Kötülüğün panzehiri örgütlü vicdandır

Abone Ol
Zaman, “memleketin tahammülü” ile “evrensel demokrasinin ilkeleri” arasında doğru orantı kurulabilmesi için mücadeleyi yükseltme zamanıdır. 62 yıl olmuş! Tarih, 28 Nisan 1960’ı gösterirken, siyasal hayatımızı yakından ilgilendiren önemli bir gelişme yaşanmıştı. O gün, İstanbul ve Ankaralı üniversite öğrencileri, iktidarın baskısını protesto etmek için alanlara çıkmışlardı. Protesto gösterileri sırasında en çok şu marşı, bugün bile hatırlıyoruz: “Olur mu böyle olur mu? Kardeş kardeşi vurur mu? Kahrolası diktatörler, Bu dünya size kalır mı?” MEMLEKETİN TAHAMMÜLÜNÜ BİLMEK O gençlerin arasında, henüz üniversite 2. sınıf öğrencisi olan Turan Emeksiz de vardı. Müziğe düşkün, sporcu, tiyatro sevdalısı, kitap kurdu biriymiş Turan Emeksiz. Yoksul bir ailenin çocuğuymuş; hem harçlığını çıkarmak hem de annesine destek olmak için demiryollarında iş bulmuş. Kazandığı paranın kendisine kalan bölümüyle hep kitap alırmış. Yardımsever, dayanışmacı, alçakgönüllü o güzel insan da, artık yönetemez hale gelen dönemin iktidarının bir gün daha iktidarda kalabilme hırsına kurban edilmiş; 28 Nisan 1960'da, üniversitenin kapısının da baktığı Beyazıt Meydanı'nda katledilmişti. Atacak taşı yokmuş; O da Enver Gökçe'nin dizeleştirdiği gibi yapmış: "Çıkardı yüreğini kan içinde Çarptı kötünün kafasına" Ama “kötünün kurşunu” gelip onu bulmuş. O “kötülüğü” yapan bulunamasın diye ona isabet eden kurşunun deforme edildiği yazılıyor. İşte o günlerde, tarihimizin gördüğü en renkli politikacı olarak bilinen Osman Bölükbaşı, dönemin iktidarını, “memleketin tahammülü ile oynuyorsunuz” diye suçlamıştı. Denilebilir ki çok kötü günlerden geçerek gelmişiz bugünlere. Doğrudur; o günler, bu güzel ülkenin kötü günleri imiş ama “ilk kötü günleri” olmadığı gibi "son kötü günleri" de değilmiş. Bu ülke, o tarihten sonra nice Turan Emeksiz’lerini kurban verdi; nice acılar yaşadı. Demokratik bir Türkiye’nin inşası için umudunu hiç yitirmedi ama! 200 yıla yakındır sürmekte olan demokratikleşme mücadelesi, zaman zaman kesintilere uğrasa da, Türkiye’yi, insanlığın evrensel birikimiyle buluşturma çabası hep var oldu. En zor zamanlarda dahi, memlekete ışık olabilecekler çıktı. KÖTÜLÜĞE SEYİRCİ KALMAMAKKötü günler”in bir daha geri gelmemesi için geçtiğimiz salı günü CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Çarşamba da, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, zor günleri atlatabilmek için mücadele çağrısında bulundular. Kılıçdaroğlu’nun şu sözleri kulaklara küpe niteliğindedir: “Dünya kötülük yapanlar yüzünden değil, seyirci kalanlar yüzünden bu hale geldi. Cesaret yoksa zafer yoktur.” Yıllardır söylenen, “susma, sustukça sıra sana gelecek” sözünün bir başka biçimde ifadesi ve bence çok daha vicdani bir ifade. Kılıçdaroğlu’nun cümlesini, Akşener’in tarihi nitelikteki sözleriyle tamamlayalım: “Bugün meselemiz; istibdat karşısında, hürriyet için dik durabilme meselesidir. Çünkü 1908’de istibdata karşı koyan ruh neyse, Gezi de odur.” Her iki konuşmanın da, Gezi’ye dair mahkeme kararından sonra yapıldığını hatırlatalım. O karar, o kadar vicdan yaralayıcı bir niteliğe sahipti ki Bülent Arınç’ından Hüseyin Kocabıyık’ına kadar iktidarın değirmenine su taşımış pek çok kişinin dahi tepkisini çekti. “Özgül ağırlık” sahibi Arınç’ın “dokunulmazlığı”na ses çıkarmayı göze alan olmamıştı ama Kocabıyık’ın “iktidar nimetlerinden yararlandırılarak vali yapılmış” eşinin ertesi gün merkeze çektiklerine tanık olduk. Onlar ilk kez “iktidar gücünün kötü kullanımı” ile karşılaşıyorlar; oysa iktidar, “memleketin tahammülü” ile ilk kez oynamıyor. Daha öncesi de var ve Türkiye artık tahammül edilemez bir noktaya gelmiş bulunuyor. İşte bu nedenle zaman, “memleketin tahammülü” ile “evrensel demokrasinin ilkeleri” arasında doğru orantı kurulabilmesi için mücadeleyi yükseltme zamanıdır. Vicdanın sesine kulak verip, kötülüğü yenelim. İstiyorsak yapabiliriz!