Konumuz adaylık değil, seçim sistemi değişikliği
BÜYÜK TUZAK: ADAYLIK TARTIŞMALARI
Heyecan uyandıran bu konuyu gündemde tutmanın, muhalefetin nihai hedefi olan hukuk devleti ve demokrasi yolunda ne derece faydalı olduğu tartışmalı. Biz insanlar sosyal varlıklar olduğumuz için dedikodu yapmaya ve magazin haberlerine fazlasıyla düşkünüz. Hatta bu bizim ihtiyacımız.
Fakat konu 83 milyonun geleceğini ilgilendirdiği için Cumhurbaşkanı adaylığı ile ilgili yapılan açıklama ve haberlerin hiçbirine kesin karar gözüyle bakmamak gerekiyor. Erken seçim ilan edilse bile ancak birkaç ay içinde gerçekleşebilir. Şimdiden isimlerin tartışılması Millet İttifakı’nın adayı olacak kişiye zarar verecek. İktidarın adayı belliyken, muhalefet bu muğlaklıkta kendi potansiyel adaylarını korumak için genel başkanları ön planda tutmak zorunda.
Ayrıca iktidar medyası muhalefet liderleri arasına nifak sokmayı, bir kısım muhalefet medyası da siyaset magaziniyle tık almayı ve daha çok para kazanmayı hedefliyor. İki tarafa da aldanmamalıyız. İktidar, ülke medyasının yüzde 90-95’ini doğrudan veya dolaylı kontrol ederken, psikolojik savaş ve yıpratma stratejisine karşı soğukkanlı olmakta fayda var. Siyasetin asla görünen ve söylenenden ibaret olmadığını ve açıklamalara hızlı duygusal tepkiler vermemek gerektiğini aklımızdan çıkarmamalıyız. Öğrenilmiş çaresizlik ile rehavet arasında makul bir dengede durmayı bilmeliyiz.
Özellikle iktidar medyasının aday tartışmalarıyla muhalefeti birbirine düşürme ve seçmen gözünde kendi içinde çatışan bir muhalefet algısı yaratma yönünde özel bir çaba sarf ettiğini görmeliyiz. Örneğin, Demirören Medya’nın amiral gemisi CNN TÜRK, son 1 ayda 12 kez İmamoğlu'nu konu başlığına taşıdı. İktidarın hamlelerini yazılarından takip ettiğimiz Abdulkadir Selvi ise son 1 ayda 12 kez köşe yazılarında İmamoğlu'ndan bahsetti.
Bu yayın ve yazılarda İmamoğlu CHP içinde tartışmalara yol açan hırslı bir figür olarak kalıplaştırılıyor. İmamoğlu, Kılıçdaroğlu’na rakip gösterilip şeytanlaştırılırken, Yavaş ise Cumhur İttifakı dahil herkesin takdirini kazanan ideal figür olarak tanımlanıp İmamoğlu’nun başarısızlığı için bir kıyas unsuruna dönüştürülüyor. Böylece hem İmamoğlu-Kılıçdaroğlu, hem İmamoğlu-Yavaş rekabeti köpürtülmek isteniyor.
KILIÇDAROĞLU NEDEN İMAMOĞLU VE YAVAŞ’A HAYIR DEDİ?
Bu noktada Kılıçdaroğlu’nun belediye başkanlarının bir dönem daha görevlerine devam etmeleri gerektiğine dair açıklamasını ciddiyetle değerlendirmek gerekiyor. Kılıçdaroğlu'nun A planının İmamoğlu veya Yavaş olmadığı çok açık. Anketlerde bu iki isim öne çıksa da bu isimlerin görevlerinden ayrılmaları belediye başkanlığını AKP’ye teslim etmek anlamına geliyor. Çünkü belediye meclislerindeki çoğunluk Cumhur İttifakı’nda. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu hem seçim kampanyasını hem de 2024 yerel seçimlerine kadarki süreci düşünerek, İmamoğlu ve Yavaş haricinde bir adayla kazanmak istiyor. Ancak tabi ki son karar anketlere ve diğer partilerin beklentilerine göre şekillenecek.
