“Lakin Bahar Geldi Demektir”

Abone Ol
Hainlerin, katillerin, kitle terörü peyda etmek için önüne geleni katlettikleri o günlerden, Türkiye’nin neredeyse kuruluş gerekçelerini oluşturan “Cumhuriyet’in taşıyıcı kolonları”nın kesilmek istendiği tarihsel bir dönemece gelmiş bulunuyoruz.

Loading...

Kemal Türkler’in sendikacılık anlayışına çokça eleştiri yöneltmiş biri olarak, azmine, kararlılığına ve mücadele ruhuna saygıyla. Kemal Türkler, 42 yıl önce dün (22 Temmuz 1980) katledilmişti. 1926 yılında Denizli’de doğmuş; Hukuk Fakültesine kayıt yapmış ama sendikal mücadele daha ağır bastığından henüz 2. Sınıf öğrencisiyken okulu bırakmış; 28 yaşında seçildiği Türkiye Maden İş Sendikasının Genel Başkanlığı görevini, katledildiği güne kadar sürdürmüş nevi şahsına münhasır bir isimdi. Niçin mi “nevi şahsına münhasır”? Sendikacılık anlayışına çokça eleştiri yöneltmiş biri olarak, “azmine, kararlılığına ve mücadele ruhuna” saygı duyduğum Türkler’in hayatını bir sarkaca benzetebiliriz; Onun hayatını yelpazenin bir ucundan diğer ucuna kadar uzanan bir seyrüsefer olarak tanımlamak da mümkün. Mesela, 1959’da, okutmak istedikleri Mevlidin radyolarda yayımlanması için dönemin Başbakanı Adnan Menderes’e mektup yazmış. ZAMANIN RUHU, MEVLİT OKUMAYI GEREKLİ KILIYORSA… Çalışma yaşamına ve sendikalara dair pek çok araştırmanın altında imzası olan Aziz Çelik, şöyle aktarmış bu durum: “Sayın Adnan Menderes “Başvekil-Ankara “Mübarek Ramazanın dokuzuncu gününe müsadif 19/Mart/959 Perşembe Günü Akşamı teravih namazını müteakip Fatih camiinde, Büyük Atatürk, Türk işçi şehitleri, Çanakkale şehitleri ve bütün Türk şehitlerinin ruhları için okutturulmak üzere Mevlüdü Şerif Tertip ettik. Bütün hazırlıklarımız tamamdır. Sendikamızca müstakil olarak tertip ettiğimiz bu Mevlüdü şerifin bütün vatandaşlarımızca dinlenmesi bakımından, İstanbul, Ankara ve İzmir radyolarınca yayımı için yüksek emir ve müsaadelerinizi en derin hürmet ve saygılarımızla arz eder, ellerinizden öperiz efendim.”[1] Adab-ı muaşeretten olacak, başvurusunu, “ellerinizden öperim” diye bitirmiş; nezaketi dikkate alınmış olacak ki mevlit okutma talebi, 3 gün gecikmeli de olsa 22 Mart 1959’da radyoda okutulmuş. Sonraki yıllarda DİSK’in ve tarihi TİP’in kurucularından olmuş; sendikalaşma, grev ve lokavta ilişkin kısıtlayıcı yasal düzenlemeleri engellemek için başlatılan 15-16 Haziran işçi eylemlerini örgütlemiş ve zamanı gelince o eylemi bitirmiş biridir söz konusu olan… 12 Mart sonrasında yükselen toplumsal muhalefetin içinde ve ön saflarında olmuş birisidir. Tarihi TKP’nin geliştirdiği ve amacı yükselen faşist hareketi geriletmek olan “Ulusal Demokratik Cephe” (UDC) stratejisinin en bilinen savunucularından birisi olduğunu da not düşelim. ZAMANIN RUHU, ENTERNASYONAL OKUNMASINI GEREKLİ KILIYORSA… 12 Eylül 1980 darbesine doğru yol alınan günlerde, karanlık güçlerin “sağ-sol çatışması” adı altında, hedef gözetmeksizin kitleleri terörize ederek geri çekilmelerine neden oldukları günlerde, kurşunların bilinçli hedefi haline getirilenler Kemal Türkler dahil sol hareketin neredeyse tamamı, kitlesel geri çekilişi fark etmemişti. Türkler’i sol hareketten ayrı düşünmek olmaz; o hengamenin arasında UDC’nin parlamentoda yol açtığı hareketlenmenin etkisinden olsa gerek, 1979’da gerçekleşen Maden İş Kongresinde, bu kez Enternasyonal marşını okumuştu. Enternasyonal Marşını okumanın, Mevlit okumak ya da okutmak kadar risksiz olmadığını tahmin edersiniz. Nitekim hemen tutuklamışlar Türkler’i.
