Loading...
Kimlik siyaseti mi kimlikçi siyaset mi?
Bir kere şunu temizleyelim. Kimliklerin taleplerini ifade etmek “kimlik siyaseti” yapmak değildir. Ama mesela Yavuz Ağıralioğlu’nun “Müslüman olmayan Kürde niçin Kürt diyelim? Niçin insan diyelim?” sözleri İslam kimlikçiliğinin en açık ifadesidir.
Geçen gün Halk TV’yi seyrederken CHP Milletvekili, çok değer verdiğim vekillerden biri olan Levent Gök’ün bir konuşmasına denk geldim. Mealen diyordu ki, bu ülkede herkes eşittir, artık kimlik siyasetine son vermek gerekir. Kılıçdaroğlu ile Roboski dönüşünden sonrasındaydı sanırım. Gerçekten de bu ülkede kimlik siyaseti olarak adlandırılan kimliklere referansla yapılan siyasete son vermek gerekliliği bugün Türkiye’de barış ve huzur isteyen herkesin hayır olmaz diyebileceği bir şey değil.
Peki kim yapıyor bu “kimlik siyasetini” acaba? Bu soruya cevap verecek birçok kişinin aklına hemen HDP gelecektir. Oysa bu “akla hemen geliverme” olgusu da AKP’nin yarattığı HDP=PKK algısıyla iç içe olan bir durum.
Bir kere şunu temizleyelim. Kimliklerin taleplerini ifade etmek “kimlik siyaseti” yapmak değildir. Tabii ki her kimlik kendine, kendi kültürüne ilişkin talepleri dile getirecek, bu amaçla parti kuracak, propaganda yapacaktır. Bu faaliyetleri “kimlik siyaseti” kapsamına değil demokrasi mücadelesine kapsamına girmesi gereken mücadelelerdir.
Ama kimliklerle bağlantılı ve demokrasiye uymayan ve asıl eleştirilmesi gereken siyaset tarzına “kimlikçi siyaset” tarzı demek gerekir. Çünkü bu tür siyaset, bu tür siyaseti uygulayan parti ya da kişilerce diğer kimliklere kendi kimliğini empoze etmek üzere uygulanır. Mesela siyasal İslam, herkesin Müslüman olması gerektiğini söyleyerek diğer kimliklere ayar vermeye çalışır. Mesela İYİ Partili Yavuz Ağıralioğlu geçenlerde şöyle sözler söylemiş “Biz Müslüman olmayan Türk’e, Türk demiyoruz. Müslüman olmayan Kürde niçin Kürt diyelim? Niçin insan diyelim?”. İşte bu sözler “İslam kimlikçiliğinin”en açık ifadesidir. Yani bu şahış diyor ki biz ancak “Müslüman olmuş” olan insanlara insan deriz. Diğerleri hayvan türündendir.
Ya da “Katı Laik Kimlikçi siyaset”. Bu siyaset türü de toplumda herkesin “Laik” olması gerektiğini, ancak o zaman modern bir toplum olabileceğimizi iddia eder. Bu tarz-ı siyaset de kendi “laiklik” anlayışını toplumdaki herkes tarafından kabul edilmesini benimser. “İkna Odaları” fikrini bulup da üniversitelerde başörtülü öğrencileri ikna edip onların da “laik” olmalarını sağlamaya çalışan CHP eski milletvekili Nur Serter’i düşünün. Yaptığı “katı-laik kimlikçiliğe” güzel bir örnektir.
Kısaca demem o ki HDP’nin ülkede başta Kürtler olmak üzere çeşitli mağdur kimliklerin taleplerini siyasete taşıma gayreti, asla kimlikçi bir siyaset değildir. Aksine, kimlikçi siyaset HDP dışındaki partilerin çoğunun yaptığı siyasettir.
Tabii ki Levent Gök ya da diğer siyasiler, onların “kimlik siyaseti” dedikleri siyaseti eleştirmek için Anayasanın 10. Maddesini hatırlatıyorlar. Biliyorsunuz bu madde:
“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür” diyor.
İnsan düşününce bu maddeye bu ülkede kimin itirazı olabilir ki diye sorar?
Doğrusu benim itirazım var.
Var çünkü, ilkesel olarak doğru olan bu madde fiiliyatta doğru değildir. Çünkü, bu ülkede yaşayan herkes bilir ki kanun önünde hiç kimse eşit değildir. Örnek mi? Çook! Mesela muhalifliği ile bilinen sol bir parti bir basın açıklaması yapmaya kalksa, polis, herkesin etrafını kalkanlarıyla kapıyor. İktidar partisi yapsa, tam aksine polis açıklamayı yapacak olanlara neredeyse hizmet ediyor. Bu iki parti kanun önünde eşit mi? Bu sorunun cevabı soruyu kime sorduğunuza bağlı. Kimileri evet der ama ben ve benim gibi düşünenler bu soruya hayır der ve hakikati ifade etmiş olurlar. Çünkü kanunlar karşısında herkes eşit olması gerekir ama bu gerçekleşmesi zor bir idealdir.
Bütün bu nedenlerle Türkiye siyaseti, arkasında ekonomik güçlerin de etkisi olabilir ama esasında kimlikler üzerinden yürüyen bir siyasettir. O nedenle de Türkiye siyasetinin “sınıf” boyutu hemen hemen yok gibidir.
Her kimlik kendi değerlerinin egemen olduğu bir ülke hayalinin peşinde koşar. Tıpkı, bir zamanlar duymuş ve şaşırmış olduğum, (hala böyle fikirler ortalıkta mıdır bilmiyorum ama ) bir cümle bu bağlamda düşündürücüdür. Fenerbahçeliler şöyle diyorlardı “Bir gün herkes Fenerbahçeli olacak!” Herkesin Fenerbahçeli olduğu bir ülkede futbol yarışmasından söz etmek mümkün olabilir mi derseniz anlaşılan Fenerbahçeliler için mümkün.
Bizde kimlik siyaseti ile kimlikçi siyaset tıpkı bu örnekteki gibidir. Fenerbahçe’nin dışında da başka takımlar vardır ve futbol ancak bu farklı takımlar olduğu için futboldur. Ama Fenerbahçeliler, bence diğer takımlar gibi bütün herkesin kendi takımlarına bağlı olmalarını istemekte özgürdürler ama bu ancak diğerlerinden daha iyi futbol oynamalarını gerektirir. Kısacası herkesin bir kimlikte eşitlendiği bir dünya despotik bir dünyadır. Demokrasi, işte bu dünyanın kabul edilebilir olduğu bir rejimse, içinde mutlaka “özgürlüklerin” yaşanabildiği bir rejim olmalıdır. Yani herkesin bir kimlikte kendini tanımlaması o toplumda eşitliğin olduğu anlamına gelmez. O nedenle de “kimlikçi siyaset” bir demokrasi siyaseti değildir. Demokrasi siyaseti herkesin kendi farklılıklarını birlikte yaşayabildikleri, özgürlüğün alabildiğine herkesin içine çekebileceği bir hava gibi olduğu bir rejimdir.
Karıştırmamak gerek.