Kılıçdaroğlu’nun A planının İmamoğlu veya Yavaş olmasının önüne geçen iki kritik muhtemel gelişme söz konusu. Birincisi, AKP’nin belediyelerin sağladığı imkanlarla seçim kampanyasında güç kazanması ve böylece Cumhurbaşkanlığını kaybetse bile mecliste muhalefete kritik çoğunluğu vermemesi ihtimali. İkincisi, eğer 2023-2024 arasında İBB veya ABB AKP’nin eline geçerse belediyelerin geniş imkanlarıyla AKP'nin küllerinden doğma arzusunun diri kalması. Cumhurbaşkanlığına İstanbul’dan yürüyen Erdoğan için belediyelerin ne kadar büyük önem taşıdığı biliniyor. Ayrıca muhalefet Cumhurbaşkanlığını kazansa bile AKP, belediyelerin kaynaklarını kullanarak sert muhalefet yapacak ve yargı ile bürokrasideki partizanlarına yeni iktidarın reformlarına direnmesi için cesaret verecek.
İBB örneğini düşündüğümüzde 85 bin kişiyi istihdam eden ve İmamoğlu öncesinde havuz medyası ve iktidara yakın vakıf ve cemaatleri fonlayan bu kurumu AKP’ye teslim etmek, bu büyük kaynak, istihdam ve propaganda makinesini iktidara vermek anlamına geliyor.
MUHALEFETİN ESAS ODAKLANMASI GEREKENLER
Türkiye devletiyle, toplumuyla, doğasıyla kırmızı alarm veriyor. Türkiye "ülkem yanlış istikamette gidiyor" diyenlerin dünyada en yüksek olduğu 4. ülke (%82). 10 AKP’liden 3’ü ve MHP’lilerin yarısı da bu kanaatte. "Ülkem yanlış istikamette gidiyor" diyenlerin son 5 yılda en çok arttığı ülkelerden biri Türkiye: 2016-2021 arasında %55'ten %82'ye fırlamış (+27 puan). Aynı sürede dünya geneli artış ise sadece %2.
Aynı zamanda Türkiye'de “sorunları çözmek için kuralları ihlal edebilecek güçlü bir lidere ihtiyaç var” diyenlerin oranı son 5 yılda %22 azalarak %66’dan %44’e gerilemiş. Anlaşılan o ki Türkiye halkı 2016 sonrasında hamasete doymuş durumda ve ortak akılla yöneten siyaset elitlerini arıyor.
Muhalefet bu şartlarda öncelikle ve kesinlikle kameralar önünde bir araya gelip, yönetilemeyen ekonomi, eğitim, pandemi, göç, güvenlik, doğal afetler ve adalet sorunlarına dair pratik ve anlaşılır önerilerini tek bir ağızdan duyurmalıdır. 2019 yerel seçimleri, 2020’de pandemi sosyal dayanışması ve 2021’de #128milyardolarnerede kampanyası ancak bu tek seslilik ve ittifak ruhu sayesinde muhalefetin başarısıyla sonuçlandı.
Unutulmamalı ki muhalefet 2019'da bir araya gelmese 11 belediyeyi kazanamayacak, nüfusun % 50'sini değil, sadece % 14'ünü yönetecekti. İktidarın beceriksizliğine karşı başarılı yönetim modelini sunamayacaktı.
Ancak muhalefetin profesyonel ve etik çerçeve içinde bir araya gelebilmesi için muhalefet siyasetçilerinde yaygın görülen dört temel sorunun çözülmesi gerekiyor:
1-Liderler sadece siyasetçiler ve partiler arası diplomatlık faaliyetleri yapmakla yetinmeyip partilerini profesyonelliğin gerektirdiği ölçüde disiplin, hiyerarşi ve ciddiyetle yönetmelidir. Yardımcı ve danışmanlarına ilettiği konuların ne derece çözüldüğünün takipçisi olmalıdır. Gerekiyorsa yardımcı ve danışmanlarını değiştirmelidir.
