Loading...
Anne-baba adaylarından birinin istemediği bir doğum gerçekleşmemelidir. Bu noktada tecavüz gibi insan onurunun iğfal edildiği durumlar elbette tartışma kapsamındadır ve tecavüz sonrası 20 hafta olan yasal kürtaj sınırı anlamsızdır.Evrim Ağacı’nda Beyter’in yazdığı yazıdaki 4 soru konuyu ‘müsademe-i efkâr’ boyutunda tartışmaya açtığı gibi ahlak felsefesi konusunda da düşünmeye zorluyor bizleri. Kimileri için kürtaj, gebe kadının kendi bedeni üzerinde karar verme hakkı (otonomi hakkı) ile ceninin yaşama hakkı arasında bir çatışma veya çelişki doğmasına sebep olur. Kürtaj yanlıları bu yönde bir çatışma/çelişki iddiasına dair 4 argüman öne sürer. 1. Üreme gibi kişisel konularda sosyal baskıdan bağımsız olma hakkı. 2. Ahlaki açıdan tartışmalı konularda kişinin kendi vicdanını dinleme özgürlüğü. 3. Kritik durumlarda bile başkasına yardım etmeyi reddetme hakkını kapsayan, gönüllü olmadığı bir hizmete zorlanmama özgürlüğü. 4. Bedensel müdahale ve zarara maruz kalmama özgürlüğü. Kürtajın ‘toptancı’ yanlılarının bu argümanları ciddi anlamda tartışılmalı. Zira bu 4 maddenin tamamıyla ilgili görünürde bir itirazı dillendirmenin abukluğu aşikâr. Lakin atlanan birkaç husus var. 1. Fetüsün/Ceninin yaşama hakkı. (yaşam hakkının günümüzde yaşanan savaşlar, terör eylemleri, ötenazi tartışmaları, insanca yaşam gibi başlıklar düşünüldüğünde sınırlarının net olmadığını söylemek de mümkün. Ama ‘Uludere’ kadar ajitatif benzetmeler hatalı olsa da uygun koşullarda fetüsün/ceninin yaşayıp kanlı canlı bir insan olma ihtimalini göz ardı etmemek gerekiyor.) 2. Hazcılığın etik sınırı olmamalı mı? (hür bir insan hazcı veya çileci bir yaşamı seçme konusunda hiçbir görünen/görünmeyen baskıya muhatap olmamalıdır. Ama kürtajın salt kadın bedeni üzerinden tartışılması bazı sorunlara neden olabilmektedir. Hak ve zorunluluk zemininde kürtajla ‘geçen akşam korunmadım aağğbii yeaa’ zeminindeki kürtaj ahlak felsefesi açısından aynı şekilde değerlendirilmemelidir.) 3. Zorunluluk ve hak olarak kürtaj (anne-baba adaylarından birinin istemediği bir doğum gerçekleşmemelidir. Bu noktada tecavüz gibi insan onurunun iğfal edildiği durumlar elbette tartışma kapsamındadır ve tecavüz sonrası 20 hafta olan yasal kürtaj sınırı anlamsızdır. Tecavüzü ömür boyu bir insana dayatmak kabul edilemez. Ya da yeterli seksüel eğitimi ve olgunlaşmayı yaşamamış gençlerin hamileliği de sonlandırılmalıdır. 2.maddede sözü edilen hazcılık konusu ahlak felsefesi bağlamında değerlendirilmelidir yalnızca) 4. Kürtaj kararına sadece kadın mı karar vermeli? (sanırım aklı başında herkes kadının istemediği bir çocuğu doğurmaması gerektiği hususunda hemfikirdir. Ama toplumda bunun aksi olaylar da hiç az değil. Erkeğin çocuğu istemediği noktada kadının tek başına söz sahibi olması sonrasında çocuk açısından da ciddi sıkıntılara yol açabilmektedir. ‘Benim bedenim, benim kararım’ sloganı kararı tek başına kadına bıraktığı için ‘tersinden’ bir toplumsal cinsiyet eşitsizliğine neden olmakta değil midir?)