Türkler, 12 Mart sonrasında yükselen toplumsal muhalefetin içinde ve ön saflarında olmuş birisidir. Tarihi TKP’nin geliştirdiği “Ulusal Demokratik Cephe” (UDC) stratejisinin en bilinen savunucularından birisi olduğunu da not düşelim.
Onu, mevlitten Enternasyonal’e ulaştıran şeye, biz, bugün, “zamanın ruhu” diyoruz. Nazım Hikmet de, “Benerci Kendini Niçin Öldürdü?” şiirinde bu durumu, tersten şöyle dizeleştirir: “Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların zaruri neticesi bu! deme, bilirim! O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim.” Hainlerin, katillerin, kitle terörü peydah etmek için önüne geleni katlettikleri o günlerden, Türkiye’nin neredeyse kuruluş gerekçelerini oluşturan “Cumhuriyet’in taşıyıcı kolonları”nın kesilmek istendiği tarihsel bir dönemece gelmiş bulunuyoruz. ŞİMDİ SIRA, “CUMHURİYET’İN TAŞIYICI KOLONLARINI” GÜÇLENDİRMEKTE, YANİ DEMOKRASİDE… Bir “yol ayrımı”nda olduğumuz açık! O “yol ayrımı”, bize, ya söz konusu taşıyıcı kolonların tümüyle kesilmesine ve sonuç olarak 100 yıl önce kurulan Cumhuriyet’in nitelik değiştirmesine sessiz kalmamızı ya da ikinci yüzyıla girerken, “Cumhuriyet’in taşıyıcı kolonları”nı yeniden güçlendirmemiz gerektiğini işaret ediyor. 2019’da, nüfusun yüzde 60’a yakının yaşadığı büyük şehirler, tarihsel bir adım atarak, Cumhuriyet’in niteliğini değiştirmekte ısrar edenleri durdurmuştu. Şimdi sıra zayıflatılmak ve yıpratılmak istenen “Cumhuriyet’in taşıyıcı kolonları”nı güçlendirecek adımları atmaya gelmiş bulunuyor. “Zamanın ruhu”, kurucu ilklerinin ışığında, Cumhuriyet’i, yeniden, inşa etmeyi şart koşuyor. Üstelik yüzyıllık tarihi birikimden dersler alarak, Cumhuriyet’i demokrasiyle taçlandırmayı da zorunlu kılıyor. Mesele, yalnızca 200 yıla yakın süredir sağlamlaştırmak istediğimiz parlamenter sisteme dönmek değil; o sistemin her haliyle özgürlükçü ve demokratik bir içeriğe kavuşturulmasıdır da… Yapılabilir mi? Elbette! İstanbul’un İmamoğlu ile Ankara’nın Yavaş ile simgeleşen başarılarını Türkiye’nin dört bir yanına taşıyacak simge bir isimle bu başarıyı yakalamak mümkün olacaktır. Madem, “zamanın ruhu” üzerinden Kemal Türkler’i yad ettik ve madem, Onun da çok sevdiğini bildiğimiz Nazım’dan alıntı da yaptık; o halde bu yazıyı gene Nazım’ın dizeleriyle bitirelim: “… hava belki poyrazlar yine, hatta kar serpiştirir. Lakin bahar, - artık o bir müjdeden de fazla bir şey -, lakin bahar geldi demektir.” NOT: Önümüzdeki haftadan itibaren, yayın yönetmenimiz sevgili Murat Aksoy’un isteği üzerine,  yazılarım Perşembe günleri bu sütunlarda olacaktır. Beklerim… [1] Çelik, Aziz; “Mevlitten Enternasyonale Bir Sendikacı”, Toplumsal Tarih, Sayı 199, Temmuz 2010.