Korsaj

Abone Ol
Kreutzer’in filmi Korsaj, kadın bedeni üzerinde oluşan akıllara zarar ideal beden tahakkümüne karşı bir metadan daha fazlası olan kadın beynini yerleştiriyor. Kontrol, toplumsal normlarda ya da şekilci yasada değil kadının özgürlüğünde diyor! Cannes’ın Belirli Bir Bakış Bölümü’nde gösterilen Korsaj, festivalden ödül ile ayrılırken, Elizabeth rolünde izlediğimiz Vicky Krieps’e ise en iyi oyuncu ödülünü kazandırdı. Film, Avusturya İmparatoriçesinin bir bedene sıkışan, bir bedenden ibaret olan hikayesini konu ediniyor. Korsaj, bir dönem filmi. Fakat bir dönem ya da herhangi bir biyografik filme kafa tutan sinematografisiyle uzun süre akıllardan çıkmayacak gibi gözüküyor. Kreutzer’in yenilikçi rejisi ve Krieps’in aşkın oyunculuğu ile Korsaj melankoli ve trajedinin tüm ağırlığını üzerimize bırakıyor fakat bunu ajite etmeden yapmayı başarıyor. Elizabeth 40 yaşına gelmenin hüsranını nerelere atacağını bilemeyen biri olarak çıkıyor karşımıza. Statüsünün gerektirdiği imajı korumayı, varlık alanını sürdürmeyi dikte eden bir toplumun tüm endişesini bedeninde taşıyor. Yıllardır 45 cm değişmeyen bel ölçüsü ile tarihe geçen imparatoriçe, sıkışan ruhu ile bedenini sıkmaya devam ediyor. Genç kalabilmek uğruna yemiyor, içmiyor ve hatta gülümsemiyor. Vücudu için yaptığı her şey ruhundan bir şeyler alıp götürüyor. Film, bedeniyle birlikte ruhu da giderek yok olan bir kadının bir yıllık sürecine kamerasını döndürüyor. Elizabeth, ona dayatılan tüm normlarla bir yerden sonra baş edemiyor dahası artık baş etmek istemiyor. Bedeni için verdiği mücadele kendi varoluşu için verdiği mücadeleye evriliyor. Sıkışmışlık hissinden tüm kalıpları ve dayatmaları aşarak sıyrılmaya çalışıyor. Yıllardır tüm özeniyle uzattığı saçlarını kesiyor, odasının küvetinde nefesini tutmaya çalışıyor, psikiyatri servisine gidiyor; hastalarla sohbet edip teselli bulmaya çalışıyor, göle atlıyor, eroin kullanıyor… Saray eşrafınca onay verilmeyen tüm bu eylemler histerik ve anormal davranışlar olarak görülüyor. Oysa Elizabeth kontrolu kendisinde olmayan bedeninde artık söz hakkı istiyor. İnsanlar tarafından imajine edilen bedenine en büyük saldırıyı bu eylemleri yaparak gerçekleştiriyor. Fakat yaptığı her “anormal” eylem “normal” olmasını isteyen kurallar ile baskılanıyor.
Film, Elizabeth’in hayatının kurtuluşunu farklı bir noktadan yakalıyor. Kalıba sokulmaya çalışılan, değersizleştirilen, itibarsızlaştırılan vücudu, yok olarak varoluşunun nihai amacını gerçekleştiriyor.
Elizabeth bedenini korumak, 45 cm’lik bel ölçüsünü muhafaza etmekle yükümlü olsa da bazı şeyler hayatın olağan akışına ters düşüyor, en azından beden üzerindeki bu tahakküm sürekli değişen ve gelişen bir bedende olası değil. Kreutzer ve film, kadın bedeni üzerinde oluşan akıllara zarar ideal beden tahakkümüne karşı bir metadan daha fazlası olan kadın beynini yerleştiriyor. Kontrol, toplumsal normlarda ya da şekilci yasada değil kadının özgürlüğünde diyor! Korsaj, Elizabeth’in bedenini kusursuz göstermek için giydiği bir zırh adeta. Sıkılıyor, daralıyor, nefes almakta güçlük çekiyor fakat her gün ısrarla giymeye devam ediyor öyle ki Elisabeth’in yerine geçen nedimesi bir gün Elizabeth’in bel ölçülerine göre olan korsajı giyiyor ve soluksuz kalıp kusuyor. Bir zırhı bedeninde taşımanın mecburiyetiden doğan güçlük tüm vahametiyle karşımıza geliyor. ‘’Bana bak ve kırılganlığımın üstesinden geldiğimi gör!’’ demenin bir başka bir yolu ideal beden ölçülerinde kalmaya çabalamak. İmparotoriçe de sürekli sıvı tüketerek kilosunu sabit tutmaya çalışıyor. Elizabeth aç kalarak kültürel bir ‘’idealin’’ temsili oluyor... Bir bedene sahip olmak aynı zamanda normların, toplumsal ve politik örgütlenmelerin öznesi olmaktır öyle ki incecik bir beden, upuzun saçlar ve saray ahvali içinde evli, mutlu ve çocuklu muhteşem yaşamıyla normatif bir karakter Elizabeth. Fakat kendi nefesinde boğulurken her şey dışarıdan güzel gözüküyor yalnızca… Güzel bir yüz, fit bir vücut, kültürel idealin her türden göstergesi, bakış ile birlikte çalışarak sürekli olarak ideali işaret ediyor. Film, Elizabeth’in hayatının kurtuluşunu farklı bir noktadan yakalıyor. Kalıba sokulmaya çalışılan, değersizleştirilen, itibarsızlaştırılan vücudu, yok olarak varoluşunun nihai amacını gerçekleştiriyor. Uçsuz bucaksız bir okyanusun ortasına bırakarak bedenini; ruhunu özgür kılıyor ve ‘’varoluş özden önce gelse’’ de Elizabeth öz’ünü yok ederek varoluşunu gerçekleştiriyor… Kreutzer, kültürel değer algılarının bir metadan ibaret bıraktığı bedenin tasvirini incelikle işliyor ve her şeyin sonunda jenerik akarken, film şu mesajı akıllara kazıyor; ‘’İdeal, ulaşılacak bir vaha, varılacak bir yer, sevinçli bir kavuşma anı değil, ulaşmaya çalıştıkça özneyi sakatlayan bir fantezidir.’’ (Hakverdi G.)