Kuzey mitolojisi ve Viking dünyası güzeldir; bir zamanlar yaşanılan her şeyin büyülü, kasvetli ve bir kış günü kadar korkunç olduğu dünyanın muhteşem kapısını açtığı için.
Bu yazı şu sıralarda sinemada gösterime giren
Kuzeyli (
The Northman) filminin bana düşündürdükleri ile ilgili olacak. Film hakkında değil. Yani bir sinema yazısı değil. PolitikYol’da çok güzel sinema yazıları kaleme alan Bilgehan Uçak’ın rolünü çalmak istemiyorum.
Zaten diğer yazılarımı okuyunca fark etmişsinizdir, eğer herhangi bir sinema yapıtından örnek veriyorsam amacım metaforu daha iyi anlatabilmek içindir. Değilse sinemadan bir izleyici olmaktan öte daha fazla anlamam; sinema “okuması” nedir, nasıl yapılır gibi soruların cevaplarını bilmem. Teknik anlamda da sinemayı hiç bilmem.
“Kuzeyli”nin yönetmeni Robert Eggers’ın önceki filmleri
The VVitch ve
Lighthouse sinematik anlatımın en güzel örneklerini veren, muhteşem hikâyelerdi. Adamın kendine özgü bir tarzı ve anlatım biçimi var; önceki filmleri son filmi Kuzeyli’ye nazaran daha
indie (bağımsız) bir nitelikteydi.
Kuzeyli’nin de farkı bu. Bu Eggers’ın ilk yüksek bütçeli filmi. İşin içinde şirketler var. Ancak Eggers’ın üslubu ve hikâye anlatıcılığını baltalamıyor. Belli ki yönetmenin işine karışmamışlar. İstediğini yapabilmiş. Bu günümüzde bir yönetmen için büyük bir lüks.
Şimdi filmin düşündürdüklerine gelelim.
HAIL ODIN!
Film İskandinav mitolojisinin panteonunun baş tanrısı Odin’e bir dua ile başlıyor. Zaten bu başlangıç, benim gibi herhangi bir Kuzey Mitolojisi (Norse Mythology) hayranı birisini havaya sokmaya yeterli. Eggers’ın hayal kırıklığına uğratmayacağını ilk sahneden, edilen duanın haşmetinin mükemmel tasviriyle anlıyorsunuz.
Önce biraz başa saralım. Şu son 10 yılda Viking ve Kuzey mitolojileriyle ilgili hikâyeler, sinema yapımları, kitaplar, şovların sayısı arttı. Bu anlatılar folk grupları ve artık neredeyse folk metalin bir alt türü haline gelen Viking Metal gruplarına (Amon Amarth, Tyr, Borknagar, Einherjer, Ensiferum vb.) ilham verdi. Hatta bununla kalmadı aynı konuda yapılan bilgisayar oyunlarının da sayıları arttı.
Özellikle 2013 yılında yayınlanmaya başlanan Vikings dizisinin bunda rolünün çok fazla olduğunu düşünüyorum. Dizi, o kadar fevkalade uyarlanmıştı ki, kurguya dönük olduğunu unutmadan tarihsel doğruluktan da şaşmaması ve anlatı, hikâye ve karakter gelişimi olarak çok yönlü olması diziyi bir anda o dönemlerde yayınlanan Game of Thrones gibi yapımlarla aynı kulvarda yarıştırdı.
Vikings gibi dizi ve anlatımlar aynı zamanda dünyada unutulmuş olan pre-modern dönemin yaşayış biçimlerinin “manevi” bir yönü olduğu gerçeğini de izleyicilere hatırlatan “tarihsel kurgu” işlevi gördüler. Kuzey hikâyelerine yönelik ilginin artmasının arkasında böyle bir gerçekliğin de payı var; Hristiyanlığın ve genel olarak İbrahimi dinlerin bazı şeyleri açıklamak için yetersiz ve pagan dinlerin hâlâ savunulabilir bir arka planı olduğuna yönelik inançlar ve genel olarak monoteist dinlerin baskıcı iktidarları, geçmiş zamanda yitip gitmiş pagan dinlere, eski folk anlatılarına ilgiyi de artırdı.
