Kürtçeye getirdiği yasaktan Evren Paşa dahi pişman olmuşken…

Abone Ol
Bu yazıda Kürtçe yasağının nasıl ortaya çıktığına ve ne zaman yürürlükten kaldırıldığına, nihayet yasağın yaratıcısı olan Kenan Evren’in bizzat yürürlüğe koyduğu yasaktan duyduğu pişmanlığa değineceğim.

Loading...

Sanatçı Aynur Doğan’ın Kocaeli’nin Derince ilçesinde 20 Mayıs’ta yapacağı konsere Adalet ve Kalkınma Partili Derince Belediyesi tarafından izin verilmemesi, sosyal medya kullanıcıları arasında tartışmalara neden oldu. Aynur Doğan’ın seslendirdiği türkülerin büyük bölümünün Kürtçe olması, ister istemez Derince Belediyesi tarafından izin verilmeme nedeninin Kürtçeye uygulanan bir tür yasak olduğu yorumlarına yol açtı. Böylece bir kez daha geçmişte Türkiye nüfusunun önemli bir bölümünün anadili olan Kürtçeye uygulanan yasaklar hatırlandı ve bu yasakların halen devam edip etmediği tartışmaları ortaya çıktı. Bu yazıda yakın siyasi tarihimizin dramatik yasaklarından biri olan Kürtçe dil yasağının nasıl ortaya çıktığına ve bu yasağın ne zaman yürürlükten kaldırıldığına, nihayet yasağın yaratıcısı olan Orgeneral Kenan Evren’in bizzat yürürlüğe koyduğu bu dil yasağından duyduğu pişmanlığa değineceğim. DİL YASAKLANABİLİR Mİ? Öncelikle sosyolojik ve kültürel bakımdan hayatî bulduğum bir konuya değinerek başlayayım. Acaba hukukun gücü, yaşayan bir dili (language) yasaklamaya veya öldürmeye yeter mi? Aslında bu sorunun cevabını hem sosyal medyada hem de Medyascope’ta katıldığım programda vermiştim. Bu yüzden oradaki cevabımı tekrarlayacağım. Dil, yaşayan bir organizma gibidir. Bu nedenle yaşayan bir organizmanın aslında yaşamadığını bir hukuk kuralıyla iddia etmek ne ölçüde imkânsızsa dili de hukuk yoluyla yasaklamak; dolayısıyla öldürmek aynı ölçüde imkânsızdır. Bu nedenle hukuk kuralıyla yaşayan bir varlığın aslında yaşamadığını, ölü olduğunu iddia ettiğinizde bu iddia gerçeklikle ne ölçüde bağdaşmıyorsa bir topluluk tarafından kullanılan bir dilin hukuken yasaklanması da o dili ortadan kaldırmamaktadır. İşte bu yüzden hukuk kuralları yoluyla bir dili, bir kültürü öldürmek için ne kadar gayret sarf ederseniz sarf edin o dil, bir topluluk tarafından yazılı ve sözlü olarak kullanıldığı sürece amacınıza ulaşmanız mümkün olmayacaktır. Merhum Demirel’in deyişiyle bir şey varsa vardır, yoksa yoktur! Dolayısıyla bu tartışmaların odağında yer alan Kürtçe de onu yazılı ve sözlü olarak kullanan kitleler dünya üzerinde yaşadıkça varlığını sürdürecektir. İLK YASAK NASIL DOĞDU? Kürt diline yönelik yasağın ilk kaynağı, 12 Eylül 1980’de yönetime el koyan Milli Güvenlik Konseyi önderliğinde hazırlanan 1982 Anayasası oldu. Bu Anayasanın ifade hürriyetini düzenleyen 26. maddesinin 3. fıkrasında şu hüküm yer almaktaydı: “Düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dil kullanılamaz. Bu yasağa aykırı yazılı veya basılı kâğıtlar, plâklar, ses ve görüntü bandları ile diğer anlatım araç ve gereçleri usulüne göre verilmiş hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde kanunla yetkili kılınan merciin emriyle toplattırılır. Toplatma kararını veren merci bu kararını, yirmi dört saat içinde yetkili hâkime bildirir. Hâkim bu uygulamayı üç gün içinde karara bağlar.” Aynı Anayasanın basın hürriyetini düzenleyen 28. maddesinin 2. fıkrasında ise “Kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dilde yayım yapılamaz.” hükmüne yer veriliyordu. Konsey yönetimi Anayasanın 26. ve 28. maddelerinin içerdiği “kanunla yasaklanan dil” kavramını 19 Ekim 1983 tarihli 2932 sayılı Kanunla[1] somutlaştırdı. Toplam sekiz maddeden oluşan bu Kanunun ilk dört maddesi şöyleydi: “Amaç ve kapsam MADDE 1. — Bu Kanun; Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, millî egemenliğin, Cumhuriyetin, millî güvenliğin, kamu düzeninin korunması amacıyla düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında yasaklanan dillere ilişkin esas ve usulleri düzenler. Düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında kullanılamayacak diller MADDE 2. — Türk Devleti tarafından tanınmış bulunan devletlerin birinci resmî dilleri dışındaki herhangi bir dille düşüncelerin açıklanması, yayılması ve yayınlanması yasaktır. Türkiye Devletinin taraf olduğu milletlerarası andlaşma hükümleriyle eğitim, öğretim, bilimsel araştırma ve kamu kurum ve kuruluşlarının yayınlarına ilişkin mevzuat hükümleri saklıdır. Türk vatandaşlarının anadili MADDE 3. — Türk Vatandaşlarının anadili Türkçedir.
