Kurtaracağımız dünya eski dünya değil

Abone Ol
Dünyayı kurtarmak için geç kalmadık fakat dünyaya geri dönülemez bazı hasarlar verdiğimiz ortada. Yeni bir normalimiz var ve bu normal içerisinde artık daha sıcak, daha kurak, daha sellere açık, daha orman yangınları konusunda çaresiz, daha az canlı türünün hayatta olduğu bir yaşamımız olacak” diyor. Sunuş Tüm dünya Glosgow’da yapılan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) 26. Taraflar Konferansı'nda (COP26) toplantıya gözünü dikmiş durumda. Bu zirvede alınacak kararlar ve uygulamaya ilişkin yol haritası insanlık ve dünya için önemli olacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan zirveye katılmaktan vazgeçti ama İstanbul ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanları Ekrem İmamoğlu ve Tunç Soyer zirveye katılarak dünyaya önemli bir mesaj verdiler. Biz de bu zirve bağlamında kuruluşuna bir türlü izin verilmeyen Yeşiller Partisi’nin Eş Sözcüsü  Koray Doğan Urbarlı ile zirveyi ve olası sonuçlarını konuştuk. Urbarlı, “Dünyayı kurtarmak için geç kalmadık ama epey hasar verdiğimiz de bir gerçek” diyor. Murat Aksoy Son yıllarda iklim değişikliği ciddi alarmlar veriyor. Glasgowdaki zirvede nasıl bir sonuç bekliyoruz? Son yıllarda iklim değişikliğinin geldiği noktayı anlatmak için artık aktivistler, bilim insanları ve siyasetçiler iklim değişikliği kavramından iklim krizi kavramına geçtiler. Kriz kelimesi daha net bir şekilde karşılıyor içinde bulunduğumuz durumu. Değişiklik biraz naif kaldı diyebiliriz bu anlamda. Glasgow’un önemi şurada: Pandemi ve ABD’nin Paris İklim Anlaşması’na dönmesi sonrasında ilk zirve. Ülkeler bu zirvede 2015 yılından beri, yani Paris’te yapılan COP’tan beri kaydettikleri ilerlemeleri değerlendirecekler. Büyük büyük laflar eden siyasetçilerin ne kadar ufak adımlar attığının görüldüğü bir zirve olacak Glasgow. Gerçekçi bir durum değerlendirmesi ve sonrasında da radikalliğini bu gerçeklikten alan bir gelecek planı beklemek sanırım en ideali olacaktır. Bu zirvede nasıl kararlar çıkabilir ve bunlar uygulanabilir mi? Bu zirveden çıkabilecek en önemli kararlar ülkelerin azaltım hedeflerini Paris İklim Anlaşması’nın 1.5 derece hedefini tutturacak şekilde ve netlikte açıklamaları ve yenilemeleri olacaktır. Paris İklim Anlaşması bu bağlamda sorumluluğu ve denetimi ülkelere veriyor. Biraz onların dürüstlüklerine mahkumuz ama dünya olarak onlar üzerinde baskı kurmak ve yöneticileri olması gerekene itmeye çalışmak da elimizde. Küresel ısınma, iklim değişikliği uyarıları uzun süre ciddiye alınmadı. Dünyayı kurtarmak için geç mi kaldık? Hayır, Dünyayı kurtarmak için geç kalmadık fakat dünyaya geri dönülemez bazı hasarlar verdiğimiz ortada. Yeni bir normalimiz var ve bu normal içerisinde artık daha sıcak, daha kurak, daha sellere açık, daha orman yangınları konusunda çaresiz, daha az canlı türünün hayatta olduğu bir yaşamımız olacak. Buradan geri dönülemez mi? Dönülebilir. Radikalliğini gerçekliğinden alan planlamalardan kastım da bu. Bu yaz çok sıcaktı değil mi? Bir başka açıdan bakalım. Belki de bu yaz geri kalan ömrümüzün en serin yazıydı. Bunu bilerek hareket edersek ve bilim insanlarının uyarılarını ciddiye alırsak ve hayatımızı değiştirirsek geç kalmadık. Sanki dünyayı en çok kirleten ülkeler, şimdi dünyayı kurtarmaya çalışıyorlar. Ne dersiniz? Dünyayı en çok kirleten ülkeler, bu kirletmenin getirdiği gelişmişlik ile şimdi belli bir programı daha rahat izleyebiliyorlar. Eşyanın tabiatı gereği bunun da böyle olması gerek. Bir dönüşümün içerisindeyiz ve zengin ülkeler (siz bunu en çok kirleten olarak da okuyabilirsiniz) bu dönüşüme öncülük etmek ve hatta dönüşümde geri kalan bazı ülkeleri de ekonomik olarak desteklemek zorundalar. Bir ABD’li daha iyi