Lidere karşı lider: Tercih değil zorunluluk

Abone Ol
Seçmenin desteği, sandıklara ve gerektiğinde sokağa sahip çıkma iradesi olmadan bir iktidar değişikliği pek de olası değil. Tam da bu nedenle seçmenle duygusal bağ kurabilen bir liderlik profili inşa edilmesi bir tercih değil, zorunluluk.

Loading...

Ekonomik buhran derinleştikçe ve seçim beklentileri arttıkça muhalefetin adayının kim olacağına ilişkin tartışmalar da alevleniyor. Hem iktidardan gelen adayınızı açıklayın baskısı hem de değişim talep eden seçmenin liderlik arayışı konunun gündemden düşmesini engelliyor. Erdoğan’ın adaylığını açıklaması beklenen bir gelişmeydi ve pek de heyecan yarattığı söylenemez. Öte yandan muhalefetin adayının kim olacağı sorusu seçmende daha büyük ilgi ve heyecan uyandırıyor. Çünkü değişim umudu güçlendi, tünelin ucundaki ışık belli belirsiz görünmeye başlandı. Kamuoyu araştırmalarının genel görünümü, Erdoğan’ın toplam oyunun muhalefetin toplam oyunun oldukça altına düşmüş olduğunu gösteriyor. Her ne kadar ortak aday çıkarma kararını beyan eden 6’lı masa bileşenleri süreci adaylık tartışması etrafında değil, parlamenter sisteme geçiş programı ve birlikte hareket etme iradesi çerçevesinde yürütmeye çalışsa da Türk siyasi kültürünün belirgin bir biçimde “lider odaklı” olması dikkatlerin değişimin liderinin kim olacağı sorusuna yoğunlaşmasına neden oluyor. Mevcut koşullarda bunun haklı gerekçeleri de var. Türkiye’yi 20 yıldır yöneten ve seçimleri giderek kendi varlığına ilişkin bir halk oylaması haline getiren otoriter lider karşısında lidersiz bir koalisyonun başarı şansı düşük. Lidersizlik tartışmasının kaynağında, Davutoğlu’nun 31 Mayıs 2022’de yaptığı “ortak aday kim olursa olsun Türkiye’yi 6 genel başkanın ortak iradesi yönetecektir” açıklamasıyla tekrar gündeme gelen yeni cumhurbaşkanının sembolik bir pozisyona sahip olacağı iddiaları var. Davutoğlu “kampanyayı biz yapalım, yetkileri seçilen cumhurbaşkanı kullansın diye bir şey olmaz” diyor. Özünde Davutoğlu, seçim sonucundan bağımsız olarak yeni iktidarda sahip olacağı karar yetkisinin peşinen belirlenmesini talep ediyor. Bunun için de “hepimiz aynı yetkilere sahip olalım, cumhurbaşkanı bizden bağımsız karar alamasın” önerisini getiriyor. Yetkileri ve konumu böyle tanımlanmış bir cumhurbaşkanı adayının güçlü bir lider profili olan Erdoğan karşısında seçim kampanyası yürütmesi, seçmeni mobilize etmesi, AKP’den ayrılma ihtimali olan seçmeni etkilemesi pek mümkün değil. Bu muhalefetin potansiyel adaylarının kimliğinden önemli ölçüde bağımsız bir olgu. Adı geçenlerden hangisi ortak aday olursa olsun, pozisyonu böyle tanımlanan bir cumhurbaşkanı adayı seçim yarışında sakatlanmış demektir.
Davutoğlu “hepimiz aynı yetkilere sahip olalım, cumhurbaşkanı bizden bağımsız karar alamasın” diyor. Böyle bir cumhurbaşkanı adayının Erdoğan karşısında kampanya yürütmesi, seçmeni mobilize etmesi, AKP’li seçmeni etkilemesi mümkün değil.