Esasında bu bir anlamda yeni bir şey değil. İnsanlar hep pre-modern anlatılara ilgi duymuştur. 1920’lerdeki “pulp fiction” (ucuz roman) hikâyelerin yayınlandığı
Weird Tales (Tuhaf Hikâyeler) dergisi buna çok güzel bir örnektir. Bu dergide Barbar Conan’ın yazarlarından Robert E. Howard’dan, çıldırmış farklı dünyaları inanılmaz bir renk paletinde tasavvur eden Clask Ashton Smith’e kadar çok başarılı yazarlar çok güzel hikâyeler kaleme almıştır. Bunların yanında H. P. Lovecraft gibi farklı mitosları yaratan yazarlar ve o geleneği devam ettiren Algernon Blackwood ve August Derleth gibi büyük yazarları da anmadan olmaz.
Howard’ın yarattığı gelenek genelde “Kılıç ve Büyü” (Sword and Sorcery) geleneği olarak bilinir. Weird Tales’ın mirası daha sonra 1940 ve 1950’lerde çizgi-romanlarla ve 1980’lerden günümüze de Heavy Metal gibi dergilerle devam etmiştir.
Amleth’in hikayesi, Amleth’in, babasını katleden ve bunun üstüne de annesini kraliçe olarak alıp krallığını iddia ederek kahramanımızın varisi olduğu tahtını da elinden alan “zalim” amcası Fjölnir’den alacağı intikamın yolculuğu üzerine kurulu.
Elbette bu gelenekler ve miraslar sadece ABD ile sınırlanamaz. Avrupa da “Kılıç ve Büyü” geleneği ve pre-modern anlatılar etrafında şekillenen pagan kültlerini anlatan muhteşem çizgi-roman edebiyatıyla bu mirasa katkıda bulunmuştur. Belçikalı yazar Jean Van Hamme ve Polonyalı çizer Grzegorz Rosiński’nin Thorgal’i bunlara çok güzel bir örnek teşkil eder.
Tabii ki gerek ABD gerekse de Avrupa ucuz roman geleneği bunlardan ibaret değildir. Ancak bu örnekler bile tek başına büyük örneklerdir.
Bu gibi sebeplerle eski zamanlarda püriten bir anne ve babanın tüm engellerine karşılık köşe başındaki bir büfeden ucuz bir Weird Tales sayısı alıp yastığı altında saklayan çocukların devrinin yerini kılıç ve büyü anlatılarının neredeyse ana akım olduğu 1980’ler ve sonrası on yıllar almıştır. 1980’ler de bu anlamda çok önemlidir. 70’lerin sonundaki ekonomik krizlerin eğlence dünyasını da etkilemesi 1980’lerin sinema dünyasında bir kırılma yaşatmıştı. Krull, Excalibur, Dragonslayer ve Conan gibi hikayelerin filme uyarlanması da bunun bir sonucuydu.
Hatta Star Wars gibi çok bilinen bir filmin afişinde bile bence bunun izi vardır; ilk filmin (A New Hope) Luke Skywalker’ın elindeki kılıçla Leia’nın “üstünde” görünmesi bir nevi “kılıç ve büyü” çağının savaşçı erkek modelinin üstün görülmesiyle açıklanabilir.
Ekonomik krizlerin, pandeminin ve savaşların yine bir kriz ortamı yarattığı 2020’lerde fantastik sinemanın iyi örneklerini görmemiz (sadece Kuzeyli değil, geçen sene Yeşil Şövalye de vardı) de belki bu anlamda bir tesadüf değildir!
Evet, bu kadar başa sarıp popüler kültürde fantastik anlatımın tarihine girmek yeterli. Kuzey ya da Viking hikayelerinin günümüzde niye bu kadar popüler olduğuna dair bu kısa mülahaza umarım okur için yeterince açıklayıcıdır.
SONUNU BİLMEYEN TANRI OLAMAZ
Kuzeyli filminde kahramanımız Amleth’in hikayesi, Amleth’in, babasını katleden ve bunun üstüne de annesini kraliçe olarak alıp krallığını iddia ederek kahramanımızın varisi olduğu tahtını da elinden alan “zalim” amcası Fjölnir’den alacağı intikamın yolculuğu üzerine kurulu.
