İklim Büke Okyar Mezmurlar Kitabı (Zebur), Kudüs’ü “Tanrının Şehri” olarak adlandırır. Zekeriya ise ona “Gerçekliklerin Şehri” der. Ama kimin Tanrısı ve kimin gerçeği? Kudüs ne yazık ki tarihi boyunca bu ezeli soruların ortasında koca bir siyaset sahnesine dönüştü. Bu dramanın merkezindeyse ana karakterler olarak hikayeleri kimi zaman Eski Şehir’den yayılmaya başlayan, kimi zaman da Eski Şehir’de son bulan güç sahipleri oluşturdular. Ancak bu hikayeler katlanarak yayılmaya başladıkça, gerçek ile inanç, din ile politika ve kutsal ile seküler arasındaki sınırlarda bulanıklaştı ve arkalarında çatışma ve kafa karışıklığından başka bir şey bırakmaz oldu. İsrailli yazar Amos Elon, “Geçmiş, ilham verme, canlandırma ve kışkırtma gücünü hiç kaybetmemiş gibi görünüyor” diye yazıyor Kudüs: Aynaların Şehri kitabında. “Bu kadar yıkıcı hafızanın olduğu yerde, biraz unutkanlık olabilir” diye de ekliyor.[1] Kudüs’ün kutsallığının hikayesi İbrahim’in üzerinde İsmail’i kurban ettiği söylenen “Muallak Taşı”nın etrafında şekillenir. Taşı koruyan ve bugün altın sarısı bir kubbeyle üzeri kapanmış, mavi çinileriyle göz alan Kubbetu Sahra’nın koruduğu Muallak Taşı Yahudilikte son derece kutsal olan Süleyman mabedinin de üzerine inşa edildiği 36 dönümlük alanı kaplayan ve şehre yukardan bakan dikdörtgen bir zeminden oluşur. “Tapınak Dağı” olarak da adlandırılan bu platform Müslümanlar için Haram al-Sharif olarak bilinir. İlk kıble (namaz yönü) olan ve Kubbetu Sahra’nın tam karşısında yer alan Mescid-i Aksa’yla bu platform İslam’ın Mekke ve Medine’den sonra üçüncü en kutsal mekanını oluşturur. Bu kutsal mekâna Müslümanlar tarafından Haram al-Şerif (soylu kutsal bölge, sınırlı mahfaza veya soylu tapınak olarak çevrilebilir) denmesi diğer isimlerine nazaran daha geç bir tarihtedir. Bu terimin tam tarihi belirsiz olsa da bunun ancak Osmanlı döneminde, Müslüman inancının örgütlenmesi ve Osmanlıların kutsal mekânların denetimi ile ilgili tüm konularda idari düzenin kurulmasıyla yaygınlaştığını biliyoruz. Osmanlı yönetiminden önce, bu alan genellikle Mescid-i Aksa (En Uzak Cami) olarak adlandırılıyordu. İsimlerin bu bariz çeşitliliğinin nedenleri farklılıklar göstermekle beraber, aslında Kudüs’ün uzun, karmaşık ve arada kalmış tarihini yansıtmaktadırlar. DİNLERİN KUDÜS TUTKUSU Yahudilikten, Hıristiyanlığa ve Müslümanlığa, Kudüs tarihi boyunca tüm kurumsal dinler için tutku uyandırmıştır. Yahudi milliyetçiliğini temel alan ve Filistin’de bir Yahudi devleti kurmayı arzulayan ideoloji 19. yüzyılda Filistin’e başlayan Yahudi göçlerinin de altyapısını oluşturmuştur. Dönemin ruhunu oluşturan milliyetçilik hareketleri içinde Yahudi milliyetçiliği de yerini almıştır. Kısa bir zaman içinde birbiriyle rekabet içinde olan bu milliyetçi hareketler bölgede Yahudi ve Müslüman çatışmalarını kaçınılmaz hale getirmiştir. Bunlar arasında, ilk akla gelen herhalde 1929’da al-Burak/Ağlama Duvarı’ndaki ibadet düzenlemeleri konusundaki bir anlaşmazlığın neden olduğu Filistin-Yahudi isyanlarıdır. Kudüs merkezli çatışmalar 1967’deki savaşın ardından yine sıkça kendini gösterir. Ağlama Duvarı plazasını oluşturmak için tüm Muğrabi Mahallesi’nin yıkılması 1967’de bir seri çatışma başlatır. Yine Avustralyalı aşırı dinci bir turistin El Aksa Camii’ni yakma girişimini takiben 1969’daki iki grup arasında şiddetli huzursuzluk yaşanmasına sebep olur. Ultra-orthodox Yahudi grupların platform üzerinde tapınağın temelini atma girişimlerinden kaynaklanan ve 1990 al-Aksa Katliamıyla sonuçlanan çatışmalar. 