Suçlu insan korkar ve yalan söyler, iftira atar, gerçekleri saptırmaya çalışır, kendi söylediği yalanlara başkalarının inanmasını bekler, inanılmadığında ise öfkelenir, suçlamaya başlar ve bağırıp tehdit eder. İnsan sosyal bir varlıktır. Aynı zaman da insan psikolojik de bir varlıktır. Nasıl ki sosyal bir çevre içerisinde kendi varlığını gerçekleştiren ve sosyalleşen insan varsa aynı zamanda psikolojik olarak da bu varlığını temellük eder. Psikolojik bir varlık olan insanı saran birçok duygu da var elbette; sevinç, hüzün, korku… Bana göre korku duygusu insanı en çok şekillendiren, değiştiren, yönlendiren ve zora sokan duygudur. Çünkü korku duygusu beraberinde olumsuz birçok duyguyu ve davranışı da getirir. Örneğin yalan söylemek, manipüle etmek, gerçeklerin ortaya çıkmasını engellemek, öfkelenmek… Korkan insan gerçekleri gizlemek ister, anlattığı şeylere inanılmasını bekler, inanılmadığında ise öfkelenir, şiddet uygulamaya kalkar. Bir iletişim bilimci olarak TV ekranlarında gördüğüm sabah kuşağı programlarında suç işleyen insanlardaki genel seyir bu şekildedir. Suçlu insan korkar ve yalan söyler, iftira atar, gerçekleri saptırmaya çalışır, kendi söylediği yalanlara başkalarının inanmasını bekler, inanılmadığında ise öfkelenir, suçlamaya başlar ve bağırıp tehdit eder. Senelerdir gördüğüm ve izini sürdüğüm reality programlarındaki suçlular genelde böyle yapmışlardır. Merak edenler Müge Anlı ve benzeri programların geçmiş bölümlerine bakabilirler. Korku hâlinin, insan psikolojisini soktuğu bu içinden çıkılmaz durum, kişilerde duygu durum bozuklukları dahil birçok davranış bozukluklarına sebepte olur. Örneğin, işlediği korkunç bir cinayet sonrasında tebessüm edebilen suçlular gibi… Bu olağan dışı durum hem bir suçluluk psikolojisinin hem de duygusal bozukluğun bir göstergesidir. Korku duygusuna kapılmış ve o korku dünyasına bir kez girmiş olan biri, kolay kolay o dünyadan çıkamaz. Çünkü korkunun etkisi ile girdiği yalanlar dünyasından çıkması zordur. Şayet o dünyadan çıkarsa dışarıda kendisini linç edecek, eleştirecek ve dışlayacak geniş bir kitle ile karşılaşacağını bilmektedir. O yüzden de mümkün olduğunca korkusunu gizlemeli, dik durmalı, güçlü görünmeli, yalanlar dünyasında yalanlar üretmeye devam etmelidir. Zihninde yarattığı ve inanmak zorunda olduğu o dünyadan çıkması demek, bir suçluluk psikolojisinin itirafı olacaktır. Şimdiye kadar ürettiği bütün yalanları, başkalarına isnat ettiği bütün iftiraları, masum olduğuna dair yaptığı bütün iddiaları boşa çıkacaktır. İşte bu, korkan biri için kaldırılmayacak derecede zor bir durumdur. Hele bir de kendisi gibi korku duygusuna yenik düşmüş başka birileri, ortakları varsa bu durum daha da vahim bir hâl almakta, adeta sürdürülmesi zorunlu bir duruma dönüşmektedir. Korku ikliminde yaşayan başka suç ortaklarının olması, esasında bazen rahatlatıcı da bir şeydir. Çünkü kendisi gibi hisseden başkalarının da oluşu o kişiyi rahatlatacak, suçluluk psikolojisini azaltacak, sürdürülebilir yalanlar üretmesini kolaylaştıracaktır. Ancak insan psikolojisinde bir de vicdan duygusu vardır ki bu da çok dönüştürücü ve güçlü bir duygudur. Zira vicdan duygusu, diğer duygular gibi her şeyi kabullenemez. İnsan ne yaparsa yapsın, vicdanına uygun bir iş yapmadıysa vicdan onu rahatsız etmeye başlar, dürter, köşeye sıkıştırır, huzurunu bozar. Bu duygudan kurtulmanın da bir yolu vardır. Bu yol gerçekleri kabullenmek ve itiraf etmekten başka bir şey değildir. Ancak gerçeklerle yüzleşemeyen ve kabullenemeyen insan, vicdanının baskısından kurtulamaz bu baskı onda bazı patlamalara neden olur. Vicdan adeta yerküredeki magma gibidir. Magmanın sıcaklığı yeryüzüne bir deprem bir volkan patlaması, bir tsunami dalgası olarak çıkar. Ve dünya bir süreliğine rahatlar. Vicdan da kalplerimizin magması gibidir. İçerisindeki gerçekler dışarı çıkarılmaz ise büyük yıkımlara, depremlere, sarsıntılara neden olur.
Dikkat edin, Müge Anlı’da suça karışmış kişiler hep saldırgan, suçlayıcı pozisyondadır. Kendi iftira ve yalanlarını destekleyen kişilerden birisi, olası bir durumda çark etsin, yol arkadaşını hemen hain ilan eder ve suçlamaya başlar.