Sürpriz bozan içerebilir. Ancak “işi bilen” izleyici zaten bu filmin Campbell’ın geleneksel “kahramanın sonsuz yolculuğu” motifinin harika bir yorumu olduğunu kısa sürede fark edecektir. Kaldı ki film de Hollywood gişe filmleri gibi sonunda hikayesinde herhangi bir kırılma beklememiz gerekmeyen bir film değil. Hikâyede arklar ve kırılmalar var evet; ancak tahmin etmeniz güç değil. Mesela kahramanımız çok güçlü bir savaşçıyken bile isteye köle olur, egosunu bir sülûk yoluna kurban eder; ayrıca kurban film boyunca defalarca karşılaşacağımız başka bir motiftir.
Filmde iki katmanlı bir hikâye vardır; krallık yüzüğünü takan Amleth’in babası Aurvandil ve Andvari’nin yüzüğü.
Yönetmen izleyicinin elinden tutmaz. Eğer Kuzey mitolojisini biliyorsanız bir şeyler çıkarmanız mümkündür ancak ustalıkla işlenmiş her bir sahne Eliade’nin pagan dinlerin kökeninde “şamanizm” olduğu teorisini ispatlar niteliktedir
[1]. Her başarılı sinema anlatımında olduğu gibi her şey açık bir şekilde gösterilmez ve bu gösterilmeyenin gösterdiği izleyiciyi provoke etmekte çok başarılıdır.
Filmde kahramanın pek çok eylemi Kuzey mitlerinin anlatılarına göndermedir. Bir yerde Volunga destanında Sigurd’un hikayesine benzeyen bir yüzük vardır ki anlatmadan geçemeyiz. Burada iki katmanlı bir hikâye vardır; krallık yüzüğünü takan Amleth’in babası Aurvandil ve Andvari’nin yüzüğü.
Aurvandil, bugün bildiğimiz haliyle Norse mitlerini bize aktaran İzlandalı asil Snorri Sturlusson’un
Nesir Edda eserinin Skáldskaparmál bölümünde adı geçen bir kahramandır
[2]. Aurvandil, genellikle sabah yıldızıyla ilişkilendirilen ve eski İngilizcede (Old English) Earendel olarak bilinen bir figürdür.
Ve tabii ki tüm lejendaryumunu Fin, İrlanda, Kelt ve Norse mitleri üzerine kurmuş olan efsanevi yazar Tolkien’ın Silmarillon ve Yüzüklerin Efendisi’nde Aurvandil’in Eski İngilizce okunuşu olan Earendel’i, Erendil (Eärendil) olarak okuyacak ve hikayesine uyarlayacaktır
[3]. Tıpkı Skáldskaparmál’daki adaşı Aurvandil gibi Erendil’in kaderi de kötüdür.
İkinci katman ise yüzüktür; Andvari’nin yüzüğü yine Sturlusson’dan aktarılan Manzum Edda (Poetic Edda)
Lay of Regin (cüce ustasının şarkısı) bölümünde geçer. Fesatlık tanrısı Loki, Andvari’nin yüzüğünü çalmaya çalışır ancak Andvari yüzüğü lanetler. Destanın başka bir anlatısı olan Sigurd’un ölümü de bu yüzükle ilişkilidir
[4].
Aynı destan Cermen efsanesi
Der Niebelungen lied’de (Nibelungen Şarkıları) tekrar karşımıza çıkacaktır
[5]. Bilindiği üzere bu efsaneler de Richard Wagner’ın
Der Ring des Nibelungen operasının temasını oluşturacaktır.
Hikâye yönetmen tarafından uydurulmuş değildir; Aurvandil ve Amleth’in hikayesi, Danimarkalı rahip Saxo Grammaticus’un Gesta Danorum (Danların Tarihi) metninde geçen yarı gerçek-yarı efsanevi bir hikayedir
[6]. Binaenaleyh tahmin edilebileceği gibi Hamlet ve Amleth arasında isim benzerliği yoktur; intikamın trajedisi de benzer. Gerçekten de ortaçağ hikayelerini bildiği bilinen Shakespeare’in Hamlet’i, doğrudan Amleth’in hikayesinden bir uyarlamadır. Tıpkı Shakespeare’in başka bir hikayesi olan Kral Lear’ın Kelt destanı Manannan McLir’den alıntılanması gibi.
Tabii ki filmde Kuzey mitosunun temellerine ilişkin referanslar bundan ibaret değildir. Esasında buna referans demek de yanlıştır çünkü tüm film Kuzey mitleri üzerine kuruludur.