Kürtaj işlemlerinin yalnızca %30’unda erkek refakat ediyor kadına, yani üstüne bir de yalnızsınız. Bitti mi, hayır tabii ki… Bir de ‘bir cana kıymış’ olmanın verdiği toplumsal baskıyı da yaşıyorsunuz. Peki bu neye neden olur?5. Fetüsün/Ceninin yaşama hakkı temel bir insan hakkı mıdır? Fetüs/Cenin ne zaman insan olur? (her insanın yaşam hakkı vardır, bu insan hakları evrensel beyannamesiyle de tespit edilmiştir. Ama burada ‘İnsan olmak nedir?’ sorusu tartışmaya açılabilir mi? Madem ‘müsademe-i efkâr’ dedik, ‘brain storm’ dedik, bence tartışabiliriz. Fletcher, "insan olmanın göstergeleri” olarak; kendi şuurunun farkında olma, kendi kendini kontrol edebilme, geçmiş zaman ve gelecek zaman duygusuna sahip olma, başkaları ile iletişim kurabilme, başkaları için endişelenebilme ve merak duygusunun varlığı gibi maddeleri sıralar. O zaman bu maddelere uymayanları da ‘öjeni’ kapsamında itlaf mı edelim? Peki fetüs/cenin ne zaman insan olur? Döllenme ile mi, kalp atışı sonrası mı, beyin fonksiyonlarının başlamasıyla mı yoksa uterustan çıktığında mı? Tıbbi olarak bu soruya en kestirme yanıt ‘ölüm’ tanımıyla verilebilir bence. Madem bir insanın beyin ölümü gerçekleşince ölmüş kabul ediyoruz, o halde beyin fonksiyonları başlayan bir fetüse de insan diyebiliriz gibi??) Gelelim psikolojik açıdan kürtajın etkilerine. Bugün neredeyse 4 gebelikten biri kürtaj ile sonuçlanıyor ve bu kişilerin üçte biri evli değil. Düşünün bu toplumsal şartlarda hamilesiniz ve evli değilsiniz. Ayrıca kürtaj işlemlerinin yalnızca %30’unda erkek refakat ediyor kadına, yani üstüne bir de yalnızsınız. Bitti mi, hayır tabii ki… Bir de ‘bir cana kıymış’ olmanın verdiği toplumsal baskıyı da yaşıyorsunuz. Peki bu neye neden olur? Yapılan çalışmalarda kürtajdan sonra en yaygın olarak görülen ruhsal belirtinin suçluluk ve değersizlik duyguları olduğu saptanmıştır. Bu duygular genellikle evli ve çocuğu olan kadınlarda daha kısa sürelidir. Ancak özellikle evlilik dışı olarak ilk hamileliğinde şartlar nedeniyle kendi isteği dışında kürtaj olan kadınlarda daha yoğun olarak yaşanır. Bazen ciddi depresyona dönebilir ve intihar davranışı ortaya çıkabilmektedir. Kürtaj olan kadınlar üzerinde yapılan bir araştırmada, kürtajdan yaklaşık bir yıl sonra aynı şartlarda kürtaj olup olmayacakları sorulan kadınlar, aynı kararı alacaklarını açıklamışlardır. Ancak birçoğu “eğer doğurmuş olsaydım, şimdi şöyle olacaktı” şeklinde keder duygularından da bahsetmişlerdir. Zaten klinik pratiğimiz kürtaj olmayıp ömür boyu farklı sorunlar yaşayan ya da kürtaj olup ömür boyu suçluluk duygularıyla mücadele eden kadın hikayeleriyle doludur. Görüldüğü üzere kürtaj konusunda etik, tıbbi veya psikolojik açıdan net ve doyurucu yanıt vermek mümkün değildir. Başta söylediğimiz temel ilke ise bakidir; devlet kürtajı yasaklayamaz.