Kitle toplumu ve totalitarizm

Abone Ol
Kitle toplumunda gerçek bireysel kimlik yok olduğu için, kişiler bir yerlere ait olmayı isterler. Üyelerden mutlak itaat ve sadakat talep eden hareketler, partiler, ideolojiler kişilerin bu ihtiyacını karşılar. Cezaevinde istediğin kitabı okumak çok kolay değildi. Gerek kütüphanedeki kitap sayısının sınırlı oluşu gerekse istediğin kitabın o hafta başka koğuşta olma ihtimali vardı. Üç kişilik koğuşa, ilk bir iki ay haftada bir, bazen iki kitap düştü. Bu dönemde gelen kitaplardan biri de Fatmagül Berktay’ın Dünyayı Bugünden Sevmek” adlı kitabıydı. Bu kitabı cezaevinden önce de okumuştum. Ama cezaevinde yeniden okumak ilginç olacaktı ve öyle de oldu. Kitap, Hannah Arendt’in politika anlayışını analiz eden bir çalışmaydı. Ama Arendt’i benim için özel kılan “yazma” hakkındaki şu tespitidir; Benim için önemli olan anlamaktır. Bana göre yazmak, anlamanın peşine düşmektir, anlama sürecinin parçasıdır.” Bu tespit, benim yazı hayatım için bir mottodur. Kitapta yer alan makalelerden en önemlisi kuşkusuz  “toplama kamplarını” analiz ettiği Totaliterizmin Paradigması Olarak Toplama Kampı”dır. Çünkü bu makale, günümüz Türkiye’sini anlamak açısından önemli ipuçları içeriyor. “ÇALIŞMAK ÖZGÜRLEŞTİRİR” Makale Auschwitz Toplama Kampı’nda yaşamış olan Prima Levi’nin gözlemiyle başlar. Kendisi revirde olduğu için zorunlu çalışma kamplarına götürülen tutukluların giriş kapısının üzerinde “Çalışmak Özgürleştirir” yazan kamptan ayrılışını anlatır. Tutuklular, çalışma kamplarına yine tutuklulardan oluşan orkestranın çaldığı Alman marşları ile yollanmaktadır. Orkestra çalmaya başlayınca yoldaşlarımızın sis içinde birer otomat gibi yürümeye başladıklarını anlarız; ruhları ölüdür ve tıpkı rüzgarın ölü yaprakları sürüklemesi gibi müzik onları yönlendirir ve iradelerinin yerini alır. Artık irade diye bir şey yoktur: Davulun her vuruşu,  bir adım, yorgun kaslarda koşullu bir kasılma haline gelir. Almanlar bunu başardı. Çalışmaya giden tutuklular on bin kişi, ama tek bir gri makinaya dönüşmüş gibiler; nasıl hareket edecekleri kesinlikle önceden belirlenmiş durumda; düşünmüyorlar, arzu etmiyorlar, yürüyorlar.” İşte bu toplama kamplarında başarılan insanın, insansızlaştırılması, iradesinin yok edilmesi ve kitle toplumunun parçası yapılmasıdır. Bu aslında Berktay’ın sorduğu; “totalitarizmin dayanağı ve esas niteliği yani lidere, ideolojiye ve düzene itaati olan milyonlarca insan nasıl ortaya çıkmıştır?” sorusunun da bir cevabıdır. Cezaevinde bu makaleyi okuduğumda Türkiye’deki siyasi ve toplumsal koşulları ve tabii ki cezaevini de düşündüm. Sonuçta tecrit altındaydık ve bir sürü yasak vardı. Ve içinde bulunduğumuz koşullar nedeniyle de, cezaevleri de bir anlamda toplama kampı idi. Ve de tecridin en büyük hedefi bizim iradelerimizi ortadan kaldırmaktı. KİTLE TOPLUMU Diğer yandan Türkiye’de yönetim, kavramsal düzlemde bir totalitarizm olmasa da toplumda önemli bir kesim, bir anlamda kitle toplumu tepkisi vermektedir. Kitle toplumunda gerçek bireysel kimlik yok olduğu için, kişiler bir yerlere ait olmayı isterler. Üyelerden mutlak itaat ve sadakat talep eden hareketler, partiler, ideolojiler kişilerin bu ihtiyacını karşılar.
Kitle toplumu; farklılıkları içinde benzersiz olan bireylerin ‘fuzuli’ (gereksiz, vazgeçilebilir) kılındığı bir toplumdur.” Kitle toplumunda gerçek bireysel kimlik yok olduğu için, kişiler bir yerlere ait olmayı isterler.
Erdoğan’ın AK Parti tabanı, Bahçeli’nin MHP tabanı ile kuruduğu ilişki, bu türden bir ilişkidir. Nitekim görsel medya üzerinden gerek tartışma programları gerek haberler gerekse tarihsel gerçekleri tahrif eden dizilerin, bu kitle için ifade ettiği anlam burada ortaya çıkıyor. Bütün bunlar bu kitlenin lidere ve partiye bağlığını diri tutan araçlardır. Tabii, bunu destekleyen bir büyük anlatı da dış düşman/lar ve onların içerideki işbirlikçileridir. TOPLUM OLMAYA İHTİYACIMIZ VAR Türkiye’de belli toplumsal kesimlerin kolayca kitle toplumun parçası yapması, onların duygusal olarak duydukları, onları ruhsal olarak tatmin edecek tarihsel anlatıları olan ihtiyaçlarıdır. Geçmişin bu kadar yüceltilmesi de tarihsel sembollerin bu kadar kamusallaşmasının anlamı da budur.
Türkiyenin en çok toplum olmaya ihtiyacı var. İster dinsel ister seküler olsun farklı cemaatlerin yan yana değil birlikte, ortak bir gelecek, yeni bir kimlik inşa etmesi gerekiyor.
Oysa Türkiye’nin en çok toplum olmaya ihtiyacı var. İster dinsel ister seküler olsun farklı cemaatlerin yan yana değil birlikte, ortak bir gelecek, yeni bir kimlik inşa etmesi gerekiyor. Hepimizin bulunduğu küçük kamplardan çıkmamız gerekiyor. Bunu yolu da toplumu inkâr etmeyen, toplumla barışık bir bireyselleşmeden ve sonradan toplumsallaşmadan geçiyor. Sonuç olarak, evet Türkiye’de belki totaliter bir yönetim yok ama ne yazık ki totalitarizmin ideolojik araçları uzunca bir süredir hayatımızdadır. Farkında olsak da, olmasak da… Yazıyı Arendt’in şu sözüyle bitirelim; Bu dünyadan ayrılırken; iyi insan olmaktan çok, ardımda daha iyi bir dünya bırakmış olmayı isterim.” Peki ya siz? Bu yazıyı, 27 Ekim 2016 yılında Silivri Cezaevi’nde yazdım. Geçtiğimiz Cuma yazısının devamı niteliğinde olduğu için sizlerle paylaşmayı istedim.