Bugün koalisyonlar ve ittifaklar, içe kapanmış, birbirine kuşku ile bakan kesimlerin ve onların temsilcilerinin birbirleriyle ilişki kurabilmesinin ve ortak bir gelecek üretebilmesinin temel şartlarından biridir. Son yıllarda yaşadıklarımız, parti adından bağımsız olarak güçlü bir tek parti iktidarının bu coğrafyada ne kadar tehlikeli olabileceğini göstermesi açısından öğretici olmuştur. Ne yazık ki, siyasi iktidar sahip olduğu siyasal gücü, siyasetin kurumsallaşması, devlet-toplum ilişkisini demokratikleştirme yerine devlete eklemlenme ve devlet kurumlarını nepotik   tercihlerle partilileştirmek için kullandı. AK Parti, iktidarını sürdürmek için devlete eklemleştikçe, devlet de kendi ideolojik sürekliliğine uygun biçimde AK Parti’yi dönüştürdü. Ki bu sadece AK Parti için söz konusu değildir. DP ve ANAP için de bunları söylemek mümkündür. Bu açıdan şunu söyleyebiliriz; bu toprakların siyasal kültürü güçlü tek partiye uygun değil. Bunun temel nedeni de uzun dönemli bir Osmanlı deneyiminden devralınan ve sürdürülen devlet-toplum ilişkisinde devletin hakim bakışının, yönetim zihniyetinin sürekliliğidir. Bu sürekliliğin temelinde devletin güçlü, toplumun zayıf olması ve kaçınılmaz olarak; devletin toplumu kendine göre göre şekillendirmesi ve baskın olmasıdır. ZİHİNSEL SÜREKLİLİK SORUNU Gerçeğin, doğrunun ve bilginin gücü elinde tutanlar tarafından belirlendiği bu yönetim modeli kaçınılmaz olarak otoriter zihniyete dayanır. Otoriter zihniyet ise, tek doğru, tek gerçek, tek kimlik ve homojen bir toplum tasavvur eder. Bu yüzden toplumsal, kültürel farklılıklara kamusal alanda tahammül yoktur. Böyle yönetimlerin, toplumdan beklediği, devletin çizdiği sınırlar içinde kalmasıdır. Osmanlı’dan bugüne güçlü iktidarların yaptığı budur. Ancak itiraf edelim ki, AK Parti uzayan iktidar süresi ile her açıdan geçmişteki örneklerinin önüne geçti. Evet Cumhuriyet’in ilk yıllarında da devlet, toplumsal farklılıkları özel alana iterek kamusal alanı kendi tanımladığı “makbul vatandaş” kimliğe boyadı. Kürt, muhafazakâr, Alevi, gayrimüslim “kimlikleri” kendileri olarak değil devletin tanımladığı kimliği benimsediği ölçüde kamusal alanda görünürlüğüne ve temsiline izin verdi. DEVLET AKLININ YARATICI KULLANIMI Devlet için toplumda var olan farklı kimlikler dönemin güç dengelerine göre iş birliği yapılan, yararlanılan kimlikler oldu. Örneğin devlet, komünizm tehlikesine karşı milliyetçiler ve İslamcıları; İslamcılığa karşı Alevileri; solculara karşı İslamcıları; farklı cemaatlere karşı ulusalcılarla işbirliği yaptı. Devletin kendi gücünü korumak için giriştiği bu konjonktürel iş birliği, farklı toplumsal kesimlerin birbiriyle siyasal, demokratik ve eş düzeyli bir ilişki kurmalarının önünü daima kapalı tuttu.
Devlet için toplumdaki farklı kimlikler dönemin güç dengelerine göre iş birliği yapılan, yararlanılan kimlikler oldu. Bunun doğal sonucu olarak farklı kesimlerin birlikte ortak bir gelecek kurma kaygısı hiçbir zaman olmadı.
Bu engellemenin doğal sonucu olarak farklı toplumsal kesimlerin birlikte ortak bir gelecek kurma kaygısı hiçbir zaman olmadı. Farklı toplumsal kesimler var olan sorunlarını siyasal yollardan mücadele ile değil, devlet ile müzakere, pazarlık ederek çözmeyi tercih ettiler. Bugün karşı karşıya olduğumuz sorun tam da budur. Yani farklı toplumsal kesimlerin sorunlarının çözümü devletle değil birbirileri ile konuşabilmesinden, birlikte hareket ederek olabileceği yönündeki deneyimsizlik ve inançsızlıktan. İşte Millet İttifakı özelinde muhalefetteki siyasal partilerin birbirleri ile konuşabilmesinin önem ve değeri tam da bu noktadadır. Bu ittifak ile başlayan süreç, Türkiye’nin önümüzdeki döneminde farklı toplumsal kesimler arasında, yan yana değil bir arada yaşama ve ortak gelecek kurma konusunda iş birliği ve diyalog kanallarının da açılmasıdır. Bu bir açıdan geçmişin koalisyonlarının önceden ilan edilmesidir. Türkiye’de belli kesimler “koalisyonların” olumsuz olduğunu sık sık tekrarlıyorlar. Oysa gerçek koalisyonlar, tersine birlikte yaşamanın temel referanslarının üretilmesinin en önemli şartıdır. Sorun Türkiye’de koalisyonların ortak bir gelecek kurma, sorun çözme temelinde olmamasıdır. Bu açıdan  koalisyonların başarısız olduğu algısının nedeni koalisyonların, “apolitik/siyasetsizlik” üzerine kurulmuş olmasındandır. Bunun nedeni siyaseti koalisyonlar değil devlet yapıyor olmasıdır. Bu yapıda koalisyonlara düşen ise devletin sahip olduğu rantın, devlet kaynaklarının paylaşım ve dağıtımı üzerine kurulmuş olmasıdır. Oysa gerçek koalisyon, farklılıkların ilkeler üzerinden uzlaşarak birlikte devleti denetleme gücünü ele alması demektir. SİYASİ KOALİSYON DEĞİL PAYLAŞIM ORTAKLIĞI İDİ Bugün koalisyon ve ittifaklar tam tersine içe kapanmış toplumsal, gettolaşmış, birbirine kuşku ile bakan kesimlerin ve onların siyasal temsilcilerinin birbiriyle ilişki kurması, birbiriyle konuşabilmesi ve ortak bir gelecek üretebilmesinin temel şartlarından biridir. Eğer Türkiye, içe kapanmış gettolar, küçük cemaatler toplumu olarak yaşamaya devam etmeyecekse bunu yolu kamusal alanda herkesin kimliği ile olduğu eşit vatandaşlık zemini üzerinden bir ilişki üretmekten geçiyor. Ve bunun yolu, her şeyi belirleyen, toplumu kendi doğrusuna göre şekillendiren güçlü iktidardan değil, farklı olanı olduğu gibi kabul eden ve birlikte yaşama konusunda inisiyatifi koymaktan geçiyor. Millet İttifakı’nın gerek ortaya çıkış süreci gerekse ittifakın genişleme süreci aynı zamanda var olandan farklı yeni bir siyasal kültürün, farklıların birbiriyle konuşabilmesi açısından yeni bir deneyimdir. Bu açıdan siyasi iktidar, her durumda bu ittifakı bozmayı birincil hedef seçmiştir.