İngiliz aristokrasisinde Almanların haklarını savunan bir lordun İngiltere’nin Almanya’ya yaklaşımını değiştirebileceği düşünülmüş. Almanya’da Naziler güçlendikçe Darlington Malikânesi’nin de gedikli konukları onlar olmaya başlamış.
Lord Darlington’ı tanımıyorsanız, başuşağı Stevens’tan nasıl bir insan olduğunu öğrenmenizi size hararetle tavsiye ederim.
Önce gazeteleri açın okuyun tabii, hakkında çıkan haberleri, yazıları, yorumları, bunların zaman içinde nasıl değiştiğini…
Herkesin girmeye can attığı Darlington Malikânesi’nin misafir kayıtlarının ortaya çıkmasının sonradan başlarına nasıl dertler açtığını…
Ama siz gene de Lord Darlington hakkındaki nihai kararınızı vermeden başuşak geleneğinin kusursuz bir temsilcisi olan Bay Stevens’ı dinleyin derim.
Bay Stevens ihmal edilecek biri değil, Lord Halifax’la, Winston Churchill ve hatta bütün bu olaylardan sonra Nürnberg’de idama mahkûm edilen Joachim von Ribbentrop ile yakın temas etmiş, en mahrem sohbetlerin ortasında yer almış.
Bir çağın değişimini, yaklaşan kasırganın getirdiği esenliğin evvela ferahlık sanılması gibi, en büyük karar vericilerle beraber takip etmiş.
Yirmilerin başından itibaren Darlington Malikânesi’nin seçkin konuklar ağırladığını biliyoruz, Bay Stevens sağ olsun bize her şeyi olanca yalınlığıyla aktarıyor, otuzlarda bu konuklar o kasırgayı bizzat ellerinde yoğuracak insanlar olmuşlar, otuzların ortasında kasırganın ilk rüzgârları malikânenin en mahrem odalarında üflenmiş.
Britanya Faşistler Birliği’ni kuran Sir Oswald Mosley de bir süre gediklisi olmuş Darlington Malikânesi’nin, aynı “kara gömleği” paylaştığı Carolyn Barnet de, Lady Astor da…
Yirmilerin başında, henüz küçücük bir kor yanarken Münih ve çevresinde, muzaffer devletler Almanya’nın belini büktüklerinden emindi.
Oysa kor gün günden tutuşturuyordu Alman milliyetçiliğini.
İngiltere’de birçok kimse farkında değildiyse de Lord Darlington, Versailles’dan Almanların ne kadar rahatsız olduğunu biliyordu.
Muzaffer devletin bir parçası olsa da imzalatılan onur kırıcı anlaşmadan utandığını söylüyordu.
Versailles’ın maddelerinin yumuşatılması gerektiğini ilk düşünenlerden biriydi.
Darlington Malikânesi’nde sürekli bu konu çevresinde sohbetler ediliyordu, yapılanların doğruluğu tartışılıyor, yeni bir savaşın çıkmaması için Versailles’ın yeterli olup olmayacağı sorgulanıyordu.
Stevens, tarihin akışını değiştiren ve 15 sene boyunca devam eden toplantıların ilkinin 1923 Martında düzenlendiğini söylüyor.
Lord Darlington, 1920’de Berlin’e gitmiş, savaşın yıkıcı etkilerini hisseden şehirde bir süre kalıp geri döndüğünde Stevens’a şöyle demiş: “Son derece üzücüydü. Yenik bir düşmana böyle davranmakla saygınlığımızı yitiririz. Ülkemizin âdetlerine bütünüyle aykırı bu.”
Daha sonra şu pişmanlık dolu sözler dökülmüş dudaklarından: “Ben o savaşta dünyadaki adaleti korumak için çarpışmıştım. Alman ırkına karşı girişilmiş bir kan davasında yer aldığımı bilmiyordum.”
Lord Darlington’ı çok etkileyen bir olay daha yaşandığını aktarıyor Stevens.
Lord’un yakın arkadaşı Karl-Heinz Bremann, Hamburg’dan Berlin’e giden bir trenin kompartımanında kendini vurmuş.