1996 yılında İsrail Hükümeti tarafından Hasmon Tüneli'nin açılması ve 28 Eylül 2000’de Ariel Şaron’un Haram al-Şerif'i kışkırtıcı ziyaretiyle İkinci (El Aksa) İntifada’nın patlaması süregelen çatışmalardan sadece birkaç örnektir. Bu çatışmaların tamamında görünürdeki motif dini bir çatışma gibi duruyor olsada meselenin temelinde siyasi liderlerin güçlerini pekiştirme çabası yattığı atlanmamalıdır. İSRAİL’İN KURULUŞU ve YAŞANAN KIRILMALAR Yirminci yüzyılın ilk yılları, egemen güçlerin sonlarına ve başlangıcına tanık oldu. Avrupa İmparatorluk güçleri, Birinci Dünya Savaşı’ndan galip çıktılar. Dört yüz yıldan fazla bir süredir Ortadoğu’yu yöneten Osmanlı idaresini mağlup ettiler. Yüzyıllar sonra ilk defa Kudüs gayrimüslim otoritenin kontrolü altındaydı. Otuz yıl içinde, İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle Ortadoğu’daki güç yapısında bir seri büyük değişiklik daha meydana geldi. İngiliz ve Fransız mandası altındaki iktidarlar emperyalist kuvvetlerden bağımsızlıklarını alarak ulus devlet yapılarına dönüştüler. Bu süreç Ortadoğu tarihinde yeni bir dönem açtı. Bu oluşumların en önemlilerinden biri, başkenti Kudüs olmak üzere Filistin topraklarında 1948 yılında kurulan İsrail Devleti’ydi. Ortadoğu’da Müslümanların hâkim olduğu topraklarda bir Yahudi devletinin kurulması, Araplar ve Yahudiler arasında büyük bir kırılmaya sebep oldu ve Kudüs’ün statüsünü tüm tartışmaların merkezine koydu. 1948 Arap-İsrail savaşı, Batı Kudüs’ün İsrailliler tarafından işgal edilmesiyle sonuçlanırken, Eski Şehir ve platformun da dahil olduğu Doğu Kudüs Ürdün hakimiyeti altına girdi. 1967'ye kadar Haram al-Şerif’in statüsü sabit kaldı. 1967 savaşı (Altı Gün Savaşı) Filistin-İsrail çatışmasında dönüm noktasını oluşturdu. İsrail güçleri Doğu Kudüs’ü ilhak ettiler. Eski Şehir de dahil olmak üzere Kudüs, aynı topraklarda iki kültür arasında daha fazla anlaşmazlığı önlemek için Haram al-Şerif platformunun yönetimini Müslüman Vakıf Konseyi ve Müslüman İdari İşleri altında bırakırken şehrin doğusu İsrail’in askeri ve siyasi yetki alanına girdi. 1967 sonunda İsrail kontekstinde iki grup Filistinli kimliğinden konuşabiliriz. Bunlardan birincisini yeni oluşan İsrail sınırları içerisinde kalan Doğu Kudüs gibi bölgelerde yaşayan Filistinli Araplar oluşturmaktadır. İsrail Devleti, terminoloji olarak bu grubu İsrailli Araplar olarak tanımlamaktadır. İkinci grupsa Batı Şeria ve Gazze’daki Filistinli Araplardır. 2006’dan sonra Gazze’deki Filistinliler siyasi olarak Batı Şeria’daki Filistin Otoritesinden ayrılarak, Hamas kontrolüne geçmişlerdir. Doğu Kudüs’ün 1967’de ele geçirilmesi, Yahudi nüfusu içindeki muhafazakâr dindar kesimin, 1970’lerde güçlenmeye başlayarak bugüne gelen ve İsrail’in siyasi arenasına hâkim olacak mesihî inançların daha belirgin hale gelmesine sebep olmuştur. Fakat Doğu Kudüs’ün İsrail Devleti tarafından ilhak edilmiş olmasına rağmen Yahudiliğin en kutsal yeri olan Tapınak Dağı / Haram al-Şerif’in Müslümanların kontrolüne bırakılması, 1970’ler itibarıyla Arap-İsrail çatışmasına yeni bir boyut katmıştır. İsrail Hükümeti’nin 1967’de