yaşayabilsin diye Okyanusya’da bir ada devletinin en verimli tarlasını tuzlu deniz suyu basıyorsa; ABD de kurtarmaya o adalılardan başlamalı. Dünya küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda nasıl bir eşikte? Gelinen noktada dünya nasıl kurtarılabilir? Dediğim gibi geri dönülmez bir noktada değiliz ama kalıcı hasarlar bıraktık. Belki dünya asla eskisi gibi olmayacak fakat yaşamın devam edebilmesi için küresel iklim krizini durdurmamız ve terse çevirmemiz gerekli. Burada önemli olan şu: Isınmayı kaç derecede durdurabileceğiz? Paris İklim Anlaşması bize 1.5 derece hedefini koyuyor. Gerçekçi ama zor bir hedef. Yapamazsak 2 derece bizi bekliyor. Ne yazık ki 2’den sonrası ise çok karanlık gözüküyor. Çünkü iklim birbirini tetikleyen bir çok sistemden oluşan karmaşık bir yapı ve biz 2 derecelik bir ısınmanın neleri tetikleyeceğini tam olarak bilmiyoruz. Dünyayı kurtarmanın ilk adımı: Fosil yakıtlardan olabildiğince çabuk vazgeçeceğiz. İlk adım olarak başka bir seçenek yok. Fosil yakıtlar yerin altında kalacak. Kömürden derhal çıkılacak. Karbon emisyonlarını dramatik bir şekilde düşüreceğiz. Türkiye Paris Anlaşmasını imzaladı ama Meclis onayından kaçtı. Neden bu kadar geç kalındı? Türkiye’nin Paris İklim Anlaşması’nı imzalaması Dünya ile birlikte imzaladı. Fakat TBMM’de onaylama sürecini erteledi ve yürürlüğe sokmadı. Bir koz olarak elinde tuttu. Nasıl bir koz, amaç neydi? Türkiye, her iklim müzakeresinde gelişmiş bir ülke olmadığını, gelişmekte olan bir ülke olduğunu bu yüzden de para veren değil alan bir ülke olması gerektiğini savundu. Bu yanlış bir savunmaydı ama politikasını buna göre kurdu. Beklenilen miktar çok daha yüksek olmasına rağmen bu onaylamamayı hep bu pazarlıkta kullandı. En sonunda da 3.2 milyar dolara bozdurdu. Koz aslında “bedava onaylamamaktı”. Gelinen zamanda Anlaşmayı onaylamayan son altı ülkeden biriyken bir gece ansızın onaylayacağını açıkladı ve direkt onayladı. O gecenin sabahında iklim krizinin ne kadar kritik bir noktaya geldiğini fark etmedi herhalde. O zaman belki de sormamız gereken şu: Ne oldu da onaylama süreci bir anda gerçekleşti. Bunun sebebini Cumhurbaşkanı Erdoğan açıkladı. Türkiye iklim için bir miktar borç aldı. Bu borç verilmediği için 6 yıl zaman kaybedildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Glasgowa gitmiyor fakat İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer Glasgowda olacak. Bu bize neyi gösteriyor? Glasgow tematik bir toplantı. Tek bir konu üzerinden karar alıcıların bir araya geldiği bir toplantı. Orada en üst düzeyde olmamak Türkiye’nin nasıl bir ciddiyet içerisinde olduğunu bize gösteriyor. Aksi yönde merkezi yönetimlerin atıllığına karşı yerel yönetimlerin bir çaba içerisinde olduğunu görüyoruz. Paris ve New York belediye başkanlarının öncülüğünde oluşan C40 grubunda İstanbul da var. Keza İzmir’in de üye olduğu başka yapılar var. Yerel yöneticilerin geleceğe yön veren liderler olarak orada olmaları çok önemli. Kentler iklim değişikliğinin hem kaynağı hem de zararların doğrudan hissedildiği yerler. Gelelim Türkiyeye. Türkiye bu süreçte kısa ve orta vadede neler yapmalı? Türkiye doğasıyla kavgalı bir hükümet tarafından yönetiliyor. Büyümek için de ekonomik krizden çıkmak için de doğasını yağmalayan bir hükümet tarafından yönetiliyor. Bu anlayış değişir mi? Emin değilim. Fakat değişeceğini varsayalım. Tüm kömürlü termik santraller kapatılmalı, inşaatı sürenler de durdurulmalı. Kanal İstanbul gibi doğaya büyük bir yıkım getirecek olan projeler iptal edilmeli. Beton ve asfalt ekonomisinden vazgeçilmeli ve yenilenebilir enerjinin merkeze oturduğu bir dönüşüm başlatılmalı. Adına isterseniz Yeşil Mutabakat deyin, isterseniz CHP gibi gelecek kuşakların ekosistem hakkı deyin, isterseniz