Filmde enteresan bir noktayı atlamadan geçmeyelim; Amleth’in babası Aurvandil “kuzgun kral” olarak bilinir ve Odin ile ilişkilendirilir. Zalim amca Fjölnir ise kurbanın, bereketin ve huzurun tanrısı Freyr’e tapmaktadır.
Bu filmde en dikkat çekici örneklerden birisi Amleth’in kullandığı kılıcın adının
Draugr olmasıdır.
Draugrlar bizim vampir veya kan içen hortlak olarak bildiğimiz figürlerin kuzey mitlerindeki adıdırlar
[7]. Amleth’in kılıcı Draugr’ın nefsi kana doymaz. Cinayet üzerine cinayet, kıyım üzerine kıyım işler. Amleth’in sırf trajik intikam duygusunu bile unutmuş, şiddet döngüsünde hapsolmuştur.
Başka bir sahne ise Odin’in tıpkı kadın kâhini gördüğü Volüspa’daki sahne gibidir
[8]:
Fylliz fiǫrvi feigra manna,
rýðr ragna siǫt rauðom dreyra.
Svǫrt verða sólskin of sumor eptir,
veðr ǫll válynd. Vitoð ér enn, eða hvat?
O kendisini hükmü gelen insanların hayat suyuyla doyurur
Kızıl et parçalarıyla evleri kızıla boyar
İzleyen yazda güneşin ışınları kapkara olur,
Havalar tehlikeli olur, hala bilmek mi istiyorsun?
Amleth dağdaki bir mağarada bir biliciye danışır; bilici Amleth’in babasının döneminde saray soytarılığı yapan Heimir’ın, ona tahammül edemeyen amcası Fjölnir tarafından kesilen kafasını büyüyle tekrar canlandırmıştır. Bu da keza Sturlusson’un Nesir Edda’sının Yinglinga ve Heimskringla şiirlerindeki “kesik başlı Mimir” ve onun görücülüğü ve biliciliği meselesini akla getirir.
Amleth, sonunun ne olduğunu bildiği halde, kesik başa danışır. Heimir tıpkı Mimir gibi Amleth’e büyücü yoluyla akıl verir, ona insanları kıyıp geçirmesi için yardımcı olacağı cinayet aleti Draugr’a ulaşmasında rehberlik eder.
Filmde enteresan bir noktayı atlamadan geçmeyelim; Amleth’in babası Aurvandil “kuzgun kral” olarak bilinir ve Odin ile ilişkilendirilir. Zalim amca Fjölnir ise kurbanın, bereketin ve huzurun tanrısı Freyr’e tapmaktadır. Ortadaki gerilim çok açıktır. Bir yanda savaşa ve maceraya onun getirdiği bilgeliğe doymayan deli tanrı Odin ve huzurun tanrısı Freyr arasındaki gerilimin göstergesidir bu. Freyr’in aslında Odin’in de içinde bulunduğu Æsir panteonundan değil Vanir panteonundan (belki de devlerden) oluştuğunu düşündüğümüzde bunu daha iyi anlarız.
Filmin tabii ki iki kadın karakterinin oynadığı rolü burada anlatarak bitiremeyiz ki onlar da aynı temel alındıkları efsanedeki adaşları gibi önemlidir. Birisi Amleth’in sevgilisi Huş Ağacı cadısı Olga ve diğeri de Amleth’in öz annesi Gudrun’dur. Gudrun’un hikayesi de Sigurd hikayesinde yer aldığı gibi benzer bir trajik hikâye örgüsüne sahiptir. Ancak Sigurd’un ölümüne ağlayan Gudrun’un yerine, eski kocası Aurvandil’e üzülmeyen bir Gudrun’la karşılaşırız
[9].
Lütfen bizi bir saniyeliğine bırakın; kadın ve erkek arasındaki ayrımların bu kadar mevzu bahis yapılmadığı Vikingler döneminde olmayan bu tür politik hesapları tartışmayalım. Barbarlığı hissedelim.
Özellikle Olga’nın toprakla ilişkilendirildiği kadim Slav tanrıçası Mat Zemiya (Zemiya Ana) beni dehşete düşürdü. Olga’nın toprağa ve rüzgâra duasının olduğu sahneleri saatlerce izleyebilirim.
