mıdır, bu yönlerden pek tartışıldığına tanık olmadım. Bu arada Lozan’da daha fazla toprak edinilebileceğini ileri sürenlere, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki 30 km. genişliğinde bir koridoru elinde tutması, Türkiye’ye bir avantaj sağlamadığı gibi ekonomik açıdan yük de getiriyor. Türkiye’nin elinde tuttuğu kuzey bölgelerinin sadece zorla ülkelerine gönderilen Suriyelilerin tıkıştırıldığı bir yer olmasının ötesinde bir işlevi yok, ülkeye herhangi bir fayda da sağlamıyor. Misak-ı Milli diye tanımlanan bölgeler Türkiye’de kalsaydı bile zihniyet değişimi yaşanmadan Türkiye’nin şu an olduğundan farklı bir noktaya gelmesi mümkün olmazdı. Daha fazla toprağa sahip olmak bir ülkenin yaşadığı temel sorunların çözümü için yeterli olmadığı gibi, bunu Lozan’ın tartışılacağı bir eksen olarak sunmak açık bir manipülasyondan başka bir şey değildir. Aslolan barış ve huzur içerisinde bir arada yaşamak, halkın ve gençlerin ülkenin geleceğinden umutlu olması, insanların bu topraklar üzerinde yaşamaktan mutlu olmasıdır. Gerisi laf-ı güzaf….
Lozan zafer mi, hezimet mi?
Misak-ı Milli diye tanımlanan bölgeler Türkiye’de kalsaydı bile zihniyet değişimi yaşanmadan Türkiye’nin şu an olduğundan farklı bir noktaya gelmesi mümkün olmazdı. Aslolan barış ve huzur içerisinde bir arada yaşamak, halkın ve gençlerin ülkenin geleceğinden umutlu olması, insanların bu topraklar üzerinde yaşamaktan mutlu olmasıdır. Gerisi laf-ı güzaf….
Soruyu “Lozan zafer mi, yoksa hezimet mi?” şeklinde ortaya koymak başlı başına bir sorun ve içerdiği önyargı ile ideolojik muhtevayı acemice dışavuran bir başlık. Öncelikle Lozan’ın zafer olduğunu söyleyenlere de hezimet olduğunu söyleyenlere de mesafeli olduğumu belirtmeliyim. Lozan, 1. Dünya savaşından yenik çıkmış bir ülkenin başka ülkelerle yapmış olduğu bir sulh anlaşması olduğundan böyle bir anlaşmanın tek hedefi vardı, o da savaştan geriye kalanları kurtarmak, egemen ve bağımsız bir devlet inşa etmekti.
Bu tarz bir sorunun başka bir handikapı ise Lozan ya da başka bir meseleyi kendi bağlamsallığı içerisinde anlamlandırma endişesi taşımadan ön yargılı bir şekilde, kurucu iradenin muzaffer ya da mağlup olduğunu peşinen ilan etme gayretkeşliğine sapmakla yakından alakalı. Lozan’ın büyük bir hezimet olduğunu kabul ettirerek aslında öncesinin yani Osmanlı döneminin yüceltilmesi amaçlandığı aşikar. Ancak bu tezi ileri sürenlerin bahsettikleri toprakların bir kısmının Lozan’dan çok önce Abdülhamid döneminde bir kısmının ise Sevr Anlaşmasında kaybedildiğini görmeye yanaşmamaları da onların ne denli tutarsız olduğunu, tezlerinin ne kadar yanlış olduğunu ayan beyan ortaya koymaktadır.
Buna karşılık Türkiye Cumhuriyeti’nin masada birlikte oturduğu ülkelere her istediğini kabul ettirdiğini söylemek de mümkün değildir. Lozan’a katılan isimler bunun böyle olmadığını bizzat ifade etmektedirler. Bunun da ötesinde Lozan’a gönderilen heyete, 12 noktada Bakanlar Kurulu tarafından verilen bilgiler noktasında bazı maddeleri karşı tarafın kabul etmemesi durumunda Ankara’ya rücu edilmesi ifadesi yer almaktadır. Bu da zaten Ankara’nın belirli konularda çok net ve keskin bir tutum içerisindeyken (örneğin kapitülasyonlar konusunda Ankara oldukça tavizsizdir) başka bazı konularda, örneğin, 12 Adaların yanı sıra Musul ve Kerkük konularında bir esneklik gözlenmektedir. Bu konularda esnek olunması, içerisinden geçilen koşullarla ve muhatapların bu talepleri kabul edilme ihtimalinin düşüklüğüyle ilgili olabilir.
Ancak heyetin Lozan’a hareket etmeden önce ellerine verilen notlarda yer alan bilgiler, aynı zamanda Türkiye tarafının 12 Adalar ile Musul-/Kerkük meselelerinin ciddi bir şekilde gündeme getirildiğini göstermektedir. Bu bilgi, bir taraftan Lozan heyetinin aslında alabileceklerinin azamisini elde etmek için ısrar ve mücadele kararlılığını ortaya koyarken öte yandan da heyetin sanki bu yerlerden vazgeçmeye dünden razıymış ve tavizi en başından kabul etmiş şeklindeki yaklaşımlarını geçersiz kılmaktadır. Heyet muhtemelen mümkün olanın en fazlasını almaya çalışırken anlaşmanın bütününü tehlikeye düşürmekten kaçınarak, uluslararası toplumun muhtemel tepkisini çekmemeye çalışmıştır. Elbette masadakilerle anlaşmaya ve makul ve her iki tarafın kabul edeceği bir çerçevenin oluşmasına gayret etmek heyetin ve Ankara yönetiminin dillendirmediği bir hedefi olmuştur.