Kim Yakıyor Ormanlarımızı?

Abone Ol
“alevler içinde yanan kuru dallar, kuru otlar, ya da ocağa atılan ak başaklar gibi tutuşmuş”. Yolculuk sırasında arzusu galip gelmiş; Philomela’yı zorlamış ve kimseye söylememesi için de dilini kesip ormana atmış. Karısına da, Philomela’nın öldüğünü söylemiş. Philomela ise başına gelenleri anlatan bir kilim dokumuş ve gizlice Procne’ye göndermiş. Kocasının kardeşine tecavüz ettiğini öğrenen Procne, kocasından intikam almak için oğlunu öldürüp, babasına yedirecek kadar çılgına dönmüş. Tereus, yediğinin oğlunun eti olduğunu fark edince kılıcını çekip, iki kadının da peşine düşmüş; işte o zaman Philomela, kırlangıç olup damlara, Procne de bülbül olup ormana sığınmış. Tereus ise Hüdhüde dönüşmüş. Orman, İnsanlığın Birikimidir! Masal bu ya, şehre yerleşen Kırlangıç, özlediği ablasını görmek için ormana gitmiş: “Bacım” demiş, bülbüle; “bin yıl oldu neredeyse seni görmeyeli, iyi misin? Artık semtimize de uğramaz oldun, nedir meramın?” “Buradan güzel yer mi var?” diye sitemkar bir soru sormuş bülbül. Kırlangıç anlamazlıktan gelmiş: “Burada senin o güzel sesini, kim duyuyor ki hayvanlardan ve köylülerden başka? Şehre gel ki insanlar duysun sesini; nasıl eşsiz bir sesin olduğunu görsünler.” “Ah”, demiş bülbül, “şehir bana hep o kötü günleri hatırlatıyor. İnsanların birbirine ettiklerinden utanıyorum. Ben işte o kötü günleri unutmak için uğramaz oldum sizin şehirlerinize”. Tarihin tanık olduğu hırsına yenik düşen pek çok muktedirlerin ayıbını sakladıkları, hırslarını gizledikleri ormanlarımız yanıyor ya da yakılıyor. Bilgiler doğruysa 17 ayrı noktada yangın var; bu yazının yayına gireceği vakte kadar kim bilir daha kaç yerde yangın çıkacaktır, bilinmez. Muktedirler bilmez ama bölge insanı için orman evlattır; “ciğeri” gibi sever. Odununu oradan temin eder; varsa keçisi orada otlatır. Çünkü bilinenin aksine keçi ormana zarar vermez; hatta florasına çeki düzen bile verir. Kim Yararlanmıyor Bu Ormanın Gölgesinden? İşte o ormanlar yanıyor ve bölge insanı çaresizlikten ağlıyor. Çünkü orman yangını, evlat acısı gibi gelir insana. Ama işte, düzen böyle; sömürünün üstüne kurulmuş. Nasıl ki emek sömürüsü olmadan sermaye büyümüyorsa ranta el koyma, daha fazlasına sahip olma vahşeti de gözünü ormandan hiç ayırmıyor. “Madem ki” diye soruyor, o vahşi sistem; “madem ki gölgesinden yararlanmıyoruz o zaman niye orada öyle durup, yer işgal etsin ki?” Ne demiş Sakallı? “Kapitalizm gölgesinden yararlanmadığı ağacı keser”. Kimlerin “o gölgeden” yararlanmak için çırpındığını biliyoruz! Sonrasını biliyoruz; kimisi tarla açmak, bir başkası denize nazır kaçak villa yaptırmak gibi çıkar amaçlı olarak ormanlarımızı yakıp kül ettiler bugüne dek, kim bilir kaç kez. Muktedirler de, “orman vasfını yitirmiş arazi” diye bir tanımlama yapıp, oraları imara açtı. Son 20 yılda karşılaştığımız, en absürt gerekçe, “ormanı kesip, yol yapıyoruz ama karşılığında milyonlarca ağaç dikiyoruz” cümlesiyle ifade edilmektedir. Bu anlayışın yol açtığı zihinsel tahribatın etkisi hesap edilenden de derindir. İkinci absürt gerekçeyse her orman yangınından sonra ilgili ilgisiz “günah keçisi” konumuna itilen Kürtlerin işaret edilmiş olmasıdır. Gerçeği Görmek İstiyorsanız… Hiç kuşkusuz, bir ihtimal olarak, politik amaçlı sabotajcılar da ormanı ateşe verebilir ama ortada herhangi bir belirti yokken Kürtleri işaret etmek ve hedef tahtasına onları koymak, toplumsal zihnin yaşadığı tahribatın bir başka etkisi olsa gerektir. Sıklıkla örnek verdiğim bir Meksika atasözü der ki Biri size güneşi gösterdiğinde parmağın ucuna bakarsanız yanılırsınız. Parmağın ucunda gerçeği göremezsiniz. Eğer güneşe bakarsanız, yine yanılırsınız. Gözleriniz kamaşır, gerçeği göremezsiniz. Gerçek, parmağın ucuyla güneş arasında uçan güvercindir.” O halde insana anlatamadığını, kurda kuşa, börtüye böceğe anlatan bülbülün sığındığı ormanlarımızı kim katlediyor? Kim evladının katledilmesine rıza gösterebilir ki? Bir insana “evladını katlediyorum ama sana daha fazla evlat büyütme imkanı veriyorum” demek saçmalık olmaz mı? Orman da böyledir; yananın, kesilip yerine yol yapılanın yerine dikilen ne kadar az bulunursa bulunsun, ne kadar kıymetli olursa olsun hiçbir ağaç, bir diğerinin yerini tutmaz, onun yerine ikame edilemez. Yapılaşma Yetkisi Vermek, Manidar Değil mi? İşte bu nedenle iktidarın “milyonlarca ağaç dikiyoruz” algısı, tümüyle toplumu yanıltmaya yöneliktir ve tam da yangınların çıktığı günlerde ormanlarda yapılaşma yetkisinin Turizm Bakanlığına verilmiş olması manidardır. Öte yandan orman yangınlarının çok büyük bir bölümü bakımsızlıktan çıktığı açıktır. Ormana diktiğiniz bekçi, kışlık yakacak odun ihtiyacı olan köylüyü korkutur ama ormanı korumaz; orman biraz da bakımsızlık nedeniyle yanar. Çerini, çöpünü, kuru dalını, yapılan piknikten artakalan cam kırıklarını temizlemezseniz olmaz. Nasıl bakılacağına gelince… İlkemiz belli! Nerede olursak olalım, ne iş yaparsak yapalım; katılımcılığı, açıklığı ve hesap verebilirliği ilke edinen bir yaklaşımın egemen olmasını isteriz. Devlet, orman köylüsünü, işçisini, örgütlü sendikasını, uzmanlık örgütlerini, ilgili kamu kuruluşlarını ve elbette gönüllüsünü sürece dahil etmeden ormana bakamaz. Bakamazsa yanar!