Korkunun etkisi sadece bu kadar mı? Hayır. Korku duygusu, öfke ile beraber saldırganlığı da beraberinde getirir. Saldırganlaşan kişi, kendisi ile aynı iklimde bulunan kişiler yerine, kendisinden ayrı düşünenlere karşı öfkelenir. Saldırganlaşır. Hırçınlaşır. Suçlayıcı bir dil ile karşıdakini yaralamaya, zayıflatmaya çalışır. Zayıflatmalıdır zira kendi güçsüzlüğü ortaya çıkmamalıdır. Dikkat edin, Müge Anlı’da suça karışmış kişiler hep saldırgan, suçlayıcı pozisyondadır. Kendi iftira ve yalanlarını destekleyen kişilerden birisi, olası bir durumda çark etsin, yol arkadaşını hemen hain ilan eder ve suçlamaya başlar. Bu TV programlarında gözlemlediğim kadarı ile suçlu insanların, aynı zamanda aşırı derecede hassas olduklarıdır. Zira her şeyden şüphelenir, her şeye şüphe gözlükleri ile bakarlar. Halk arasındaki argo tabiri ile “buluttan nem kaparlar.” Bu hassasiyet duygusu da o kişilerin işlerini zorlaştırmakta, zihin dünyalarında yarattıkları yalanlarla örülü dünyayı kontrol etmelerini güçleştirmektedir. Çünkü suçlu ve hassas kişiler, etraflarında olup biten bütün olayları takip etmekten, olaylardan kendilerine pay çıkarmaktan, bu olaylara yetişmekten yorulurlar. Psikolojileri harap olur. Öfkeleri de şiddetleri de artar. Gerginleştikçe gerginleşirler. Bir süre sonra içinden çıkamadıkları bu korku ikliminden kurtulmaktan da vazgeçerler. Artık bu kişiler kurtarılamaz bir durumda olduklarına inanacaklardır. Bu inanç ise onlarda kurguladıkları yalan, iftira ve suçlarla dolu dünyalarına daha sıkı sarılmalarına neden olacaktır. Yani bu kısır döngüden kurtulamayan bireyler, madem kurtulamıyoruz o zaman sıkıca sarılalım diye düşünürler. İşte korkunun esiri olmuş bireyler, vicdanlarının sesini bastırarak öfkeyi açığa çıkaran volkanlar gibidir. Yine TV ekranlarındaki korkunun esiri olmuş suçlulara baktığımızda gizlenen başka bir duyguyu da görebiliriz: pişmanlık. Pişmanlık duygusu da korkuya eşlik eden bir başka duygudur. Ancak ne var ki pişmanlık duygusu erdemli yüreklerde ortaya çıkar ve çıkması da zordur. Pişman olan biri, korku duvarını aşabilirse itiraf eder, gerçekleri kabullenir ve cezasını çekmeye razı olur. Ancak dediğim gibi pişman olmak herkesin yapabileceği bir erdem değildir. Pişmanlık, birden çok feragat edilmesi gereken duyguyu gerektirir çünkü. Korku duygusu yaşayan insanlar, aynı zamanda daha fazla yalan, hata, iftira, öfkeye ihtiyaç duyarlar. Gerçekleri inkâr maskesi ile gizlemek, kişilerin duygusal blokaja girerek başka olumlu duygulara kapanmasına da neden olur. Öfkelenerek kendilerini daha az suçlu, daha az sorumlu ve daha çok kurban hissederler. Çözülmemiş suçluluk, kafamızda alarmı kapatılmamış çalar saat gibidir. Eğer o alarm kapatılamıyorsa başka şeylere konsantre olmanızı zorlaşır. Suçluluk duygusu, sağlıklı düşünebilmeyi de zorlaştırır. Suçluluk duygusu iş, okul ya da genel hayat talepleri ile yarışırsa suçluluk genellikle kazanır. İzlenimlerim, aktif olarak suçluluk duygusunun konsantrasyon, yaratıcılık ve verimliliği düşürdüğü yönünde... Bir psikoloji araştırmasında şöyle bir cümle geçiyordu: “Hatalarının sorumluluğunu almayı tercih etmeyen insanlar, bunun onları daha güçlü kıldığını, diğer insanların kendi üzerlerinde daha fazla güç sahibi olduklarını düşünürler.” Birinin sizi hayal kırıklığına uğrattığı, düşüncesizce konuştuğu, bir şeyleri yanlış anladığı veya sizi bir şekilde olumsuz etkilediği anları düşünün. Bu kişi hatasını kabul etmediği zaman kendinizi mesafeli, savunmacı, huzursuz ve hayal kırıklığına uğramış hissedersiniz. Bu kişiyle olan ilişkiniz, bu kabul edilmeyen hatanın altında ezilir. Karşınızdaki kişi hatasını kabul ettiği zaman ise kendinizi daha rahat ve huzurlu hissedersiniz. Üstelik karşı taraf hatasını kabul edince, sizin de ilerideki hatalarınızı kabul etme olasılığınız artar. Hataları kabul etmek kaygı seviyesini ve öfke gibi duyguları da azaltıyor. Bir hatayı kabul etmek artık o konunun kapanmasını sağlıyor ve kişiler başka konulara ilgi gösterebiliyor. Bu sebeple hatalarını kabul etmek, ilişkilerin sağlıklı ilerleyebilmesi için son derece önem taşıyor. Halbuki, korku ikliminden çıkan ve hatalarıyla yüzleşebilenler belki kısa bir süre eleştirilecek, yadırganacak ama gerçekleri ifade etmenin vicdan rahatlığı ile daha huzurlu yaşayacak. Çünkü gerçekleri söylemenin, hakikatlerle yüzleşmenin, hataları kabul etmenin verdiği huzur en büyük makamlardan daha büyüktür. *Bu yazıyı derin bir psikoloji bilgisi iddiası ile ve hiçbir kurum ve kişiyi de hedef alarak yazmıyorum, ama psikoloji alanında uzman kişilerin yorum ve değerlendirmelerine de sunuyorum.