Eşitsizlik yaygınlaştı; yasaklar eskilerini aratır bir noktaya geldi ve yoksulluk bakımından iktidara gelindiği yılları aratmaya başladı. Yoksullukla mücadele kurumsallaşamadı; ekonomi politikalarında bir türlü önceliği olmadı.
Son 19 yıllık süre içinde kesimler arasında mobilite zayıflamış, neredeyse yoksulluk “kalıtsal” bir hal almıştır. Sınıfsal mobilitede eğitimin, vasfın yerini çeşitli gruplara aidiyetlikler almıştır.
CHP Genel Başkanı
Kemal Kılıçdaroğlu evinden yaptığı videolar serisine devam ediyor. En son evinin mutfağından yaptığı video son derecede çarpıcıydı. İçeriği itibariyle, ilk kez bir siyasetçi tarafından bu netlikte “yoksullukla” mücadeleye sahip çıkıldı.
Elbette daha önceleri de bu konuyu gündeme getirenler oldu. Hatta 2002 seçimleri öncesinde
AKP 3Y ile mücadele vaadiyle kamuoyunda büyük dikkat toplamıştı. Aslında daha çok sosyal demokratların kullandığı bir söylemi uzun süre sahiplenerek, kamuoyunun siyasi desteğini alabilmişti.
CHP’nin o günlerde yoksulluğa karşı konumu ise, bundan çok farklıydı. Muhalefette olsa bile, yoksulluğa çok uzun süre söylemlerinde yer vermeyen
CHP’nin o günlerdeki lider kadrosu, daha çok devletin kuruluş ilkelerinin karşı karşıya kaldığı tehlikelere dikkat çekip, kamuoyundan destek talep etmişti. Halkın 2001 Krizi sonrası maruz kaldığı bir dönemde yoksulluğu
AKP’nin sahiplenmesi ve
muhalefetin kamuoyu için “soyut” kalan söylemleri, CHP’nin geniş halk kitleleri ile bağının kopmasına yol açmıştı. Öyle ki o günlerdeki yoksulluk seviyesi bugünkünden çok da farklı değildi. Bu bakımdan, Kılıçdaroğlu’nun bu videosu ve beraberinde son zamanlarda seçtiği söylem,
CHP’nin çok uzun zaman önce geniş halk kitleleri ile kopan bağlarını yeniden kurması yönünde atılan olumlu bir adımdır.
“Devletin” ve dar kapsamlı bir “bürokratik sınıfın” partisi olmaktan, halkın partisi olma yönünde atılan değerli bir adımdır. Ancak yeterli değildir. Partinin kurumsal kimliğinin de bir parçası haline gelmesi halinde, geniş kamuoyu kesimleri tarafından da takdirle karşılanabilecek bir harekettir.
Yolsuzluk,
Yasaklar ve
Yoksulluk ile mücadele anlamına gelen
3Y,
AKP’nin ilk yıllarında oldukça işlendi. Bu dönemlerde gelir dağılımında iyileşme ve yoksulluk oranında düşüşler de görülmedi değil. Ancak bu iyileşme ve düşüşler süreklilik arz etmediği gibi, son yıllarda durum tam tersine dönmeye başladı. AKP’de o ilk günlerindeki vaatlerini, nedeni bilinmez bir şekilde birden unutuverdi.
Eşitsizlikler yaygınlaştı; yasaklar eskilerini aratır bir noktaya geldi ve nihayet yoksulluk bakımından da durum iktidara gelindiği yılları aratır duruma ulaştı. Yoksullukla mücadele yeterince kurumsallaşamadı; ekonomi politikalarında bir türlü önceliği olmadı. Son yıllarda ise tamimiyle unutuldu. Yoksullar kendi hallerine bırakıldı. Onlara ses olacak siyasi bir muhatap bulamaz olmuşlardı.
