Kürtajın fiziki, duygusal, sosyal bütün ağırlığını taşıyanlar kadınlardır. Çoğu zaman da yalnız yaşarlar bu sıkıntıları. Yapılan araştırmaların bulguları, sebep ne olursa olsun, kadınların kürtaj olma durumunda kalmaktan memnuniyet duymadıklarını gösteriyor.
Kadınların kürtaj hakkından yoksun bırakılmasının yankıları toplumda sıcaklığını koruyor. Bu tartışmalarda kürtajla ilgili taraftar veya karşı görüşleri savunan içerikler; ceninin yaşama hakkı, kadının bedeni, bireysel özgürlüğü, karar verme hakkı, olası psikolojik etkiler, hadisede devletin rolü, sorumluluğu, sınırları, ahlak felsefesi, din ya da otoriter yönetimler temelinde farklı yaklaşımlarla değerlendirilmekte.
Konu, önceden planlanmamış bir gebeliği sürdürmeme isteği ile ilgili ve ezelden beri öyle çok yönlü ve önemli bir insanlık hâli ki, belli temellere göre bu değerlendirmelerde neredeyse her görüş için olumlu ya da olumsuz bir haklılık payı bulunabilir. Ancak, bütün bu yaklaşımlarda ilgili iki özne, kadın ve erkeğin istenmeyen bir durumdan korunmak için sorumluluk almaları, bu sorumluluğu yerine getirmek için bilinçlenmeleri ve var olan olanaklardan yararlanarak doğurganlıklarını kürtaja gerek duymadan düzenleyebilecekleri bilgisi göz ardı ediliyor.
Uzun meslek yaşamım boyunca dünyada ve ülkemizde konuyla ilgili akademik ve uygulama birikimlerim, bende, kürtajın başka boyutlarını derinlemesine çağrıştırıyor. Bir toplum hekimi olarak kürtajla ilgilenen düşünürleri, akademisyenleri, politikacıları bir gebeliği sonlandırma kararı kimin olmalı, nasıl yerine getirilmeli çerçevesi içinde yaptıkları değerlendirmeler kadar; istenmeyen gebelikler neden oluyor, bunların olmaması için toplumda neleri bilmeliyiz, ilgili uygulamalara nasıl ulaşmalıyız içeriklerine de yoğunlaşmalarını öneriyorum. Bu yazıda, ihmal edilen bu gerçek üzerinde durarak, ilgililere yeni bakış açıları kazandırmayı umuyorum.
Kürtaj tabiri gebeliğin erken dönemde doğal olmayan bir yöntemle sonlandırılmasını tanımlamak için kullanılıyor. Eski zamanlarda bu işlem metal bir aletle rahimde yerleşen gebelik ve destek dokusu kazınarak yapıldığı için uygulamanın adı Fransızca, kazıma anlamı taşıyan “kürtaj” kelimesi ile dilimize yerleşmiş.
Zaman içinde işlem, gebeliğin belirlendiği ilk haftalarda metal olmayan yumuşak, pipet benzeri, plastik kanüllerle vakum uygulamaları ile güvenle yerine getirilebiliyor. Gebeliğin anne dışında yaşama yeteneği kazanmadan önce sonlanması, tıbbi olarak “düşük” tabiri ile tanımlanır. Gebelik kendiliğinden düşükle sonlanabilir, tıbbi bir yardımla da sonlanabilir. Dünya Sağlık Örgütü hizmet rehberlerinde, tıbbi yardımla gebelik sonlandırma “Kürtaj” yerine, “Güvenli Düşük”, tabiri ile ifade edilmekte.
