Kutuplaşmanın eleştirel düşüncenin yokluğu ile ilgisi var mı?
Ne yazık ki belki de ülkemizdeki kutuplaşmanın, uzlaşma kültürünün eksikliğinde ve avamileşmenin altında da eleştirel düşüncenin eğitimde yer almaması, akıllı değil cin gibi zeki adamların yetişme tercihi yatmakta.
Geçenlerde çocukluğundan bu yana iyi tanıdığım genç bir girişimci dostum ile sohbet ediyorduk. Yurt dışında yetişmişti ancak babasının duyarlılıkları ve vizyonu ile Türkiye’ye gelip benim de vesile olduğum 1,5 yıllık Hafızlık kursunu bitirmiş, İstanbul'da prestijli bir İHL’de okumuş Londra’ya dönüp LSE mezunu olmuştu. Şimdi ise gerek dünyanın sayılı prestijli finans şirketlerinden birinde çalışmakta gerekse de danışmanlık işleri yapmakta. Seçimde de ülkeye sık gidip gelen biri olarak muhalefeti çok yetersiz bulmuş tercihini ona göre kullanmıştı.
Konumuz dijital menkul ve gayrimenkul değerler, uluslararası yatırımlar ve yeni ticaret üzerineydi. Warren Buffet ve Elon Musk hikayelerinden başlamıştık. Bunlar ve benzerlerinin LSE veya Harvard gibi okullara öğrencilerin daveti üzerine gelmeleri ve bağış yapmalarını konuşuyorduk. Verdiği son örnek eski bir Harvard mezunu benzer bir girişimcinin çağrıldığı bir öğrenci kulübü daveti sonunda Harvard Kültür-Sanat departmanına verdiği sadece 300 milyon dolarlık bağış üzerineydi. Bu ve benzeri örnekler yurtdışındaki prestijli okulların mezunu hayırseverleri tarafından nasıl fonlandığına dair sizlere bir fikir verecektir sanırım. Ki bu mütevazi 300 milyon dolar ile ülkemizde kaç üniversiteyi ayağa kaldırabileceğinizi de hele bir düşünün de demek isterdim.
Genç dostuma bu örnekler üzerinden konuşurken birkaç bam teli sorusu sormak içimden geçti. Bunları da hemen sordum. “Sen yarın-öbür gün ekonomik olarak ciddi seviyeye gelirsen ki sık sık buralara geliyorsun, yetiştiğin hafızlık kursu ve İHL’ye bağış yapar mıydın” diye sorunca başını kararlı şekilde yukarı kaldırıp hayır dedi. Peki dedim ”mezun olduğun LSE’ye örnekteki gibi ciddi bağış yapar mıydın” diye sorunca bu sefer kararlı bir şekilde başını aşağıya indirerek “yapardım Tarık ağabey” cevabını veriyordu. Hatta ülkemizin en prestijli Ankara’daki üniversitelerinden birinden mezun olup sonradan LSE’de master yapmış bir arkadaşının izleniminden de bahsetti. Arkadaşı ona “Biz Ankara’daki okulda meğer hiçbir şey görmemişiz bu kadar iyi bir okulda okumamıza rağmen” diyormuş. Ben kendisine neden Hafızlık kursu yılını kaybedilmiş yıl olarak görüyorsun dediğimde buralara gelen gençler özellikle ailelerinden uzaklaştırılmak istenen sorunlu gençlerdi. Bana bu manada iyilik yapmak için keşke o dönemde babasına hafızlık kursu yerine Arapça dil eğitimi aldırsaydın diyormuş. Bu arada bunları konuşurken o yıllarda Kur’an’daki firavun kıssasını biliyor musun dediğimde bilmediğini de bana söylediğini de hatırlamıştım.
Dostum bu gerçeğin fotoğrafını gösterdiği Britanya ile bizim aramızdaki eğitim anlayışındaki temel farkın “Critical-Thinking” veya “Eleştirel Düşünce” olduğunu baştan vurguluyordu. Torunlarımın Müslüman kimlikleri ile Londra’da gittikleri Katolik okullarında aldıkları ilk derslerin Tanrı’nın neden kötülüğü yarattığı sorunsalı ve karşılaştırmalı din çalışmaları üzerine olması da bunları düşünürken zihnimde ayrı bir çağrışım yapmıştı. Hatta ilgili dostum en katı Yahudi gettolarından yetişen gençlerin bile bu sistemle eğitildiklerini “devils advocate” grup tartışmalarında bile Allah neden yok rollerini bu gençlerin üzerlerine aldıklarını belirtmekte.
Kişisel olarak izlenimim ülkede “eleştirel düşüncenin” yokluğunun kasıtlı bir durum olduğunun ve bunun sadece medreseler, Kur’an kursları ve ilgili dini okullar değil tüm eğitim sistemimizin temel sorunu olduğu kanısındayım. Muhtemelen bu eğitimde devlet vatandaş ilişkilerinde bir model olarak son 200 yılda bu tercih edilmiş olabilirdi. Ayrıca eleştirel düşüncenin yokluğu veya düşünce yönteminin sadece sabit pozitivist bilimsel dogmalarla sınırlı tutulması görgü devrimi başarısına haiz Kemalist modernleşmenin de bugünlere yansıyan sorunuydu. Sistem bizlere akla-muhakemeye dayalı başarılı insan profilini değil zekaya dayalı zeki insanların öne çıktığı başarı profilini öngörüyordu.
Sermayeye son yıllarda boğulan mahalleli girişimcilerin ise bugün kültürel iktidar bizde değil hayıflanmalarının altında belki de bu durum yatmakta. Bugün ideolojik zemini bile oturmamış muhafazakâr popülist siyasetin eğitim-üniversite anlayışının altında itaatkâr niteliği ile iddialı olamayacak kamu ve özelde çalışabilecek insan networku kurmak yatmakta. Öteki dünyaya da esnaf mantığı ile sayısal bakmanın ve niteliksel bakamamanın bir sonucu bu. Muhteşem binalarla kurulan üniversitelerde bırakın eleştirel düşünce muhalif bir düşüncesi veya eylemi bulunan akademisyenler de tercih edilmemekte. Bu üniversiteler de dünya liginde ciddi yerlerde bulunmamakta.
Arkadaşımla geldiğimiz son nokta eğer ülke yeniden nitelikli insan kaynağı ve refah standardını kazanmak istiyorsa, yeniden eğitim kurumlarını eleştirel düşünce ve özgürlüklerle yapılandırmalı ve 4-5 yıl sabretmesi üzerineydi.
Ne yazık ki belki de ülkemizdeki kutuplaşmanın, uzlaşma kültürünün eksikliğinde ve avamileşmenin altında da eleştirel düşüncenin eğitimde yer almaması, akıllı değil cin gibi zeki adamların yetişme tercihi yatmakta.