  1. a) Türkçeden başka dillerin anadili olarak kullanılmasına ve yayılmasına yönelik her türlü faaliyette bulunulması,
  2. b) Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, mahallin en büyük mülkî amirinden izin alınmadıkça bu Kanunla yasaklanmamış olsa bile Türkçeden başka dille yazılmış afiş, pankart, döviz, levha ve benzerlerinin taşınması, plak, ses ve görüntü bantları ve diğer anlatım araç ve gereçleriyle yayım yapılması,
Yasaktır. Ceza hükümleri MADDE 4. — a) 2 nci madde ile 3 üncü maddenin (b) bendinde belirtilen yasaklara aykırı harekette bulunanlar hakkında, fiilleri başka bir suç oluştursa bile ayrıca altı aydan iki yıla kadar hapis ve yüzbin liradan aşağı olmamak üzere ağır para cezası hükmolunur.
  1. b) 3 üncü maddenin (a) bendi ile yasaklanan hususlarda her ne suretle olursa olsun faaliyette bulunanlar hakkında, fiilleri başka bir suç oluştursa bile ayrıca bir yıldan üç yıla kadar hapis ve yüzbin liradan aşağı olmamak üzere ağır para cezası hükmolunur.
Mahkemece yapılacak kovuşturma sonunda, mahkûmiyet hükmüyle beraber her nevi elle yapılmış veya yazılmış veya basılmış kâğıt ve eserler, plaklar, ses ve görüntü bantları, afiş ve pankartlar ile diğer anlatım araç ve gereçlerinin müsaderesine de hükmolunur. Bu Kanun kapsamına giren yayın araç ve gereçlerinin kaçırılmasını, değiştirilmesini, ziyaa uğramasını ve tahribini önlemek için tahkikatın her aşamasında gerekli görülen tedbirler alınır.” Bu kanunun ustalıkla kaleme alınan 2. maddesinin yasakladığı, Irak’ın birinci resmi dili Arapça dışındaki tanınan diğer dillerinden biri olan Kürtçeydi.[2] Böylece bu incelikli formülle Kürtçe, kanunla yasaklanan dil haline getirilmişti. Bu yasağın neticesi olarak 12 Eylül askerî müdahalesini izleyen süreçte Diyarbakır cezaevinde hükümlü ve tutuklu olanlar, kendilerini ziyarete gelen, Kürtçeden başka dil bilmeyen anneleri, babaları ve diğer yakınlarıyla konuşarak değil, ancak mimikler yoluyla ve bakışarak iletişim kurabildiler. Hiçbir insaf ve vicdan ölçüsüyle bağdaşmayan bu uygulama, uzun yıllar devam etti. Nihayet 12 Nisan 1991 tarihli 3713 sayılı Kanunla dil yasağı öngören bu Kanun ilga edildi. Anayasanın “kanunla yasaklanan dil” ifadelerine yer veren 26. ve 28. maddeleri ise ancak on yıl sonra, 3 Ekim 2001 tarihli 4709 sayılı anayasa değişikliğiyle ilga edildi. Böylece tarihî bir utanç, Anayasadan temizlendi. Böyle olmakla beraber dil yasağına atıf veren hükümler, hukukumuzdan tamamen tasfiye edilememiştir. 22 Nisan 1983 tarihli 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanununun 81. maddesinin (c) bendinde halen “kanunla yasaklanan dil” ifadesi yer almaktadır. Bu hükme göre siyasi partiler, “Tüzük ve programlarının yazımı ve yayınlanmasında, kongrelerinde, açık veya kapalı salon toplantılarında, mitinglerinde, propagandalarında Türkçe'den başka dil kullanamazlar; Türkçe'den başka dillerde yazılmış pankartlar, levhalar, plaklar, ses ve görüntü bantları, broşür ve beyannameler kullanamaz ve dağıtamazlar; bu eylem ve işlemlerin başkaları tarafından da yapılmasına kayıtsız kalamazlar. Ancak, tüzük ve programlarının kanunla yasaklanmış diller dışındaki yabancı bir dile çevrilmesi mümkündür.” İlk baskısı 2009’da yapılan Demokratikleşme Sürecinde Türkiye başlıklı çalışmamda belirttiğim gibi aslında Siyasi Partiler Kanununun 81. maddesinin (c) bendinin içerdiği “kanunla yasaklanmış diller” ifadesi, yukarıda değindiğim anayasal ve yasal reformlardan sonra hükümsüz hale gelmiştir.