Hangi kelimeleri kullanırsak kullanalım istenmemiş bir gebelik güvenle de sonlandırılmış olsa, buna maruz kalan her kadın için zorlu bir yaşam olayıdır. İstemediği halde gebe olduğunu fark ettiğinde yaşadığı şaşkınlık, üzüntü; sonra bunu sürdürmeme kararı alma ve bu kararı uygulamak için tıbbi yardıma ulaşmakta yaşadığı zorluklar, ulaşabilmişse süreci nasıl yaşadığı ve sonrasında günlük yaşama dönmesi, hepsi başlı başına ağır durumlardır. Bir de bunlara birlikte yaşadığı bireylerle bugünleri uyum içinde atlatabilmek (!) için göstereceği çabayı ekleyelim. Kürtajın fiziki, duygusal, sosyal bütün ağırlığını taşıyanlar kadınlardır. Çoğu zaman da yalnız yaşarlar bu sıkıntıları. Yapılan araştırmaların bulguları, sebep ne olursa olsun, kadınların kürtaj olma durumunda kalmaktan memnuniyet duymadıklarını gösteriyor.
Erkekler, hiç yaşamadıkları için, kürtaj olmanın kadınlar için ne ifade ettiğini asla bilemeyecekler. Neredeyse tümü erkek olan politika yapıcılar, toplumda kadınların gebeliklerinin akıbeti ile ilgilenme hakkını nereden buluyor? Kanımca, ait oldukları çeşitli bağlar bir yana, bir neden de, durum hakkında yeterince bilgi sahibi olmamalarıdır. Kürtaj, etkili olarak gebelikten korunma yöntemleri hakkında bilimsel birikim bulunmadığı dönemlerden gelen, planlanmamış gebeliklerden kurtulmak için başvurulan bir uygulama. Oysa günümüzün bilimsel birikimi ile birlikte doğurganlığı düzenleme hakkı ve uygulamaları daha geniş bakış açısını hak ediyor.
Erkekler, hiç yaşamadıkları için, kürtaj olmanın kadınlar için ne ifade ettiğini asla bilemeyecekler. Neredeyse tümü erkek olan politika yapıcılar, toplumda kadınların gebeliklerinin akıbeti ile ilgilenme hakkını nereden buluyor?
Üreme yeteneği kadınlarda ergenlikte, üreme organları ve ilgili hormon sisteminin olgunlaşmasıyla başlayıp menopoz yıllarına kadar otuz yıl kadar sürüyor. Özel bir engel yoksa bu yetenek her ay tekrarlanan döngü halinde birkaç gün için geçerli. Erken yaşta başlandığını varsayalım, düzenli cinsel ilişki ile menopoza kadar sürebilecek bir kadın erkek beraberliği olduğunda, yaşam boyu (30 × 12) 420 kez gebelik oluşabilir. Doğuma kadar süren gebelikler ve sonrasında bebeği yalnız emzirerek besleme ile gebe olma şansına ara verilse bile, yaşam boyu yüzlerce ay gebelik riski olacaktır.
Erkekler, kadınların hangi günlerinde üreme şansı olduğunu izleyemezler, her cinsel ilişkide gebeliğe neden olabileceklerini bilmeliler. Kadınlar bu günleri belirlemeyi öğrenebilirlerse de, az sayıda kadın bunu izleme becerisine sahiptir. Bu nedenle kadınlar ve erkekler gebeliğe karşı korunmalıdır. Ne yazık ki, hâlâ bu basit hayat bilgisinden mahrum yaşıyoruz. Bilgili olsak bile, ilgili tutum geliştirmek ve uygun bir çözüme ulaşmak kolay değil. Danışmaya, seçim yapmaya, nitelikli hizmetlere ulaşmaya ihtiyacımız var.
Kadınlar güçlüler, her geçen gün daha da güçleniyorlar. Bu süreçte olumlu ortama ulaşamadıklarında, kimi zaman yaşamı kaybetme pahasına çarelerini kendi yaratıp, gebeliklerini sonlandırdıkları asırlardır bilinen tarihsel gerçek. Bu gebelikler doğumla sonuçlandığında ise, bebeği bir ortama bırakma ya da başına ne geleceğine aldırmadan terk etme gibi ağır ihmaller günümüzün magazin haberleri içinde bile varlığını koruyor. Bu durumlar hiç yaşanmamalı… Aslında, Nüfus Araştırmaları planlanmadığı halde istenmeyen gebelik sonrası gerçekleşen doğumların da, bugün yönetemediğimiz dünya nüfusu içinde önemli bir payı olduğunu belirliyor. Bu gerçek ayrıca tartışmaya değer.