Filmin parlamadığı yer yok ve bana düşündürdükleri;
İnsan olmakla ilgili tüm yanılgılarımızın temelinde rasyonel düşüncenin sınırları yatıyor. Artık modern dönemde onun gardiyanlarının gözetimindeki bir hapishanedeyiz. Keşke dışına çıkabilsek de diyemiyoruz. Ancak bu gibi filmler ve hikayeler bir zaman bizlere ne olduğumuzu güzel bir şekilde anlatıyor. Mehmet Açar, Habertürk’teki yazısında filmin tarihsel kurgu değil fantastik kurguya kaydığını eleştiriyor
[10] ama önemli mi? Bir zamanlar biz ikisi arasındaki farkı çok net kurmuş değildik; bize biraz izin verin…Yanlış mıyım?
Bir de üstüne sayın Açar, bazı sahnelerin kadın düşmanı olarak okunabileceğini söylüyor. Lütfen bizi bir saniyeliğine bırakın ve kadın ve erkek arasındaki ayrımların bu kadar mevzu bahis yapılmadığı Vikingler döneminde (shieldmaidenlar (savaşçı kadınlar) vardı ve kadınlar kocalarından izin almaksızın başka kadınlar ve erkeklerle yatabiliyorlardı) olmayan bu tür politik hesapları tartışmayalım. Barbarlığı hissedelim. Erkeğin ve kadının üstünlüğünün hesaplanmadığı olduğu o ilkellikte bir an için çıplak kalalım.
Dilin ve sesin hiç de bilinmediği yılların sesini dinliyoruz. İnsanların kurt olabildiği çağların vahşiliği ve güzelliğini. Hiç de Rousseau güzellemesi yapmayacağım; bu çağlar tecavüzcü, vahşi ve acımasızdı. Ancak Vikingler ile ilgili bizi dehşete düşürdüğü kadar ilgimizi cezbeden de kabul edelim ki içimizdeki bu aşırı özgür ruhu, yani kurt ve ayı olmayı öven bir tarafı olmasıdır.
Eski Türk mitolojisinde buna “don değiştirme” derler. Kurda dönüşme. Ne yazık ki bu motiflerin içsel ve manevi anlamları ulusların aptal bilinçlerini dizayn etmek için ideolojik milliyetçi safsataların aracı haline gelmiştir, Türkiye’de ülkücüler ve Kuzey ülkelerinde Nazilerde olduğu gibi. Ama bunları bir kenara bırakalım, yeter yahu. Bunlarla yatıp kalkmaktan bıkıp usanmadık mı?
Bir de buna şunu da eklemek gerekir: Vikingler ve Kuzey halkları hep böyle portre edildiği gibi vahşi değillerdi. Yapılan çalışmaların çoğu tarımcı ve tüccar topluluklar olduğunu göstermiştir. Bu konuda Alfa Yayınları’ndan yayımlanan Viking Dünyası kitabına bakabilirsiniz.
Ancak her küçük cemaat gibi onlar da şiddet, tecavüz, yıkım ve trajediden azade değillerdi. Kuzey mitolojisi ve Viking dünyası güzeldir; bir zamanlar yaşanılan her şeyin büyülü, kasvetli ve bir kış gününün uzun gecesi kadar haşmetli bir dehşetle olduğu dünyanın muhteşem kapısını açtığı için.
Bize bizi anlattığı için. Gelecek hafta görüşmek üzere…
---
[1] https://norse-mythology.org/introduction-mircea-eliade/
[2] Snorri Sturluson,
The Prose Edda, tr. Jessey Byock, Penguin Books, 2017, s.80.
[3] https://lotr.fandom.com/wiki/Eärendil
[4] Snorri Sturluson,
The Poetic Edda, tr. Carroline Larryngton, Oxford University Press, 2014, s.147.
[5] Nibelunglar Destanı, çev. Bilge Umar, Yapı Kredi Yayınları, 2001.
[6] Bkz. Saxo Grammaticus
Gesta Danorum-The History of Danes, tr. Peter Fisher, Clarendon Press, Oxford, 2015, s.183.
[7] H. R. Ellis Davidson,
Gods and Myths of Northern Europe, Penguin Books, 2015, s.154.
[8] Snorri Sturluson,
The Poetic Edda, s.9.
[9] Snorri Sturluson,
The Poetic Edda, s.172.
[10] https://www.haberturk.com/yazarlar/mehmet-acar/3417932-gercekci-ve-vahsi