[3] DİL YASAĞINI YARATANLAR PİŞMANLIKLARINI NASIL İFADE EDİYORLAR? Kürt diline uygulanan hukukî yasak, yukarıda değindiğim gibi 12 Eylül 1980’de kurulan Milli Güvenlik Konseyi yönetiminin eseridir. Müdahale lideri Genelkurmay Başkanı ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Evren, dil yasağını yaratan hukukî tasarrufların yürürlüğe girmesinin üzerinden uzun yıllar geçtikten sonra Fikret Bila’ya verdiği röportajda yasağın kaynağını ve bundan duyduğu pişmanlığı şu sözlerle açıklamıştır: “12 Eylül'de bir hatamız da oydu. Kürtçe konuşmayı yasakladık. Şöyle yasakladık: Konuşmalarda, mitinglerde, şurada burada Kürtçe konuşulmayacak. Okulda filan Kürtçe tedrisat yapılamaz dedik. Neden dedik? Ben Devlet Başkanı'yken, bir köyde ilkokula gittim. Üçüncü sınıfa mı, dördüncü sınıfa mı girdim, hatırlamıyorum. Açtım kitabı, oku şunu dedim çocuğa. Kem küm, çocuk okuyamıyor. Dördüncü sınıfa gelmiş, Türkçeyi okuyamıyor. Kızdım. Orada söyledim. Öğretmene döndüm, 'Dördüncü sınıfa gelmiş, Türkçeyi okuyamıyor, bu nasıl iş?' dedim. Sonradan anlaşıldı ki, öğretmen de Kürt. Kürtçe yapıyor tedrisatı. Döndüm ve Kürtçe yasağını koyduk. Kürtçe tedrisat yapılamaz dedik. Ama, biraz ağır yasak koyduk. Sonra bu yasak kaldırıldı, ama hataydı. Hata olduğunu sonradan anladım.”[4] Bizzat yasağın yaratıcısı olan Orgeneral Evren’in dahi bu yasaktan pişmanlık duyduğunu açıkça beyan ettiği ülkemizde Kürtçeye karşı endişe duyan çevrelerin halen var olduğu bilinmektedir. Nitekim 15-16 Mayıs’ta sosyal medyada cereyan eden tartışmalar, yasakçılık zihniyetinin belli çevrelerde cazibesini koruduğunu göstermektedir. Burada kastettiğim Derince Belediyesi değildir. Derince Belediyesi, ortaya çıkan tartışmalar üzerine konsere izin vermeme gerekçesini şu sözlerle açıklamıştır: “Bugün iptal edildiği açıklanan konser organizasyonu, etkinlik öncesi yetkili mercilerden gerekli izinlerin alınmayarak, resmi işlemlerin yapılmaması ve bu süreçte uygun olmayan şekilde bilet satışı gerçekleştiğinden dolayı iptal edilmiştir.”[5] Organizasyon şirketi ise tüm faaliyetlerinin usulüne uygun olarak yapıldığını beyan etmiştir.[6] Aynur Doğan konserinin Derince ilçesinde yapılamaması, Kürtçeye ilişkin sosyolojik düzeydeki yasakçı zihniyeti tartışmaya açmışsa da aslında içinde bulunduğumuz süreçteki yasakçı tutum, herhangi bir dile veya kültüre yönelik olmanın daha ötesindedir. Hatırlanacağı gibi Eskişehir’de 12-15 Mayıs tarihleri arasında yapılması planlanan Anadolu Fest festivali, Eskişehir Valiliği tarafından yasaklanmıştır.[7] Keza Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın düzenlediği Başkent Kültür Yolu Festivali'nde Güney Koreli Mirae K-Pop grubunun Ankara'da ücretsiz düzenleyeceği konser iptal edilmiştir.