Kürtaj ve planlanmamış gebeliklerin sıklığının belirlenmesi, toplumda hakkında araştırma yapılacak zor bir konu olmasına rağmen, farklı ülkelerde, farklı yöntemlerle ortaya çıkarılmış kıymetli bilgilere sahibiz. Demograflara göre her kadının üreme çağında en az bir kez istenmeyen gebelikle karşılaşabilmekte. Bu durum ergenlik çağında ilk cinsel ilişkilerde (oysa bir tecrübe yeter), menopoza yakın yıllarda üreme işlevinde doğal ritmin aksaması ile (artık gebe kalmam düşüncesi), emzirme sırasında gebe olmayacağını sanma ya da kullanılan korunma yönteminin yetersizliğine bağlı olabilir.
Kadınların, sıklıkla, "kaza ile oldu" ifadesi ile başlarına gelen sürpriz gebelikler, ülkede en sık rastlanan kazalar arasındadır!
Tecavüzle oluşmuş gebelikleri de unutmayalım! Dolayısı ile istenmeyen gebelikler için her toplumda yeterli hizmet sunmak esastır. Tekrarlanan gebelik sonlandırmalar etkili bir koruyucu sağlık hizmetinin yetersizliğini düşündürmelidir. Sonlandırılan gebeliklerin ardından kadınlar ve cinsel eşleri, istenmeyen olayın tekrarlanmaması için yeterince duyarlı olurlar. "Nasıl olsa kürtaj olurum, korunmak istemiyorum" düşüncesi yok denecek kadar azdır.
Her durumda, işlem sonrası gelecekte etkili olarak gebelikten korunabilmek için yeterli danışmanlık verilmesi ve kendilerine uygun seçim yapmaları ile kadın ve erkeklerin uygun hizmet almaları, sonra izlenmeleri ve başka bir yönteme geçme isteği ya da gereği oluyorsa, bu sırada doğru yönlendirilmelerinin olumlu etkisi olduğu gösterilmiştir.
Hıfzıssıhha Okulu tarafından 1963 yılında, ulusal düzeyde nüfusu temsil eden örnekle gerçekleştirilen ilk nüfus araştırması yasal düzenlemeden önce de gebelikten doğal yöntemlerle korunma ve gebelik sonlandırma uygulamalarının varlığını göstermiştir.
Gebelikten korunma yöntemlerini kullanma ve ilgili hizmet sunumu 1965 yılında kabul edilen 557 sayılı yasa ile sunulmuş haklardır. Bu yasada gebelik sonlandırmak, ancak anne ve bebek sağlığını tehdit eden durumlar için mümkündü. 1979 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Toplum Hekimliği Enstitüsü'nde halk sağlığı uzmanlık çalışmamda, Nüfus Planlaması yasasının mimarı, Prof. Nusret Fişek'in danışmanlığında toplum temelli araştırmada Çubuk İlçe Merkezinde bir yıl süre ile gebe olan kadınları izlemiştim.
Kadınlar hastaneye rahatlıkla "Çocuk aldırmaya geldim" demekten çekinmezlerdi. "Böyle bir hakkınız yok, bu yasal değil' cevabı verdiğimizde şaşırıp soruyorlardı "Nedeen?". Doğrudan yardım yapılamasa da, onlar bir şekilde büyük şehre gidip istedikleri sonucu alıyorlardı. 1983 yılında yenilenen 2873 sayılı Nüfus Planlaması yasası ile erken evrede, tıbbi bir neden olmaksızın, farklı nedenlerle sürdürülmek istenmeyen gebeliklerin sonlandırılabilmesine olanak sağlanmıştır.
