Toplumla hukukun sürtüşmesi beklenen bir şey. Ancak bu sürtüşmede yeni olan, yargının eskiden görülen kapalı kutu olma özelliğini kaybetmiş olması. Bir sürü dizi çekiliyor yargı mensuplarını içeren. Dolayısıyla, herkes gibi insanlar görüyoruz.
HUKUK-TOPLUM İLİŞKİSİ DEĞİŞİRKEN
İstanbul’dayken
Kurak Günler filmini seyrettim. Buradaki hikâye ve genç savcı portresinin Türkiye’de değişen hukuk-toplum ilişkisi üstüne çok şey söylediğini düşündüm. Bu yazıda bu konuyu ele almaya çalışacağım.
Önce savcılıktan başlayacağım çünkü hukuk dendiğinde birçok kişi için ilk akla gelen ceza hukuku ve ceza hukukunun baş kişisi olan savcı. Amerikan dizilerinde savcı karakterini sıklıkla gördüğümüz gibi Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’sunda kıdemli bir savcı karşımıza çıkmıştı. Bu ödüllü filmde ise başka ülkelerde sadece kamu savcısı, savcı dense de Türkiye’de cumhuriyeti korumakla görevli olmasının vurgulandığı genç bir “cumhuriyet” savcısı var.
Türkiye’de genelde “Savcı Bey” diye hitap edilen filmdeki cumhuriyet savcısının, bundan bir buçuk sene önce salgının ortasında topluma hitap eden bir video çeken Cumhuriyet Savcısı Eyüp Akbulut ile benzerlikleri olduğunu düşündüm.
[1] İkisi de hukuk-devlet-toplum ilişkisinde dönüşüm yaşanmış bir dönemi yansıtan genç cumhuriyet savcıları aslında.
Film önce cumhuriyet savcısının uğraştığı işi ve çalıştığı süjeleri gösteriyor. Adeta savcılığa giriş dersi gibi. Cumhuriyet savcısı, görev yaptığı yerde meydana gelen suçları araştıran birisi: Havaya ateş açılması, oluşmuş obruklardan doğan zarar, tecavüz gibi. Bunun sonucunda bunların resmi olarak nasıl soruşturulduğunu, delillerinin nasıl toplandığını (fotoğraflar, kamera kayıtları, adli tıp raporları ve ifadelere dair sahneler görüyoruz) polis, doktor ve kâtibe delil toplanmasına dair nasıl talimatlar verildiğini görmek bakımından oldukça açıklayıcı.
Cumhuriyet savcısının, mesleğin birçok inceliğini kısa kariyerinde hemen öğrenmiş gayet nitelikli birisi olduğunu da anlıyoruz bu süreçte. Örneğin kapının anahtar deliğindeki ışığın değişmesinden veya bahçede uzaktaki gölgeden izlendiğini fark ediyor, bir fotoğrafın fonuna bakarak çekildiği yeri bulmayı beceriyor, fare yakalamak için ekmek sepetine konulmuş zehri buluyor. DNA sonuçları beklediği gibi gelmediğinde hatasını görüyor.
Z KUŞAĞI YARGI MENSUPLARI
Mesleğe giriş kısmından sonra, filmde hukuk-toplum ilişkisine dair değişimler göze çarpıyor. Örneğin, tayin edildiği yerde kirada oturan; o yaşta Ankara plakalı arabası olan, belli ki kendi ebeveynleri de memurluk tayini yaşamış; bekâr, şehirli bir cumhuriyet savcısı var karşımızda.
Dahası, aracıyla şehrin dışına çıkıp, vücut hatlarını net şekilde ortaya koyan bir mayoyla herkesin görebileceği bir gölette yüzüyor. Sıklıkla kravatsız ve ceketsiz. Hatta özel bir yemek de olsa cumhuriyet savcısı -şu dönemde- rakı içiyor. Bunları gerçeklere uymadığını söylemek için değil, tam tersine bundan sadece 6-7 sene önce, genç ve bekar bir cumhuriyet savcısının hele küçük bir ilçedeyse lojmanda kalacağını ve çevreyle ilişkisinde böyle görünmemeye özen göstereceğini -Bir Zamanlar Anadolu’daki geleneksel cumhuriyet savcısını hatırlayalım- ama bugün, Cumhuriyet Savcısı Emre’nin yaptıklarının o kadar da düşünülemez olmadığını söylemek için vurguluyorum.