[8] Dahası Muş’ta 17 Mayıs 2022’de yapılması planlanan Metin-Kemal Kahraman konseri de yasaklanmıştır.[9] Bütün bunlar, 12 Eylül 1980 müdahalesiyle ortaya çıkan, uzun yıllar Türkiye’yi kıskacına alan yasakçı zihniyetin yeniden dirildiğini göstermektedir. Askerî bir yönetimin yol açtığı yasakların sivil yönetime geçişle tedricen de olsa ortadan kalkacağı düşünülebilir. Bugün ise Türkiye, sivil yönetim altında yasakçılığın kurumsallaştığına tanık olmaktadır. Bu kurumsallaşmanın nasıl ve ne zaman sona ereceği, yerini ne şekilde özgürlükçü bir atmosfere bırakacağı belli değildir. Bu belirsizlik ise geniş kitlelerin en büyük umutsuzluk kaynağıdır. Bu nedenle müteakip seçimler, Türkiye’nin yönünü otoriterizmden demokrasiye, yasakçılıktan özgürlükçülüğe, keyfilikten hukuk devletine dönüştürecek en önemli fırsat olacaktır. --- [1] Resmi Gazete Tarihi: 22.10.1983, Sayı: 18199. [2] Bilindiği üzere Irak Devleti 1921 yılında kurulmuş, ilk anayasası da 1925 yılında çıkmıştır. Bu anayasanın 17. Maddesinde devletin resmi dilinin (Arapça) olduğu vurgulanmıştır. 37 yıl süren kraliyet döneminde (1921 – 1958) çıkan Yerel Diller Yasasında (1931) belirli ilçelerde Kürtçe dilinin resmi dil olduğu vurgulanmış, bu bölgelerde mahkemelerde Kürtçe ya da Türkçe kullanılması ve ilkokullarda eğitimin Kürtçe ya da Türkçe olması ön görülmüştür. Devletin 1932 yılında Milletler Cemiyeti’ne vermiş olduğu taahhütnamede, Irak’ın resmi dilinin Arapça olduğu vurgulanmış, ancak yargı önünde ve ilkokul düzeyindeki eğitimde Irak’taki Arap olmayan halklara (Türkmenler, Kürtler) yukarıda da belirtilen haklar verilmiştir. 1958 yılında kraliyet rejiminin yıkılması ve cumhuriyetin ilan edilmesi sonucunda çıkan anayasada resmi dil konusuna değinilmemişse de, Irak’ın “Arap Ümmeti”nin bir parçası olduğu ve “Araplarla Kürtlerin ülkede ortak oldukları” vurgulanmıştır. Sonraki dönemlerde Irak’ta çıkan 1964 ve 1968 anayasalarında devletin resmi dilinin Arapça olduğu vurgulanmakla yetinilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bakınız Irak’ta Resmi Diller Yasası ve Türkmenler, Ortadoğu Araştırmaları Merkezi, https://www.orsam.org.tr/tr/irak-ta-resmi-diller-yasasi-ve-turkmenler/ . [3] Serap Yazıcı, Demokratikleşme Sürecinde Türkiye, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2009, s. 53. [4] Fikret Bila, “Gül: Artık Askeri Safhadayız”, Milliyet Gazetesi, 7 Kasım 2007, erişim tarihi: 20.05.2022, https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/fikret-bila/gul-artik-askeri-safhadayiz-221758 [5] Derince Belediyesi resmi Twitter hesabından yapılan açıklama için bakınız https://twitter.com/derincebelediye/status/1525937917457309699 [6] Organizasyon şirketinin açıklamaları için bakınız https://twitter.com/gergedanyapim/status/1525936185431973892 [7] Ayrıntılı bilgi için bakınız https://t24.com.tr/haber/anadolu-fest-iptal-edildi-eskisehir-valiligi-nin-15-gunluk-yasagina-tepki-yagdi,1033127 [8] Ayrıntılı bilgi için bakınız https://www.haberankara.com/ankara/k-pop-grubu-mirae-nin-ankara-konseri-iptal-edildi-h196397.html [9] Ayrıntılı bilgi için bakınız https://twitter.com/mkkahramann/status/1526270744501567489