Loading...
Kötülüğün sıradanlaştırılması
Örgütlenmiş bir kötülük dönemindeyiz. Egemen sistemden, egemen devletlerden, egemen dinlerden, mezheplerden, kimliklerden, erkeklerden; ötekine, küçük olana, az olana, kurda, kuşa, ağaca, böceğe, köpeğe karşı büyük suçlar, katliamlar yapılıyor.
Belki bu denli büyük olaylar, katliamlar, cinayetler yaşanmasa insan olma duygusunu tümden yitireceğiz. Aslında bugün insan denilen varlığa en büyük öfkenin duyulduğu, sorgulandığı ve yaptığı onca kötülükten sonra varlığının olmamasının daha iyi olacağı bir kabulün giderek yaygınlaştığı bir dönemden geçmekteyiz.
Bu aslında başlı başına bir büyük yenilgi. Çünkü insan denilen varlık bütün kötülüklere rağmen iyiliğin egemen olacağı bir dünyanın kurucusu olma idealini ve ütopyasını hep yaşatmış, aktarmış ve mücadelesini vermişti. Ancak hiç bu denli karamsar bir dönem yaşanmamıştı. Duyguların yüzyıllık tarihleri yazılsa bu yüzyıl en karanlık dönem olarak anılacaktır. Sonrasını hep birlikte yaşamaya, görmeye ve anlamaya devam edeceğiz. Kim bilir belki de var olanı kabul etmeyip mücadele edeceğiz.
Ancak şunu da görmek gerekiyor. Sadece belli şoklara tepki veriyoruz. Görmeye cesaret edemediğimiz, tahammül sınırlarını aşan görüntülere ses çıkarıyoruz… Kötülüğün ne denli sıradanlaştığını ne denli büyüdüğünü, bizatihi içinde bulunduğumuz sistemin bunu üretmek durumunda olduğunu unutarak…Kahrederek, lanetleyerek, sosyal medyada en vurucu ifadeleri kullanarak ses çıkarıyoruz.
Kuşkusuz bunlar elbette değerlidir ancak yetersizdir. Örgütlenmiş bir kötülük dönemindeyiz. Egemen sistemden, egemen devletlerden, egemen dinlerden, mezheplerden, kimliklerden, erkeklerden; ötekine, küçük olana, az olana, kurda, kuşa, ağaca, böceğe, köpeğe karşı büyük suçlar, katliamlar yapılıyor ve bunlar sürekli bir hâl alarak kadermişçesine kanıksanıyor.
O yüzden görmediğimize ses çıkarmıyoruz. Sevmediğimize ses yükseltmiyoruz. Bizden olmayana susuyoruz. Ta ki kötülük gelip bizi bulana kadar. Çünkü kurduğumuz dünyada bir şeylerin bizi rahatsız etmesini, konforumuzun bozulmasını istemiyoruz. Yanı başımızda savaşlar, çatışmalar, göçler yaşanıyor.
İnsanlığın gördüğü en kitlesel göçler, dramlar, katliamlar süreklileşiyor. Doğanın her bir parçası yağmalanıyor. Ormanda çıkan yangın gibi herkes bilinmez bir tarafa koşuşturuyor. Kimse dönüp yaşadığı bu kötülüğün, maruz bırakıldığı bu zulmün nedenini, aktörünü sorgulamıyor. Büyük kötülüklerin küçük faillerinin cezalandırılması bize yetiyor.
Konya’daki katliam insan olma duyarlılığını ortaya çıkarmıştır. Ancak her katliam ve her kötülük kendi sınırlılıkları içinde bir tepkinin, sınırlı bir tepkinin oluşmasına ve sönümlemesine imkân tanıyor. Kimse ötesine geçip yaşadığımız düzenin yaşamın her bir parçasına uyguladığı zulmü görmüyor. Hiçbirimiz fotoğrafın büyüklüğünü, bütün ayrıntısını görmüyor ya da bakmaya cesaret edemiyoruz.
Düzenin yarattığı tipoloji, yarattığı kültür, davranış ve ürettiği barbarlık olağanlaştırılıp, normalleştiriliyor. Ve bütün bunlar olurken güçlü bir tepki verilmiyor. Verilmedikçe insanlık küçülüyor, kötülük büyüyor. İnsan olmanın ve insan kalmanın meziyeti, örgütlenmiş tepkidir. İnsan olmanın gerekliliği, sadece kendi çevresinde, kendi kentinde, kendi ülkesinde olana değil, dünyanın her bir santimetre karesinde olana yönelik bir duygudaşlığın, düşünce ortaklığının ve tepki birlikteliğinin gerekliliğidir. Yer yüzündeki bütün olumsuzluklara karşı tepkiler ortaklaştırılıp, örgütlenmedikçe insan olma süreci tamamlanmayacak, bütün kötülüklerin önüne geçilmesi de söz konusu olmayacaktır.
Metastaz yapmış kötülüklere karşı insanın çaresizliği her olumsuzlukla daha da derinleşmektedir. Çünkü insanın insandan bu denli yalıtıldığı, bireyselliğin bu denli yüceltildiği, toplumsal ve siyasal olanın bu denli arkaikleştirildiği bir başka dönem daha yaşanmadı.
O yüzden çare insanların eşit, özgür ortaklaşmasından, birlikteliğinden geçmektedir. Başka gezegenlerde yaşam arama mücadelesi kıymetli olabilir ama aslolan her canlı için yaşamın, iyi bir yaşamın yer yüzünde savunulmasıdır. Eşit bir yaşamın imkânları mevcuttur. Mesele bunun olmadığını bize söyleyen düzenin değiştirilmesidir.
Not: Başlık Hannah Arendt’ten esinlenerek atılmıştır.