2-2019 yerel seçimleri sonrasında iktidarın tadını alıp iştahlanan tüm muhalif partiler, siyasetçiler, yöneticiler, belediyeciler ve hizipler, parti içi ve partiler arası hesapları, hırsları ve kavgaları bir yana koyup liderlerine proje üretmeli ve bunları kameralar önünde duyurması için baskı yapmalıdır. Birikmiş enerjiyi nifaklara değil ittifaklara harcamalıdır.
3-Tüm partiler, siyasetçiler, yöneticiler, belediyeciler ve hizipler yaşanan krizlerde 2002-2016 arası dönemde hakim olan öğrenilmiş çaresizlikten uzaklaşmalı, sadece eleştiride bulunup bağırıp çağırmaktan vazgeçmeli ve her koşulda çözüm arayıp dayanışmayı hedeflemelidir.
4- Tüm partiler, siyasetçiler, yöneticiler, belediyeciler ve hizipler, parti imkanları ve belediye nimetlerine dayalı kayırmacılık ve yolsuzluk alışkanlıklarından kurtulmalı, kurtulamayan siyasetçilerden de arınmalıdır. İstisnasız her konuda iktidarın siyasi ve ahlaki yanlışlarından uzak durmalı, bu yanlışlara ortak olmamalı, seçmeninin ne kadar talepkar ve muhalif olduğunu aklından çıkarmamalıdır.
İKTİDARIN ÇIKIŞ PLANI VE MUHALEFETİN SON STRATEJİSİ
Kamuoyu muhalefet adaylarını tartışadursun, Erdoğan Bahçeli’yi de ikna ederek yeni bir seçim kazanma planı yapıyor. Bu plan, (1) dış politikada Batı ile pazarlığa dayalı stratejik ilişki, (2) iç politikada Kürt meselesinde HDP’siz yumuşama, (3) seçim sistemi değişikliği ve muhalefetin bölünmesiyle meclis çoğunluğunu kazanıp başkanlığı ikinci turda elde etme ve (4) popülist ekonomi politikalarına dayanıyor.
AKP’nin seçim sistemi değişikliği planı şu: Daraltılmış bölge sistemiyle 5’er vekilden oluşan 120 seçim bölgesi oluşturulacak. Bu bölgeler AKP/Cumhur İttifakı’nın en çok sayıda bölgede birinci olabileceği şekilde düzenlenecek (gerrymandering yöntemiyle).
Ayrıca sandalyeleri seçim bölgesinde elde ettikleri oy oranlarına göre partilere dağıtan mevcut D’Hondt sistemi yerine, tüm sandalyeleri birinci olan parti/ittifaka veren çoğunlukçu sistem getirilecek. Bahçeli’nin 45 sandalye veya bazı seçim bölgelerini tamamen MHP’ye bırakma karşılığında bu değişikliğe evet demeye hazır olduğu aktarılıyor.
Menderes’in Demokrat Parti’sinin çoğunlukçu sistem sayesinde 1954’te %58 oyla 541 sandalyenin 503’ünü kazandığını hatırlayın (sandalyelerin %93’ü) ve bugünkü Türkiye seçim sonuçları haritasını gözünüzün önüne getirin. Çanakkale’den Kars’a, Sinop’tan Hatay’a uzanan sapsarı bir tablo göreceksiniz. Bu tabloda Cumhur İttifakı %35-40 seviyesine düşse bile 120 seçim bölgesinin en az yarısında birinci olacağı için TBMM çoğunluğunu elde edebilecek.
Başkanlık seçiminde de nifak-bölme-parçalama stratejisiyle muhalefeti çok adayla yarışmaya zorlayıp, seçimin ikinci tura kalması isteniyor. İkinci turda ise ilk seçimde elde edilen TBMM çoğunluğu gücüyle kararsızları ve sağ seçmenin tamamını Erdoğan’a oy vermeye ikna edilmesi hedefleniyor.
Muhalefetin buna karşı tek panzehiri, tek parti/ittifak, tek liste ve ortak aday ile seçime katılmak olacak. Şimdiden iktidarın muhtemel çıkış planına karşı bu son stratejinin temeli, 2019 yerel seçimlerinde uygulanan ortak formülün eksiksiz olarak tekrarlanabileceği şekilde hazırlanmalı.