Büyükşehirde yaşayan vatandaşlarda ücra beldelerde de aynı yoğunluktaki Suriyeli nüfusu görünce “Ne oluyoruz?” endişesi hâkim olmaya başladı. “Millet olarak kendimize ait özel alanımız kalmadı” gibi bir his oluşturdu bu durum.Hatırlarsanız, birkaç sene önce Belçika'da otobanda düğün konvoyu yapan ve yolda durup oynayarak trafiği aksatan Türk vatandaşlarımızın haberi vardı. Ülkelerinde yaşadıkları kültürü gittikleri yerde devam ettirmek istemişler ve bunun sonucunda da sürücülere 5 yıl boyunca trafikten men ve 2000 Euro para cezası verilmiş, 6 araca da el konulmuştu. Habere göre; davaya bakan hâkim, kararın gerekçesini şu sözlerle açıklamış: "Sadece trafik sıkışıklığına neden olmakla kalmıyorsunuz. Aynı zamanda, diğer sürücülerin sinirlenmesine yol açıyorsunuz ve davranışınız agresifliğe ve sonucunda ırkçılığın artmasına neden oluyor. Zaten yeterince ırkçı var, buna karşı durmanız gerekiyor. Yaptığınızın diktatöryel bir tarafı var. Yollar hepimize ait ve kimse kendi malı gibi kullanamaz. O esnada hastaneye yetişmeye çalışan birinin vaktini çalmış olabileceğinizi düşündünüz mü? E17 Avrupa'nın en kalabalık otobanlardan biri. Sizin dans edebileceğiniz bir yer değil. Oynarken, eğlenirken, kutlama yaparken başkalarını rahatsız etmeyin. Sizin mutluluğunuz diğer insanların huzursuzluğu olmasın…” Bu haberi okuduğumda hissettiğim duygu, millet olarak en büyük sorunumuzun her şeyle “bireysel olarak” mücadele etmek durumunda kalmamız olduğuydu. Yasalar ve politikalar, sorunlar karşısında yetersiz. Sosyal medyaya yansıyan olaylara karşı vatandaşı sakinleştirmek için alınan temeli olmayan kararlardan daha fazlası gerekiyor. Hep istediğimiz o “Avrupa standartlarında yaşam tarzı”nı, Orta Doğu mantığıyla elde edemeyeceğimizi ne zaman anlayacağız bilmiyorum.
Kültürel farklılıklara yenik düşen din kardeşliği
Bundan 5-6 yıl önce “Suriyelileri istemiyoruz” söylemine kızan muhafazakâr kesimden de “artık yeter” itirazları yükseliyor. Suriyeli sayısı arttıkça kültürel farklılıklar yoğun olarak hissedilmeye başlandı.
2011 yılında savaştan kaçıp ülkemize sığınan Suriyelilerin sayısını bugün milyonlarla ifade ediyoruz.
Savaşın kısa süreceği varsayılarak göçün getireceği sorunlar planlanmadığından ekonomik ve kültürel olarak ciddi sorunlar yaşadık, yaşıyoruz, yaşamaya da devam edeceğiz.
İktidarın “saldım çayıra mevlâm kayıra” mantığıyla yürüttüğü göç politikasının bedelini maddi anlamda değil manevi anlamda da ödüyoruz.
Bundan 5-6 yıl önce “Suriyelileri istemiyoruz” söylemine kızan, tepki gösteren Ak Partili veya muhafazakâr kesimden “Artık yeter” itirazları yükseliyor.
Bu olumsuz tavır ekonomik anlamda yaşanan zorluklarla birlikte, kültürel farklılıklardan da kaynaklanıyor. Suriyeli sayısı arttıkça kültürel farklılıklar her kesim tarafından ve yoğun olarak hissedilmeye başlandı.
Büyükşehirde yaşayan vatandaşlarda, memleketlerine veya gittikleri ücra tatil beldelerinde de aynı yoğunluktaki Suriyeli nüfusu görünce “Ne oluyoruz?” endişesi hâkim olmaya başladı. “Millet olarak kendimize ait özel alanımız kalmadı” gibi bir his oluşturdu bu durum.
Üstüne T.C. vatandaşlığı almanın kolaylaştırılması tuz biber ekti. Özellikle emlakçılar, müteahhitler ve esnaflar için T.C. vatandaşı adeta ikinci sınıf vatandaş oldu.
Gerekli önlemler en başında alınsaydı bunları yaşamayabilirdik elbette. Maalesef kısa vadeli planların uzun vadede dönüşü olumlu olmuyor.
Son on yılda yaşadıklarımız, sosyolojik açıdan bakıldığında göç edenlerin yaşaması gereken “kültür şoku”nu bizlerin yaşamasına sebep oldu.
O kadar ki; “din kardeşliği” anlayışı, uzun zaman karşılılık bulamayacak kadar zarar gördü.
Her ülkenin yazılı olmayan kültürel birlikteliği ve olağan düzeni vardır. Hayat tarzlarınız farklı olsa da bu kültürel birliktelik sizi bir arada tutar.
Sorun, sonradan gelenlerin orada var olanların düzenini bozduğu zaman başlıyor ve mütemadiyen buna maruz kalmak da doğal olarak karşısındakinin kimliği ne olursa olsun var olan açısından kabul edilemez boyuta ulaşıyor. Buna karşılık düzenin bozulmamasına yönelik bir yaptırım olmaması öfkeyi ve nefreti körüklüyor. Zira geçtiğimiz günlerde yaşanan “Muz” vakası birikmişliğin bir neticesiydi.