Tek bir lidere karşı yetkileri kendi arasında paylaşan bir kurmay heyetiyle seçim yarışına girme gerekçesi olarak “lider kültünü bitirmek, tek adam sistemini sona erdirmek” sunuluyor, “biz yeni bir Erdoğan seçmek istemiyoruz, Erdoğan dönemini kapatmak istiyoruz” deniyor. Bu gerekçeler haklı olsa da bu amaçlara ulaşmak için geçilmesi gereken temel bir eşik var: Seçimi kazanmak. Hem sistemi değiştirmek hem de uzun vadede siyasi kültürü dönüştürmek için gerekli kurucu iradeyi oluşturmanın ön şartı seçim oyununu “kuralına” göre oynamak. SOKAĞA SAHİP ÇIKMA İRADESİ NEDEN ÖNEMLİ? Burada sorun, seçim oyununun kuralının “kuralsızlık” olması. Kuralsız seçim sürecinde muhalefet önde olduğunu, seçimi kazanacağını umduğu bir atmosferde birden tüm tablonun tersine döndüğünü görebilir. Ne hukuki ne de kanuni bir sistemdeyiz. İktidarın eylemlerinin öngörülebilirliğinin en önemli ölçütü muhalefetin direnme ve halkı mobilize edebilme kapasitesi. Ekonomik buhran, Saray’ı artık içinden çıkması mümkün olmayan bir kuşatmaya hapsetmiş durumda. Çünkü Erdoğan’ın koltuğunu yönetim sisteminden memnuniyetsizlik değil, ekonomik çöküş sarsıyor. Açıklanan sözde önlem paketleri kuru dizginleyemiyor, enflasyonu kontrol edemiyor. Aksine servet transferini hızlandırarak yoksullaşmayı daha da derinleştiriyor. Varını yoğunu Erdoğan’ın koltuğuna yatırmış bir iktidarın o koltuğu kaybetme riski karşısında gayrimeşru yollara başvurma cesareti de aynı ölçüde artıyor. Dolayısıyla zorlu seçim sürecini yönetecek güçlü bir irade ve liderlik birikimine ihtiyaç var. Seçimi kazanıyor görünmek yeterli değil. Kazanımı korumak ve hayata geçirmek için halkı kendi iradesine sahip çıkmaya ikna etmek gerekiyor. Seçim güvenliği yalnızca 6’lı masanın sorumluluğunda olan formel bir organizasyon değil. Seçmenin desteği, sandıklara ve gerektiğinde sokağa sahip çıkma iradesi olmadan bir iktidar değişikliği pek de olası değil. Tam da bu nedenle seçmenle duygusal bağ kurabilen bir liderlik profili inşa edilmesi bir tercih değil, zorunluluk. Seçimi kazanmanın gerekleri ile sistemi ve siyasi kültürü dönüştürmenin gereklerini birbirinden ayırmak gerekiyor. Kurumsal ve kültürel dönüşüm zaman alacak bir süreç. Türkiye’de iktidarların otoriterleşme eğilimini besleyen ve Saray iktidarını doğuran kültürel zemini göz ardı etmek hata olur. Kurumsallık ve hukukun üstünlüğü ilkesini muhafaza edecek bir toplum sözleşmesi ve iradesi olmazsa olmaz. Dünyada çok güçlü yetkilere sahip olsa da siyasi kültürün oluşturduğu bariyerler nedeniyle otoriterleşme eğilimleri dizginlenebilen demokrasi örnekleri karşılaştırmalı siyasette önemli bir çalışma konusu. Kültürün ve liderin (failin) sistem üzerindeki etkisi ihmal edilmemeli. Otoriter liderler üretme potansiyeli olan Türk siyasi kültürünün dönüşümü kolektif liderlikle seçim kazanma yoluyla gerçekleşmeyecek. Seçime böyle bir misyon yüklemek gerçekçi değil. Elbette bu dönüşümün kapısını açmak, oluşacak kurucu iradenin profiliyle doğrudan ilişkili olacak. Ancak her tercihin bir “fırsat maliyeti” olduğu unutulmamalı. Koşullar gerektirdiğinde halkı harekete geçirebilmek, sandıklara ve iradesine sahip çıkmaya ikna edebilmek muhalefetin en önemli yükümlülüklerinden biri. Bu yükümlülüğü ihmal ederek seçim sonrasına dönük hesaplara girişmek telafisi mümkün olmayan hatalara yol açabilir. Koşullar elverişli, rüzgâr muhalefetten yana esiyor. Muhalefet bu seçimi kazanırsa kahraman olacak ama kaybederse Türkiye onları affetmeyecek.