Ancak o zamandan bu zamana, kürtaja ulaşmak yine de özel çaba gerektiriyor, yasal düzenlemeye rağmen pek bir şey değişmedi. 2012 yılında zamanın Başbakanı’nın kürtajla ilgili talihsiz beyanatı da, durumla ilgili önemli bir kanıttır. O günlerde Halk Sağlığı Uzmanlar Derneği olarak konuyla ilgili, Dünya ve Türkiye ölçeğinde, geniş kapsamlı bir değerlendirme yaparak yayımladık
(Bkz: Turkish Journal of Public Health, Volume 2012, Cilt 10, Special Issue 1: Abortions (Düşükler), www.halksagligiokulu.org). Son yıllarda gözlemlenen, hizmetteki belirgin aksaklıklar da bu çerçeve içinde değerlendirilebilir.
Hâlâ ülkede en sık kullanılan gebelikten korunma yöntemi erkeğin ilişki sırasında menisini vajinaya boşaltmaktan sakındığı geri çekme yöntemidir. Etkisi sınırlı ve kullanımı özel çaba gerektiren bu yöntemin yaygın kullanımı yalnızca ülkemize has bir durumdur! Diğer korunma yöntemlerinin adı biliniyor ama yaygın olarak kullanmaktan kaçınılıyor. Kadınların, sıklıkla, "kaza ile oldu" ifadesi ile başlarına gelen sürpriz gebelikler, ülkede en sık rastlanan kazalar arasındadır! Böylece, gebelik sonlandırmalar, buna ulaşmak için verilen çabalar ve dolayısıyla tartışmalar da sürüp gidiyor. Türkiye’de Nüfus ve Sağlık Araştırmaları beş yıl aralıklarla tekrarlanmakta, doğurganlık ve düzenlenmesi etkinlikleri ile ilgili kıymetli bilgiler içermektedir (
www.hips.hacettepe.edu.tr).
Cinsel eğitim de benzer şekilde tümüyle koruyucu sağlık hizmetlerinin kapsamı dışındadır. Yapılan araştırmalarda, gençlerin, istenmezse gebelik olmayacağını düşündüklerini, yani çok bilgisiz olduklarını öğreniyoruz.
1990’lı yıllarda, insanda üremenin, yani doğurganlığın, cinsellikten ayrılamayan bir işlev olduğu ve toplumda üreme hakları ve sağlığının yalnızca kadınları ilgilendirmediğine dikkat çekilmiş, durumun iyileştirilmesi için 1994 yılında, Kahire’de Birleşmiş Milletler Nüfus ve Kalkınma Konferansı’nda ülkelere üreme sağlığının nitelikli hizmetlerle sağlanması için çağrı yapılmıştır. Üreme Hakları “Tüm bireyler için her yaşta, doyumlu cinsel yaşamla birlikte doğurganlığını istediği gibi düzenleme hakkı” olarak tanımlanmıştır. Bu çerçevede sunulacak hizmetler, toplumda üreme sağlığının teminatıdır.
Türkiye'de resmî belgelere bakıldığında, uluslararası gelişmelere paralel olarak, bu alanda pek çok çaba görülmekteyse de asıl sorun, günümüzde doğurganlığı düzenleme olarak ifade ettiğim, gebelikten korunma bilinci ve hizmetlerinin sunulması gibi önemli bir koruyucu girişimin sağlık hizmetleri içinde kolay ve nitelikli olarak ulaşılabilir biçimde yer almamasıdır.
Cinsel eğitim de benzer şekilde tümüyle koruyucu sağlık hizmetlerinin kapsamı dışındadır. Yapılan araştırmalarda, gençlerin, istenmezse gebelik olmayacağını düşündüklerini, yani çok bilgisiz olduklarını öğreniyoruz. Ne yazık ki erkekler kadın bedenini ve işlevlerini bilmiyorlar. Kadınlar da annelerinden gördükleri kadar bilgililer. Zaman içinde sosyal medya bu zor konularda eksiği gidermek yerine başka şekillerde sorunlar yaratmaya açık.
İlgili bilgilerin tüm toplumda geliştirilmesi ve yayılmasını diliyorum...