platformu Müslümanların kontrolüne bırakma kararı birçok aşırı dindar Yahudi grubu kızdırmıştır. Ultra orthodox olarak adlandırılan dindar Yahudi gruplar için İsrail Devleti’nin kurulması ve Kudüs’ün ele geçirilmesi, Eski Ahit’te kendilerine vaat edilen mesih dönemlerinin başlangıcını simgelemekteydi. Ancak üçüncü Tapınağın inşa edileceği hayallerinin kurulduğu, şimdiki Kubbetü Sahra’nın bölgedeki hassas Arap-İsrail dengesini korumak adına Müslümanların kontrolünde bırakılması bu gruplar tarafından bir türlü kabul edilemedi. Ultra orthodox ve aşırı milliyetçi Yahudi gruplara göre, halklarının sembolü düşmanın ellerindeydi. Takip eden yıllar Yahudi köktenciliğinin siyasi çevrelerde yayılmasına ve devlet yapısı içinde söz sahibi olmasına tanık oldu. Siyasi liderler seküler vizyonlarını koruyor gibi görünse de Likud gibi partiler zaman zaman el altından, zaman zamansa açıkça aşırı sağ grupları ve bu grupların yayılmacı yerleşim hareketlerini desteklediler. 1970’ler ile 1990’lar arasındaki Yahudi köktenciliği, Filistinli yerli Müslümanlara karşı artan bir şiddete dönüşmeye başladı. Bu şiddet eylemlerinin çoğu, “İncil’deki İsrail topraklarının tümüyle mülkiyetini ve Yahudi halkının mesihî kurtuluşunu” sembolize eden Haram al-Şerif platformunu merkezine almaktaydı. Eski, laik İsrailli liderler, Arap İsrail çatışmasını bir Yahudi-Müslüman çatışmasına dönüştürmemenin öneminin farkındaydı. Ancak soğuk savaş döneminin bitmesi ve sürekli başarısızlıkla sonuçlanan Filistin-İsrail barış görüşmelerinin de etkisiyle güç kaybetmeye başlayan sol eğilimli seküler hükümetler siyasi pozisyonlarını koruyabilmek adına kutsal yerleri ve bu yerlerin etrafında şekillenmiş dini motifleri kendi siyasi ajandaları etrafında kullanmakta sakınca görmediler. Mesihi teşvikler hükümet desteği ile güçlendirilen, Doğu Kudüs, Batı Şeria (Judea and Samaria) ve odağındaki Haram al-Şerif platformu birçok provokatif olaya tanık oldu. Bu süreçler devlet destekli aşırı sağ Yahudi grupların güçlenmesini sağladığı gibi, aynı zamanda Müslüman Arap gruplarında sertleşmelerinin önünü açtı. 2020’lere geldiğimiz bugün Kudüs’te yaşanan olaylar tam da bu karşılıklı sertleşen ideolojik ve dindar yapıların karşı karşıya kalması. İlk defa yaşanmıyor. Muhtemelen son defa da olmayacak. İsrail Devleti’nin ayrımcı siyaseti ve her iki tarafın basiretsiz güç delisi liderlerinin saldırgan ve kışkırtıcı politikalarıyla şehri nasıl patlamaya hazır bir barut fıçısına dönüştürdükleri her halde bu son olaylardakinden daha fazla gözler önüne serilemez. [1] Amos Elon. Jerusalem: City of Mirrors. New York: 1995
İlkim Büke Okyar, İstanbul Yeditepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde Ortadoğu Siyaseti ve Toplum dersi vermektedir. Okyar, University of California, Riverside'da Siyaset Bilimi ve İdari Çalışmalar alanında lisans eğitimini tamamladıktan sonra, İsrail Ben-Gurion Üniversitesi'nden Orta Doğu Çalışmaları alanında doktora derecesini aldı. Arap kimliği üzerinde yaptığı çalışma İsrail'de Chaim Herzog özel ödülüne en başarılı doktora araştırması olarak layık görüldü. Araştırma alanı Ortadoğu'da milliyetçilik ve milli kimlikler gibi çeşitli konuları kapsıyor ve Levant'ı merkeze alıyor. Aynı zamanda erken cumhuriyet Türk siyasi tarihi ile de ilgilenmekte ve bu alanda çalışmalar yapmaktadır.