YOKSULLUK GERÇEĞİMİZ
Türkiye ekonomisi en son 2017 yılında % 7,5 oranında büyüyebilmişti. Bu tarihten itibaren büyüme oranlarında ciddi düşüşler yaşandı ve % 3-4 civarında dalgalandı. Geçen sene gibi sorunlu bir yılda bile %1,8 oranın da büyüyebildi. Yüksel büyüme arzusu “ne pahasına olursa olsun büyüme” gibi, neredeyse
fetişist bir niteliğe büründü. Bu sebeple büyümenin nimetlerinin tüm toplumsal katmanlara yayılması yeterince sağlanamadı.
Bunda izlenilen “yanlış” politikaların rolü büyük. Geçen sene bu düşük performansın oluşturduğu baz etkisine bağlı olarak 2021 yılı büyüme oranının pozitif, hatta geçen senenin çok daha üzerinde bir çıkması muhtemeldir.
Peki, ama bu büyüme kime yarayacak?
Aslında büyüme elde edilince, sanki herkesin geliri artıyormuş gibi bir izlenim doğuyor. Ama bu büyük ölçüde büyümenin “kapsayıcılığı” ile ilgili. Maalesef 2010 yılından sonra ülkemizdeki büyümenin kapsayıcılığı, değişen iktisadi öncelikler nedeniyle azaldı. Büyük ölçüde tercih edilmiş belli kesimler lehine sonuç üretir hale gelmiştir.
Büyüme elde edilince, sanki herkesin geliri artıyormuş gibi bir izlenim doğuyor. Ama bu büyük ölçüde büyümenin “kapsayıcılığı” ile ilgili. Büyüme, büyük ölçüde tercih edilmiş belli kesimler lehine sonuç üretir hale gelmiştir.
En basitinden yoksulluk oranlarına bakarak bu soruya bir cevap verilebilir. 2017 yılını yüksek büyüme oranı elde ettiğimiz en son yıl olarak düşünürsek, 2017-2020 dönemindeki yoksulluk oranlarındaki artışı grafikte gözlemleyebiliriz. Bu veriler TÜİK’in Gelir Yaşam Koşulları Araştırmasındaki verilerden yine TÜİK’in hesaplayıp, resmi olarak kamuoyu ile paylaştığı verilerdir. Yoksulluk oranı ise, hanehalkları arasında en çok tekrar eden gelir düzeyinin (medyan gelirin) % 50’sinin altında kalan hane sayılarının oranıdır.
TÜİK’in Gelir Yaşam Koşulları araştırmaları için hanehalklarından alınan gelir verileri araştırmanın ait olduğu yılın verileri olmadığının bilinmesinde yarar vardır. Zira araştırmanın yapılığı tarihte o yılın verilerinin bilgisi hanehakları tarafından bilinmektedir. Cevaplar olarak verilen gelir verileri hanelerin bir önceki yıla ait olan gelirleridir. Dolayısıyla bu çalışmada araştırmanın sonuçlarının kamuoyuna ilan edildiği yıl ile gelirlerin ait olduğu yıl farklılaşmaktadır.
Bu çalışmalarda kullanılan gelirlerin referans yılı bir önceki yıldır. Buna göre, Grafikte 2019 yılına ait görülen yoksulluk verisi 2018 yılı gelir verilerine ait gelirler dikkate alınarak hesaplanmıştır. Ayrıca 2020 verisi hâlâ belli olmadığı için, o yıla ait yoksulluk oranını da kendi akademik çalışmalarımızda, belli senaryolar altında yaptığımız tahminlerden alınmıştır.
Dahası son zamanlarda artan kurlar ve beraberinde yükselen enflasyonla birlikte, düşük gelirli hane halklarının geçmişe göre çok daha kötü duruma gelmiş olabileceğini tahmin edebilmek çok da zor olmasa gerek.