Emre, cumhuriyet savcısı olmak dışında hayatta başka seçenekleri olduğunu gören bir Z kuşağı üyesi. Diğer yandan, yargı personelini sıkıcı ve sürekli meslektaşlarınca izlendiği bir hayata sıkıştıran mesleki geleneklerin örneğin lojmanın, aslında güvenlik açısından ne kadar hayati olduğunu filmin sonuna doğru görmek mümkün. Yine bu minvalde, toplumla olan ilişkilerin mesafeli yürümesine yönelik mesleki geleneğin önemini de gözlüyoruz.
Filmdeki cumhuriyet savcısı belki hukuki işletiyor ama dosyaları başkalarıyla açıkça konuşmak gibi soruşturma gizliliği ile bağdaşmayan veya kendisinin de şüpheli duruma düşmesine sebep olan etik hatalar yapıyor.
Toplumu temsil eden avukat Şahin karakterinin, cumhuriyet savcısına yaklaşımı önce laubali sonrasında ise cüretkâr. Cumhuriyet savcısının katılmakta tereddüt ettiği belediye başkanının yemek davetinde, onun karşısına ilk görüşmelerinde bir soğukluk olmamış gibi tekrar çıkıyor.
Bununla kalmıyor, adeta avcılığına hukukla karşı çıkan cumhuriyet savcısına tuzak kuruyor. Ona kanuna aykırı bir pratik olan boğma rakı ikram ediyor; tahminen içkisine fark ettirmeden hap atıyor, bunun sonucunda Emre kendini kaybetmişken birlikte fotolarını çekiyor ve o bu perişan haliyle boğuşurken, şehrin zihinsel engelli ve Roman kadınlarından birini çalgıcılarla dans ettirip soyunduruyor. Peki, Şahin cumhuriyet savcısına intikamcı davranma cüretini nereden buluyor?
TOPLUMUN TEMSİLCİSİ AVUKAT HUKUKUN TEMSİLCİSİ CUMHURİYET SAVCISI
Taşra toplumunun temsilcisi Şahin’in zihninde, eğer “masum bir av”, hayvanlara eziyet olarak kodlanacaksa -nitekim toplumun daha önemsediği kedi köpek gibi evcil hayvanlar değil şehre yaklaşmış yaban domuzları söz konusu- o zaman genç cumhuriyet savcısına gösterilmesi gereken şeyler var.
Zira o cumhuriyet savcısı, yaşadığı şehre gelmesiyle beraber bu hayvanların avının geleneksel olarak yapılıyor olmasının; bunun toplumsal olarak kabul görmesinin yahut kimseye zarar verilmemiş olmasının eylemi hukuka uygun hâle getirmeyeceğini ifade edebilmiştir. Böylece sadece gelenekle hukuk değil aynı zamanda toplumla hukuk düzeninin temsilcileri de sürtüşmüştür. Aynı zamanda, cumhuriyet savcısı şehirde yaşanan kuraklık sorununu şahsen yaşasa da çözüm geliştirmekten çok, geliştirilen çözümlerin hukuki sonuçlarına odaklanmaktadır. Toplumla hukukun bir başka çarpışması da bu noktadadır.
Toplumla hukukun sürtüşmesi beklenen bir şey. Ancak bu sürtüşmede yeni olan, yargının eskiden görülen kapalı kutu olma özelliğini kaybetmiş olması. Bir sürü dizi çekiliyor yargı mensuplarını içeren. Dolayısıyla, herkes gibi insanlar görüyoruz. Dahası, eskisinden belki de en büyük fark, yargıdaki saygınlık kaybı.
Bugün doktorlara, avukatlara saldırıda bulunan toplum, cumhuriyet savcısını da bir yemek masasında sarhoş edip bardağına hap atma cüreti buluyor. Çünkü eskiden mesleki bilgi ve makam üzerinden toplum üstünde kurulan hiyerarşi bugün artık kabul görmüyor. Elbette hükümetin siyaset eliyle yargıya müdahalesiyle hukuk örselendi. Tutuklanan, hapse atılan ve meslekten men edilerek terörist muamelesi yapılan yargı mensupları da gördü toplum.
