Küresel borç dalgası II

Abone Ol
Gerek enflasyon kaygılarına dayalı merkez ekonomilerin sıkı para politikası döngüsüne girmesi gerekse savaş koşullarının stagflasyon kaygılarını artırması dış talep sorunu yaratmaktadır. Bu da dış borç stokunun çevrilmesinde ve… Bu hafta geçen hafta kaleme aldığım küresel borç dalgasını ve bunun bazı ekonomiler için borç krizine neden olabileceğini konu ettiğim yazımın devamını kaleme alacağım. Bu yazımda konuyu küresel parasal hiyerarşi ve dış borç stoku bağlamında, daha kuramsal çerçevede ve özellikle gelişen piyasalar için ele almayı düşünüyorum. Elbette bütün bu sorunların kökeni küresel sermayenin kontrolsüz ve düzensiz hareketidir. Yani sorunun temeli kontrolsüz sermaye hareketleridir. Borç krizine neden olabilecek sorunlar, kırılganlıklar ise ekonomilerin genişleme döneminde ortaya çıkmıştır. Kırılganlıkların ödemeler dengesi ve/veya borç krizine dönüşmesinin mekanizması ise Minskian bağlamda bir döngüsellik içermektedir. Kontrolsüz sermaye hareketleri bütün ekonomilerde finansal piyasaların aşırı şişmesine, Toporowski (1999) çalışmasında öne sürdüğü gibi varlık piyasaları enflasyonuna neden olmuştur. Genişleme dönemlerinde artan dış borç stoku küresel likiditenin azaldığı dönemlerde bu ülkeler için çöküşün zeminini oluşturmaktadır. Yani aslında küresel parasal genişleme dönemlerinde ekonomik kırılganlıklar artmaktadır. Daha açık olarak genişleme dönemi ülkelerin kendi çöküşlerini yaratmaktadır. Eğer ki bu ekonomi küresel parasal hiyerarşinin en altında yer alan para birimine sahipse bu çöküş daha çabuk ve sert olmaktadır. Çünkü bu ülkeler borçları kendi para birimleri cinsinden değildir ve borçlarını çevirebilmeleri için döviz bulmak zorundadırlar. Yılmaz Akyüz hocanın da belirttiği üzere kontrolsüz sermaye hareketleri, gelişen piyasa ekonomilerinde hızlı büyümeyi destekleyici bir araç olarak görülse de neden olduğu spekülatif büyüme, gelişen bu ülkelerde dış borç stokunun büyümesine ve bilançoların dolarlaşmasına yol açmıştır ve açmaya devam etmektedir. Minskyan yaklaşımının önemli yönü ekonomilerin genişleme dönemlerinde yukarıda da belirttiğim üzere finansal kırılganlığın arttığı ve güven sorununun reel ekonomiye sıçradığı ve onları iflasa dönüştürdüğü iddiasıdır. Böylece her canlanma dönemi aslında kendi çöküşünü hazırlamaktadır. Bu döngüleri yönlendirmede belirleyici bir rol oynayan ise finansal sektördür. Finansal serbestleşme, sermaye piyasası enflasyonuna yol açarak ekonomileri en nihayetinde finansal krizi ve/veya borç krizine sürüklemektedir. Gelişen piyasa ekonomileri ise ödemeler dengesi krizlerinin tetiklediği borç krizleriyle karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu konuda esas söylemek istediğim, dış finansal şokların yurt içi iş çevrimi dinamiklerine yayılmasında ödemeler dengesinin önemini vurgulamaktır. Küresel ekonomi bugünlerde gelişen piyasa ekonomileri için bu tür bir risk yaratmaktadır. Gerek enflasyon kaygılarına dayalı merkez ekonomilerin sıkı para politikası döngüsüne girmesi gerekse savaş koşullarının stagflasyon kaygılarını artırması, gelişen piyasalar için IMF finansal istikrar raporunda da belirtildiği gibi finansal koşulları sıkılaştırırken dış talep sorunu da yaratmaktadır. Bu durum gelişen piyasalara yönelik sermaye akışındaki dalgalanmaları artırmaktadır. Bu elbette hem kısa vade dış borç stokunun çevrilmesinde ve ithalat yapmalarını sağlayacak dövizi bulmakta zorluklara neden olabilecektir. Konuyu Türkiye ekonomisi için ele aldığımızda dış finansman zorluklarının Arjantin, Venezüella gibi ekonomilere benzer zorluklarla karşı karşıya olabileceğimizi göstermektedir.  Bu zorlukların temelinde kısa vadeli dış borç stoku MB rezervleri ilişkisi ve dış ticaret açıklarının genişlemesi yatmaktadır. Grafik 1. Türkiye’nin Kısa Vadeli Dış Borç Stoku. [caption id="attachment_206266" align="alignnone" width="500"] Kaynak: TCMB EVDS[/caption] Toporowski (1999); https://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=184888