Grafikteki değerlere göre son dört yıllık bir dönemde zarfında yoksulluğun 2019 yılına kadar 1,5 puan arttığı anlaşılmaktadır. Ancak çok daha ilginç olanı, 2020 gibi Covid-19 salgınının tüm dünyada etkili olduğu bir yılda yoksulluğun ne boyutlarda arttırabileceği görülmektedir. Çalışanların ve sektörlerin salgından farklı düzeylerde etkilenmeleri düşünülerek oluşturulan farklı senaryolarda bu yoksulluk oranı %18,6 ile 24,6 arasında değişmektedir. Grafikte en iyimser sonuçlardan birinin alınmasına rağmen
Covid-19 salgınının, ülkemizdeki yoksulluğu önemli ölçüde arttırmış olabileceği tahmin edilmektedir. Dahası son zamanlarda artan kurlar ve beraberinde yükselen enflasyonla birlikte, düşük gelirli hanehalklarının geçmişe göre çok daha kötü duruma gelmiş olabileceğini tahmin edebilmek çok da zor olmasa gerek.
YOKSULUN SESİ OLMAK
İşte böyle bir ortamda, ekonomik sorunların giderek arttığı koşullarda,
Kemal Kılıçdaroğlu’nun kamuoyu ile paylaştığı video yerinde bir girişimdir. Ayrıca yoksulluk sorunun, bir siyasi kişilik tarafından, resmi olarak ilanı anlamına gelmektedir. Video zamanlıdır, anlamlıdır ve sessizlerin sesi olmuştur.
Peki, sorunun halli için bir video yeterli mi?
Elbette değil!
Öncelikle ülkemizdeki yoksulluk iki temel nedenin sonucudur. Bunlardan ilki büyüme oranları gibi konjonktürel gelişmelerdir. Yüksek büyüme yoluyla elde edilen refahın daha çok düşük gelirlileri kapsayacak şekilde dağıtılmasıyla yoksulluk oranı azaltabilmek mümkündür. Ancak bunun için ekonominin yüksek oranda büyümesi ve bunun içinde farklı gelir kesimlerinden yapılacak tasarrufların büyüme için mobilize edilebilmesi gerekir. Böyle bir kaynak içeride yoksa da dışarıdan temin edilmesi zaruridir. Bu her zaman için pek mümkün olmayan bir durumdur.
Düzenin değişmesi ile kastedilen ekonomide gelirin üretildiği ve dağıtıldığı piyasa mekanizmaların işleyişidir. Bu mekanizmalara devlet tarafından düşük gelirliler lehine sonuç üretebilecek şekilde müdahalelerin yapılmalıdır.
İkinci yol ise, düzenin değişmesidir. Burada düzen ile kastedilen ekonomide gelirin üretildiği ve neticede dağıtıldığı piyasa mekanizmaların işleyişidir. Bu mekanizmalara devlet tarafından düşük gelirliler lehine sonuç üretebilecek şekilde müdahalelerin yapılması yoksullukla mücadelenin en önemli ayağını oluşturmaktadır. Neden mi?
Çünkü yoksulluk artık kurumsallaşmış, düzenin bir parçası olmuştur da ondan.
Bu son nokta ülkemizdeki yoksulluk için son derecede önemlidir. Zira son 19 yıllık süre içinde kesimler arasında mobilite zayıflamış, neredeyse yoksulluk “kalıtsal” bir hal almıştır. Sınıfsal mobilitede eğitimin, vasfın yerini çeşitli gruplara aidiyetlikler almıştır. Bu da toplumda mağduriyetleri arttırırken, kesimler arası kutuplaşmayı derinleştirmiştir. Bunların ortadan kaldırılabilmesi ise ülkemizde hâlihazırda var olan eğitimden, cinsiyete kadar tüm eşitsizliklerin kaldırılmasını gerekli kılıyor. Özellikle emeğiyle gelir elde edenler üzerinde teknolojinin yaratacağı yıkıcı etkinin telafisi yoksulluğa karşı daha kurumsal bir mücadelenin ortaya konulmasını da gerekli kılıyor.
Tüm bunlar ışığında
Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışının işaret ettiğimiz mücadelenin bir başlangıcı olduğuna inanıyorum. Özellikle iktidar şansı bulduğunda da, bunu devlet tarafından yürütülecek kurumsal bir mücadeleye dönüştürme vaadi olarak düşünüyorum.