Bunların sonucunda, makamın toplumda uyandırdığı algı ve saygının da değiştiğini görüyoruz aslında. Atılanların yerine gelen ve artık çoğunluk olan yeniler nasıl başka değerleri ve kuşakları temsil ediyorsa, ilişkilerini eski mesleki gelenekler doğrultusunda yürütmüyorsa, toplum da yargı mensuplarını öyle görmüyor ve ilişkilerini o şekilde yürütmüyor.
YENİ BİR TOPLUM-HUKUK İLİŞKİSİ?
Filmde pek gündeme gelmeyen önemli noktalardan birisi meslek etiği. Cumhuriyet savcısı belki hukuki işletiyor ama dosyaları başkalarıyla açıkça konuşmak gibi soruşturma gizliliği ile bağdaşmayan veya kendisinin de şüpheli duruma düşmesine sebep olan etik hatalar yapıyor. Böyle bir durumda hemen dosyadan affını istemesi etik açıdan uygun olurdu. Nitekim Hâkim Zeynep -kadın olmasına da dikkat çekmek isterim- adeta bir mesleki antitez olarak devrede.
Bir kere evli ve eşi de doktor. Bu anlamda, mesleki gelenek açısından “makbul”. Cumhuriyet savcısına kıdemiyle ve kasabaya dair tecrübesiyle bilgi aktarıyor. Dahası, Emre’nin boynundaki morluğa dikkat etmiş ve hatta “kendinizden DNA aldınız mı” sorusunu da sorabiliyor. Aynı zamanda hukuken yapılması gerekeni yaparken, meslektaşının güvenliği açısından hukuka uygun olmayanı da -kendisine açıklayarak- yapacağını söylüyor.
Filmin sonu, Cumhuriyet Savcısı Eyüp Akbulut’un videosundaki “netice alınır alınmaz, hareket bizzat neticedir” demesini düşündürdü. Genç cumhuriyet savcısı Emre de hareket etmekte tereddüt göstermiyor.
Son yılların önemli toplumsal konularından birisi de eşcinsellik ve diğer cinsel yönelimlere yönelik hukuki ve ahlaki baskılar. Eşcinsellik şüphesi(!) altında olan bir kişiye -cumhuriyet savcısı da olsa- taşra yaklaşımının vardığı yer korkutucu ama bahsettiğim statü kaybı karşısında şaşırtıcı değil.
Diğer yandan, yaşı otuza yakın olması gereken şehirli bir cumhuriyet savcısının kendi cinselliğini hâlen keşfedememiş olması, ancak boynundaki morluğa bakarak arzuladığı bir erkekle arasında hatırlamadığı bir şeyler olmuş olabileceğini fark etmesi, bu olasılığa ilişkin korkular yaşaması -suda boğulma sahnesi- ürkütücü toplumsal baskısının boyutlarını da gösteriyor.
Son olarak, film obruk başında bir sahneyle başlayıp yine obruğun başındaki başka bir sahneyle manidar şekilde bitiyor. Hukuku gelenekle çiğnemek için yola çıkan toplumun, bunun neticesinde hukukun eline düşmesi ve onun süjesinin yapacağı soruşturmaya muhtaç kalması bir nevi “ilahi adalet”.
Bu anlamda filmin sonu, Cumhuriyet Savcısı Eyüp Akbulut’un videosundaki “netice alınır alınmaz, hareket bizzat neticedir” demesini düşündürdü. Genç cumhuriyet savcısı Emre de hareket etmekte tereddüt göstermiyor. Onun hukuki hareketlerinin sonuçları ile toplumun hukuksuz hareketlerinin sonuçları oldukça farklı. Hukuki yollarla bazen netice alınmayabilir ama alınabilir de. Oysa ikincisi sıklıkla hukuki yolların işletilmesine neden oluyor. Bu nedenle hukuk-toplum ilişkisinin yeniden şekillenmekte olduğu bu süreçte o kadar da umutsuz olmaya gerek yok.
---
[1] Aradığınız devlet bulunamadı, toplumdan destek alın, 24 Mayıs 2021, Gazete Duvar. https://www.gazeteduvar.com.tr/aradiginiz-devlet-bulunamadi-toplumdan-destek-alin-haber-1523082