başka bir şey… Bir dönüşüm yaşıyor dünya ve bu dönüşüme uygun hareket etmeli Türkiye. Türkiye doğasıyla kavgalı bir hükümet tarafından yönetiliyor dediniz. Yangınlar, sel baskınları yaşadık bu yaz. Diğer yandan madenler için ormanlar katlediliyor. Hükümet ya da bunları yapanlar dünyada yaşanan iklim değişikliğinin farkında değiller mi? Farkındalar çünkü her doğa felaketinden sonra biz hükümetin topu iklim değişikliğine attığını gördük. Yani kavramın farkındalar ve kaçış için kullanıyorlar. İş iklim değişikliğine karşı harekete geçmeye geldiğinde ise tam tersi bir yöne hareket ediyorlar ve hatta dediğiniz gibi bunu körükleyecek hamlelerden hiç geri durmuyorlar. Madenler, termik santraller, HES’ler… Hepsi aslında yazın yaşadığımız felaketler ile neden sonuç ilişkisi üzerinden bağlı. Türkiyenin bu alanda atması gereken adımlar konusunda siyaset mi yoksa STKlar mı daha etkili olabilir? Siyasetin yapacakları var; STK’ların yapacakları var fakat karar alma süreçlerinin dümeni siyasette olduğu için artık siyasetin öne geçmesi ve süreci yönlendirmesi gerekiyor. Kampanyalar yaparak ya da belli eğitimlerle toparlanabilecek dönemi geçeli çok oluyor. Artık yasa yapmalı, bütçe ayırmalı ve harekete geçmeliyiz. Bu da siyasetle olur. Yeşil/çevreci temalı partiler yeni dönemde daha çok rağbet görebilir mi? Görüyorlar zaten. En son seçim Almanya’da gerçekleşti ve Yeşiller girdikleri hava yüzünden seçimden mutsuz ayrılsalar da oylarını en çok arttıran parti oldular. Parlamenter sayısını en çok arttıran parti oldular. Her partiden oy kazanan tek parti oldular. 25 ve 30 yaş seçmenin ezici çoğunluğunun da oyunu alan parti oldular. Bu eğilim artık böyle devam edecektir. Avusturya Cumhurbaşkanı Yeşiller Partisi’nden örneğin. Belediyeler Yeşiller’e geçiyor. İnsanlar kriz döneminde, o krize karşı onları yıllardır uyaran ve harekete geçen partilere rağbet gösteriyorlar. Türkiyede sizin partinizin kuruluşuyla ilgili hala sorun var mı, varsa neden? Evet sorun halen devam ediyor ama biz süreci en başından itibaren tekrar gözden geçirerek en kısa sürede bunu aşacağız. Peki sorun ne, neden onay çıkmadı ilgili kurumlardan? Bize söylenen bir neden yok. En son verilen yanıtta hukuk yoluyla hakkımızı aramak bir neden olarak önümüze konmuş durumda. Bir de şunun altını çizmem gerek. Türkiye’de siyasi parti kurmak onaya tabi değil. Anayasa ve yasalar kimseye bir onay görevi vermiyor. Ortada net bir yetki aşımı var. Bu süreç gereğinden fazla uzadı ve Türkiye’ye de yakışmıyor. Partimizin resmi olarak kuruluş sürecinde sıkıntılar olmasına rağmen siyaset yapmamızın önünde bir sıkıntı elbette yok. Bu arada siz bu kapsamda uyarı amaçlıyla diğer partilerle görüşüyor musunuz? Sadece uyarı amaçlı değil yaklaşan seçimlere yönelik ittifak arayışları için de görüşüyoruz ve görüşmeye de devam edeceğiz. Tarihin önemli bir dönemecinde, dünya ve Türkiye tarihinin kırılma anında Yeşiller Partisi’nin olmadığı bir değişimi ben hayal edemiyorum. Son olarak doğa ve çevre üzerine siyaset yapmak bizim gibi ülkeler için bir lüks olarak algılanıyor. Ama olmadığını dünyada yaşadıklarımızdan gördük. Peki biz kişisel olarak ne yapabiliriz bu süreçte, kötü gidişe engel olmak için? Çevre üzerine siyaset yapmak artık sadece yeşil partilerin izlediği bir yol değil. Bugün Merkel de Macron da Biden da yani kim olursa olsun onlar da bu siyaseti izliyorlar. Keza Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener’in söylemlerinde de bunu görüyoruz. Gidişatın kötü olduğunu gören ve bir şeyler değiştirmek isteyen insanlar Yeşiller Partisi ile yürümemeyi tercih ediyorlarsa; yürüdükleri partilerin politikalarına katkıda bulunsunlar. Yerel yönetimlerin kapılarını çalsınlar. Talep etsinler ve bundan geri durmasınlar.