Savaştan sonra Darlington’ın adı bile anılmaz olmuş, sanki bütün kötülükleri yapan oymuş, milyonların ölümünden o sorumluymuş…
“O benim düşmanımdı ama hep bir beyefendi gibi davrandı,” demiş Lord Darlington, Herr Bremann için. “Birbirimizi topa tuttuğumuz altı ay süresince yine de birbirimize nezaket sınırları içinde davrandık. Görevini gereğince yerine getiren bir beyefendiydi, ona karşı hiçbir kin beslemiyorum. Ona dedim ki: ‘Bak, şimdi düşmanınım ve seninle var gücümle savaşacağım. Ama bu berbat iş sona erdiğinde artık düşman kalmamız gerekmeyecek, o zaman gider birlikte bir kadeh içeriz. İşin berbat yanı, bu antlaşma beni yalancı çıkarıyor. Demek istediğim, savaş biter bitmez düşman olmayacağımızı söylemiştim ona. Ama şimdi yüzüne nasıl bakar, dediğimin doğru çıktığını söylerim?”
Bütün bu yaşananlardan sonra tarihi yazan tarafta olmasına rağmen adalet yerine bir kan davasının parçası olduğu düşüncesi, Lord Darlington’ın içini bir kurt gibi kemirmiş.
Gördüğü Berlin şehri, insanların ona yaklaşımı ve tabii Bremann’ın intiharı Lord Darlington’ı ülkesinin dış politikasına dair farklı bir yol izlemeye yöneltmiş.
İki karşılıklı aynanın görüntüyü sonsuza dek çoğaltması gibi, Darlington Malikânesi’ndeki konuklar da benzer düşünceyi savunur hale gelmişler.
Kısa bir süre içinde malikâneyi Alman konuklar da teşrif eder olmuş.
İngiliz aristokrasisi içinde Almanların haklarını savunan bir lordun İngiltere’nin Almanya’ya yaklaşımını değiştirebileceği düşünülmüş.
Tabii Almanya’da Naziler güçlendikçe Darlington Malikânesi’nin de gedikli konukları onlar olmaya başlamış.
Britanya’nın Hitler hayranı faşistleri de malikânenin uzağında kalmamışlar, Lord Darlington’ın onların ateşli fikirlerinden çok etkilendiğini söylüyor, bütün yemeklerde ve en gizli toplantıların ortasında yer alan Stevens.
Aslında 1956’da geçiyor
Günden Kalanlar; insanların nefretle andığı ve Nazi işbirlikçiliği ile itham ettiği Lord Darlington’ın malikânesi çoktan bir Amerikalı tüccar olan Bay Farraday’e geçmiştir.
Şimdi, dönüp şu soruyu sorabiliriz diye düşünüyorum: Lord Darlington, yola çıkışında haksız mıydı? Şayet Lord’u dinleselerdi acaba Hitler bu kadar güçlenmeden dizginlenebilir miydi?
Savaştan sonra Darlington’ın adı bile anılmaz olmuş, sanki bütün kötülükleri yapan oymuş, milyonların ölümünden o sorumluymuş…
Anlıyoruz ki, Lord, otuzların ortasındaki gücüne ve coşkusuna bir daha hiç kavuşamamış.
İtibarı başta olmak üzere her şeyini yitirmiş.
Şimdi, dönüp şu soruyu sorabiliriz diye düşünüyorum: Lord Darlington, yola çıkışında haksız mıydı? Şayet Lord’u dinleselerdi acaba Hitler bu kadar güçlenmeden dizginlenebilir miydi?
Tabii bir soru daha sormak lazım: Nazilerle iş tutan,
faşizmi finanse eden insanları nereye koyacağız?
Milyonlar en acılı ölümlere giderken cepleri dolan bu insanları ne yapacağız?
Onları suçsuz saymak mümkün mü?
Bilmedikleri, doğrudan bir cürüm işlemedikleri için suçlanamayacakları söylenebilir mi?
Bence bu işte en az suçlu olan, çukur başına dizdiği insanların ensesine kurşunu sıkan asker; emri veren, başı çeken, bu ideolojinin finansörlüğünü yapan herkes o askerden katbekat suçlu.
Stevens’ın dediğine göre ki Stevens’a itimadımın büyük olduğunu söylememe bile gerek yok, Lord Darlington hiçbir zaman faşist olmamış.
Faşistleri malikânede ağırladığı dönemde bile Almanların haklarından dem vurmuş, işin başka bir yönde ilerlediğini görünce de onlarla selamı sabahı kesmiş…
Belki tam bu kadar kesin değildir onun tavrı, belki Stevens, çok sevdiği Lord Darlington’a jest olsun diye bazı şeyleri bize anlatmıyordur -veya eksik anlatıyordur.
Ama ben Stevens’ın sözlerine inanacağımı baştan söylemiştim.
Günden Kalanlar gibi kusuruz romanları okumak okuru mutlu eder ama yazarları büyük kıskançlık buhranlarına iter.
Günden Kalanlar’ı ben yazmış olmak isterdim.